ODTÜ’de yol eylemi yapıldı. Eylemde ODTÜ’lü öğrenciler, akademisyenler, personel ve Yüzüncü Yıl Mahallesi’nde yaşayan insanlar da bu eyleme katıldı. Neydi bu kitleyi bir araya getiren?

“Gezi olayları neden çıktı” diye de soruluyor. Temel çıkış noktası şuydu; yaşamımıza ve yaşam alanlarımıza müdahale söz konusuydu ve ülkenin büyük bir çoğunluğu buna karşı artık dur, dedi. ODTÜ’de de aynı şeyle karşı karşıyayız aslında. Ankara’nın ulaşım sorununa dair bir çözümden bahsediliyor ve bunun binlerce ağacın kesilmesi sonucu yapılacak yolla mümkün olduğu iddia ediliyor. Biz buna karşı çıktık; çünkü Ankara’nın ulaşım sorunu, yol değil.

Ulaşım sorununu çözebilecek pek çok yöntem var ama bu yöntemlerin hiç birine başvurulmazken, bir günde binlerce ağaç yok edilebiliyor. Buna karşı sesini çıkaran insanlar ise Ankara’nın bütün polis kuvvetleriyle karşı karşıya kalıyor. Öncelikle insan olarak, bu doğa katliamına karşı dur dememiz gerekiyor. Burada binlerce ağaç yok oldu. Yüzüncü Yıl Mahallesi sakinleri ve Ankaralılar şunu çok iyi biliyor ki bu yol Yüzüncü Yıl’a çok daha büyük bir felaket getirecek.
Basında hep ODTÜ meselesiymiş gibi tartışıldı; ama bu yol Yüzüncü Yıl için yaşanacak başka felaketlerin habercisidir. Yüzüncü Yıl Ankara’nın merkezine yakın ve Melih Gökçek’in gözünü diktiği bir bölge. Birkaç yıldır konuşulan bu yol yapımının gündeme gelmesiyle birlikte, Konya Yolu’na yakın yerlerde yeni AVM’ler yapıldığını görüyoruz. Şimdi Yüzüncü Yıl’da müteahhitlerin geziyor; eğer ikna olur ve bize izin verirseniz bu iş güzellikle çözülür; ancak olmazsa kentsel dönüşüm kararıyla izinleriniz olmadan da bu işi yapabiliriz diyorlar.

Kamuoyu ve basında ODTÜ’lü öğrenciler, akademisyenler ve mahalleliler; terörist, çapulcu, militan olmakla itham edildik. Ne zaman haklarımızı arasak, mücadele etsek bize hep bu sıfatlar yakıştırıldı. Bundan gurur duyuyoruz. Bundan sonra da yapılan her müdahaleye, daha önce de olduğu gibi karşı çıkacağız.
İstediğimiz şey; kendimizle ilgili alınan kararlarda söz sahibi olmaktı. Buna “çoğulcu demokrasi” diyenler var. Karşı olduğumuz hayatımızın bu kadar ucuz olmasıdır. Aslında bu ne AKP ile başladı ne de AKP ile son bulacak. Sorun yüzyıllardır yaşadığımız sistemin, kapitalizmin bir sorunu ile karşı karşıya olmamız. Nerede bir yeşil alan, nerede bir nehir görseler onu nasıl paraya çevireceklerini, ne kazanç elde edeceklerini düşünerek hareket eden iktidarlar, sermayedarlar, hep buralara müdahale ettiler; orada yaşayan insanların ne istediğini, o insanların ne ile karşı karşıya kalacağını hiç düşünmediler. Sorunların sadece buna karşı çıkılarak çözüleceğini de düşünmüyorum; çok köklü bir sistem sorunu ile karşı karşıyayız. Temel demokratik taleplerimiz var ve bunlar için sonuna kadar mücadele etmeliydik. Bunun için sokağa çıktık, bunun için Gezi’de vardık, bunun için Yüzüncü Yıl’da direndik, ODTÜ’de sokağa çıktık, ormanımızı korumaya çalıştık. Her seferinde aynı şeyle karşılaştık.

Erdoğan ve çevresinde kümelenmiş bir iktidar var. Zaman zaman en büyük destekçisi olan sermaye gruplarına karşı bile kafa tutan ve kendine bunlar karşısında farklı bir rol biçen bir yapıdan söz ediyoruz. Kitle ve sandık desteğini unutmamak lazım. Var olan hükümet elindeki polis gücü ile sokağa çıkıp hakkını arayan herkese şiddet gösteriyor. Kapitalizmin ikna-şiddet diyalektiğinde şiddetin öne çıktığını görüyoruz. Önümüzde artık huzurlu günler olduğunu düşünmüyorum.

Biz ODTÜ için direnirken, bize destek olmak isteyen Hatay halkı Ahmet Atakan’ı kaybetti. Bu da şunu gösteriyor; devlet şiddeti her yerde ve her noktada karşımıza çıkıyor. Mücadele edenlere karşı artık tahammül kalmadı. Bu noktada bizim de artık karar vermemiz gerekiyor; ya gerçekten bu şiddet karşısında geri adım atarak evlerimize çekileceğiz; ya da bunun karşısında durup bu şiddetin üstesinden geleceğiz.

Melih Gökçek ise yalnız bizim değil; bütün Ankara’nın çok ciddi bir sorunu. Yıllardır Ankara’yı getirdiği durum ortada. Ulaşım sorununu çözmek istediğini söylüyor, bunun için binlerce ağacı katlediyor ama 1 metre bile metro yapmadan bizi terörist ilan ediyor. Bu ne kadar gerçekçi olabilir? Bu bile Melih Gökçek’in nasıl bir kent anlayışının olduğunu gösteriyor. Ankara’nın çok ciddi ulaşım ana planı sorunu var, kentin ulaşım planı yok. Kent tasarlanırken uzun vadeli bir plan yapılmıyor. Kısa vadede oluşan sorunlara nokta çözümler yaratılarak sorunları çözmeye çalıştığını iddia ediyor. Metro çalışmaları seçim dönemlerinde hızlanıyor, seçimlerden sonra rafa kalkıyor. Dolayısıyla, Büyükşehir Belediye Başkanı’nın samimi olduğunu düşünmüyoruz.

ODTÜ direniş günlerinde yine çok sert polis müdahalesi vardı. Ankara kendini yalnız hissetti mi, özellikle medyada ve İstanbul’da? 

Elbette hissettik, bu konuşuldu. Ancak bunları tartışmayı çok doğru bulmuyorum. Gezi işgal edilene kadar İstanbul halkı çok ciddi bir mücadele verdi, orayı tutmak, orada bazı şeyleri tartışmak ve taleplerde bulunmak çok önemliydi.

Gezi’den sonra en büyük mücadele ODTÜ’deydi. Ülke gündemi, sosyal medyada çok fazla konuşulmaya başlandı. Şehir dışından çok destek oldu.

İlk gün çadırlarımızı kurduğumuzda çevik kuvvet geldi ve çadırları kaldırmamızı istedi; eğer kaldırılmazsa müdahale olacağını söyledi. Sayımız da azdı, yüz kişiydik. Direnmek için çadıra ihtiyacımız yok dedik ve çadırları kaldırdık. Kaldırınca Ankara’nın çok farklı yerlerinden çok farklı insanlar desteğe geldi. Orada mikro düzeyde bir Gezi örneği yaşadık. Gece gündüz orada yattık-kalktık, temizledik, aynı dayanışma vardı, Gezi’de yaratmaya çalıştığımız o kolektif yaşam tarzı ODTÜ’de de oluştu. Mahalle halkı sürekli bizimleydi. İki hafta sonra bir sabah baskınıyla çadırlarımızı yıktılar ve bizleri 14 kişiyi gözaltına aldılar ama bu başka bir sonuç yarattı. Marks’ın bir sözü vardır; “devrim, karşı devrimin kamçısına ihtiyaç duyar.” Gözaltına alınmamız Ankara halkını ayağa kaldırdı ve Yüzüncü Yıl yıllardır görmediği bir kitleyi gördü. Ciddi bir polis müdahalesine karşı yaklaşık on bin insan o günün akşamında oradaydı. Benzer müdahaleler sonraki günlerde de yaşandı.
Okulların açılmasıyla ODTÜ sürece doğrudan müdahil oldu. Bu mücadeleyi ODTÜ geneline belki tam olarak yayamadık; kimi insanlarda olumsuz hava vardı, ‘ne yapsak aynı şiddetle karşı karşıya kalıyoruz, engel olamıyoruz; dolayısıyla boş bir çaba’ diyenler oldu. Ama yine de akademisyeniyle, öğrencisiyle, çalışanlarla mahalle halkı bütünleşti. Forumumuz Ankara’nın en canlı, diri forumu haline geldi ve bugün altıncı ayına giren forumların birçoğunun kaybolduğu bir ortamda, onun ayakta kalmasını sağladı.

Denizlerin 40 yıl önce diktikleri ağaçları bir gecede söküp attılar ve sonrasında apolitik olduğu söylenen, ülke sorunlarını önemsemediklerini düşündükleri bir gençlik geldi ve mücadele etti.Gençliğin mesajı neydi?

60’lar 70’ler gerçekten çok farklıydı. Hem gençlik hareketi hem de sınıf hareketi çok güçlüydü. Bizler özellikle 90 kuşağı hep bu hikayelerle büyüdük. Hele ki ODTÜ’de okuyan öğrenciler. Yıllarını mücadele ile geçirmiş ve adı hep mücadele ile anılan bir okulda okuyorsunuz. Ve gerçekten bozkırken bir ormana dönüşmüş. Ankara’nın çok önemli bir doğal yaşam alanı olmuş bir yerde yaşıyorsunuz. O dönem bütün ODTÜ’lüler çalışanlar, okuyanlar, hocaların el ele yarattığı bir alandasınız. Birileri yalnızca bundan kazanç sağlayacak diye yok olabiliyor. Bu korkunç bir şey.
Ama bugünün gençliği olarak onlardan aldığımız mirası biliyoruz; bunun bilincindeyiz. 80 sonrası bu toplum susturuldu, uyutuldu. O dönem mücadele eden insanlar, ailelerimiz korktular. Faşizmle karşı karşıya kaldılar ve bunun yarattığı psikoloji çocuklara da yansıdı. Bizler hep siyasetten, mücadeleden hak arayışından uzak tutulduk ve zannedildi ki bu gençler gerçekten siyasetten anlamıyor, hak aramak nedir bilmiyor; hep böyle yaşayacaklar. Ama hayatın kendisi öğretiyor, şiddetin kendisi tepkiyi yaratıyor. Yine aynı şeyle karşılaştık. Baskı arttıkça, insanca yaşama olanakları sınırlandıkça bir toplumsal hareket baş gösterdi ve her zaman olduğu gibi temel dinamiği gençlik oldu.

Gezi’de de böyleydi, 90 kuşağı çok yaratıcı fikirlerle, yaratıcı mizahi öğelerle ve yaratıcı düşüncelerle ortaya çıktı. Herkes buna şaşırdı. Biz bile böyle bir kuşak mıydık, dedik. Bu çok umut verici bir şey yıllardır, sokaklarda küçük azınlıklar olarak hak arayışlarımız varken; bugün yüz binler belki milyonların sokağa çıktığı bir dönem başladı. Bu gençler için umut veren bir gelişme. Çünkü mücadelemize daha sıkı tutunmaya başladık. Mücadelenin getireceği kazançlara olan inancımız arttı. Deniz’ler bizim örneğimizdi, onlar hayatlarını ortaya koydular bu unutulacak üzerine basıp atlanacak bir şey hiç değil. Susarak yaşamaktansa mücadele etmek her zaman daha gurur verici oldu. Bundan sonra da böyle olacak. Ben 90 kuşağına, kendimize daha fazla güveniyorum, güzel günler yakında; buna inanıyorum.

R:: Ayşe Merve Özden
Lütfü Doğan
ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu YönetAimi 3. Sınıf öğrencisi. 23yaşında, İzmirli.

0 comments on “90 KUŞAĞI KENDİNİ BULDU

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: