Bir varmış, bir yokmuş. İnsanoğlu 2000’li yıllara gelmiş bu topraklar üzerinde. Gelişmiş, büyümüş, değişmiş. Geçmiş zamana göre daha iyi koşullarda yaşamını sürdürmüş. Şimdi sağlık, teknoloji, ekonomi, eğitim, hukuk daha iyi işler olmuş. Sessiz bir mutluluğu varmış. Sessiz ve boyun eğen. Her istediğini alan insan bunun için hep çalışmış. İyiye ulaşmak için, sivrilebilmek için, zenginleşmek için hep çalışması gerekiyormuş.
Alamamış kimi zaman bu çalışmanın, emeğinin karşılığını, görmemiş diğer ülkelerdeki eşitsizliği ama susmuş karşı çıkmamış bu düzene. Gel zaman git zaman kapitalizm denen canavar kuşatmış yeryüzünü. Bu tehlikenin farkında olan insan susmuş, sessizliğe devam etmiş, dur diyememiş bu gidişata. Öyle ya, yanına neoliberal politikaları alan bu canavar sırtını vermiş küreselleşme rüzgârına ve kuşatmış bir andan doğudan batıya tüm dünyayı.
Susmaya, sessizliğe alışan insan yıllar 2008’i gösterirken dayanamamış artık krize ve etkilerine. Tepkiler başlamış yönetimlere karşı. Ülkeler bir bir iflaslarını açıklarken kimi sessiz sedasız; kimi kan, yıkım ve ölümle yapmış bu savaşı. Kimi yalnız kalmış bu savaşta, kimi çıkarlar uğruna müdahalelerle yanında ya da karşısında bulmuş ülkeleri. Başlıklar kimi ülkeler için ekonomiyken, bazıları için yönetim şekilleri olmuş. Üstelik bu ülkedeki yönetim şeklini değiştireceğiz diyenler; bunu halkın refahı için değil, yine ekonomi ve doğal kaynaklar için yapar olmuş.
Bu ülkelerden biri de İzlanda’ ymış. Tarihler 2008’ i gösterirken kapitalizm canavarı vurmuş, yıkmış ülkeyi. Bankalar kamulaştırılmaya başlanıp, İngiliz hükümeti tarafından ödemeler dondurulunca, bankaların borçları GSYH katlar duruma gelmiş. Hükümet çaresiz duruma gelip alışıla geleni yaparak IMF’ den yardım talebinde bulunmuş. Sonuçta 2 milyar 100 milyon dolar verilmesi kabul edilmiş. Kalanı diğer İskandinav ülkeleri tarafından karşılanmış. Paraları değer kaybeden, borsası duran, dış ülkelerin ölümü bekleyen akbaba misali başına üşüştüğü ülke, sonunda iflasını açıklamış. Ama gel gör ki halk susmamış ve düzeni değiştireceğine inanmış.
Aynı yıl parlamento önünde gösteriler düzenlemiş. Başta küçük bir grupken gün geçtikçe büyümüş çığlıkları. Amaç belli, hükümetin istifasını sağlamak ve yeni bir seçim sürecine barış içerisinde girmek. Başarmışlar. Hükümet istifa ederek, 25 Nisan 2009 günü seçimlere gitmiş. Masal bu ya, sosyal demokratlar, feministler, eski komünistler ve sol yeşil hareket birleşerek bir koalisyon oluşturmuşlar. Üstelik bir kadın başbakanla kurulmuş hükümet!
Masal olsa bile elbette her şey ışık hızıyla değişememiş. Ülke yaşadığı sıkıntılara devam ederken, parlamento İngiltere ve Hollanda’ya olan yaklaşık 3 milyar dolarlık borcu geri ödemeyi önermiş. Bu 15 yıl içerisinde taksitlendirilerek olacak ve ödenecek tutar bir ailenin aylık gelirinin %5,5’i kadarını bulmuş. Ancak halk artık kendine güveniyor ve susarak boyun eğerek bir şey olmayacağını biliyormuş. Tam da bu anda parlamento önünde yumurta, tava ve çığlık sesleri duyulmaya başlamış. Bunun üzerine ülke başkanı Olafur Ragnar Grimson bu öneriyi reddederek, referandumu ilan etmiş. Halk bir kez daha söz hakkını sandıkta göstererek, %93 oy oranı ile hayır demiş ve borç ödeme önerisini ortadan kaldırmış.
Elbette bu kadarı yetmemiş, madem düzen değişiyor ancak bunun bedelleri ödenmeye devam ediyor, bir yandan İMF yardımı durdurmuş ve ödeme yapılmasını bekleniyor bu durumun bedelini de yaratanların ödenmesi gerekiyormuş. Yeni hükümet kriz sorumlusunu dışarıda aramak yerine ülke içine bakarak bir araştırma başlatmış. Çok sayıda üst düzey yönetici ve bankacı tutuklanırken, aramalar başlatılmış. Halkın isteği ile gelen hükümet bu durumu yaratanların üstü kapanmasına, ceza çekmemelerine izin vermemiş ve bunu da yargıya bırakmış.
Tek bir şey kalmış şimdi. O da halkın kendini garantiye almasıymış. Bu da ancak yeni bir anayasa ile olabilirmiş. Geçmiş dönemden dersler çıkarılıp, halkın sesiyle, özgürlüğü için yapılacak yepyeni ve katılımcı bir anayasa. Var olan anayasa Danimarka Anayasasının kopyası niteliğinde olduğu için şimdi sıra onu değiştirmekmiş. İzlandalıların tek şartı, değişimin kanıtı olan toplumsal katılımlı anayasaymış.
Ve tarihler 2011 yılını gösterdiğinde, 522 aday arasından bir şeçimle bir kurucu meclis oluşturulmuş. İstenilen bu bireylerin yetişkin olması, hiçbir politik bağının bulunmaması ve 30 kişinin desteğini almalarıymış. Ülkenin her yerinden gelen beklentilere cevap niteliğinde olan anayasayı sunmak için çalışmalara başlamış. Çalışma 35 kişilik Anayasa Komisyonundan ibaret değilmiş. Madem halk ön plandaymış o zaman bu anayasa oluşturma sürecinde onlarında fikir ve görüşleri önemliymiş. Anayasa Konseyi taslak hükümleri kendi web sitesinde yayınlamış ve halkın yorumlarını beklemiş. Sadece bununla da yeterli kalmayarak twitter ve facebook gibi sosyal medyayı da kullanarak halkın düşüncelerini, eleştirilerini ve yorumlarını kabul etmişler. Üstelik bunları göstermelik bir şekilde sırf olsun diyerek de yapmamışlar, görüşmeleri canlı yayınlayarak şeffaflığı da göstermişler.
Son olarak bir de Modern İzlandalı Medya Girişimi ile bilgi ve ifade özgürlüğünü korumayı hedeflemişler. Bu gazetecilere bilgi sunmayı, internet ve gazetecileri güvence altına alan bir yasa girişimiymiş. Bu şekilde düşünmekten, araştırmaktan, konuşmaktan korkmayan bir halkı korumak ve özgürleştirmek istemişler.
Bu demokrasi masalı yaşanırken uyuyakalmış tüm dünya. Bilmemişler, görmemişler, önemsememişler. Lakin İzlandalılar da bu durumu çok önemsememişler. Zaten ne patlayan yanardağ etkilemiş onları ne yarattığı sel, doğal afetler bile durduramamış onları. İnanmışlar güvenmişler kendilerine, bildikleri, inandıkları yolda kimselere ihtiyaç duymadan sessizce yürümüşler. Ne bir müdahale, ne halkın sesinden başka bir ses olmuş.
Masal gibi değil mi? Bir ülke halkı gidişata barışçıl yöntemlerle dur diyecek. Var olan hükümeti değiştirecek. Neoliberalizmin himayesindeki dünyaya inat sosyal demokrasiye güvenecek. Bir de üstüne bir kadın başbakanı olucak. Yetmez diyerek, biz anayasamızı oluşturacağız diyecek. Ve bunu seçtiği bir komisyonla hükümete bağlı olmayan ve gayet şeffaf bir şekilde yapacak. İktidarın değil onları iktidara getirenlerin sesi olacak bu anayasa. Dünyanın değişimine gelişimine ayak uydururken bir yandan da haber alma ve haber yapabilmeyi daha da özgürleştirecek.
Ama masal değil. Dünya gözlerini Avrupa Birliği üyeleri ve Amerika’ da yaşanan ekonomik krize çevirdi. Ülkeler nasıl batmaz nasıl iflas etmez deniyor. Ne kadar borç verilsin, hangi kamu malları satılsın pazarlıkları yapılıyor. Gazeteler, televizyonlar İspanya ve Yunanistan nasıl kurtulur diye çareler aramakta bir yandan akbaba zihniyeti devam ediyor nasıl parçalarız yok ederiz hesapları yapılıyor. Halk tepkisini gösterdiği zaman polisle karşılaşıyor. Şimdi göstericilerin bir kısmı tutuklu, halk işsiz, gün geçtikçe fakirleşiyor. Diğer taraftan bir demokratikleştirme oyunudur gidiyor Ortadoğu da. Diktatörlüğü yok edeceğiz diyerek ülkeler üzerine hesaplar yapılıyor. Bizler hemen hemen her gün Arap Baharı ile ilgili yeni bir şeyler okuyor, izliyoruz. O da yetmiyor kan ve ölümü görüyoruz.
Hesaplar o kadar karıştı ki artık. Ne diktatörler görüyor halkın uğradığı zulmü ne üzerinde hesapları olan devletler. Bir yandan özgürlükler tükendi. İnsanlar ses çıkaramaz oldular. Ekonomi her geçen gün daha da kötü duruma gidiyor ve kriz tüm dünyayı sarmışken, her geçen gün yaraları ortaya çıkıyor farklı coğrafyalarda. Sonuçta korkunç bir tablo iyice rengini belli edecek daha çok işsizlik, açlık, huzursuzlukla.
Tam da bu noktada insan soruyor neden duymadık İzlanda Devrimini? Neden hayatımızda İspanya, Yunanistan ya da Ortadoğu kadar yer alamadı? Küresel dünya da her şey bir anda yayılıp etkilerini gösterirken, küresel mali krizden en çok etkilenen ülkelerden biri de İzlandayken ve banka iflaslarının sebebi küresel krizken neden küresel dünyanın bir diğer özelliği olan haber almayı İzlanda Devrimin de göremedik? Birkaç nedeni olabilir. İzlanda bilindiği gibi yüz ölçümü küçük bir Atlas Okyanusu kuzeyinde, volkanik bir ada üzerinde kurulmuş küçük bir devlet. Zengin yer altı kaynakları, yatırım yapılabilecek toprakları yok. Bu da bu ülkeyi paylaşılmaya cazip kılmıyor. Bu mu yalnız bıraktı İzlanda’ yı? Yoksa korku muydu önemsizleştirme sebebi? Bu devrim bir halk devrimiydi. Tepeden inmedi, dayatılmadı. İzlanda halkının başarısıydı. Protesto haklarını kullanarak muhafazakâr hükümeti istifaya zorlayarak, yeni hükümet kurulmasına yol açtılar. Demokrasi için yaptılar. İflas eden bir ülkeyi yeniden dirilttiler. Bunu yaparken, kanlı bir yolu, borçlanmayı, dış güçlerin hegemon olasına izin vermediler; barışçıl yöntemleri seçtiler. İşte beklide bu korku ya diğer ülkelere de örnek olursa korkusu habersiz bıraktı bizleri.
Bilmesek de, üzerine saatlerce konuşulup sayfalarca yazı yazılmasa da aslında alınacak çok ders var bu sessiz çığlıktan. Her ülke hemen hemen aynı şeyleri farklı şekillerde yaşıyor, tepkiler ve politikalar farklı oluyor.
Bilinmelidir ki hiçbir ülke müdahale ile demokratikleştirilemez. Bunun örneklerini daha önce Irak’ ta gördük. Saddam bir diktatördü ve gitmesi gerekiyordu ancak bu şekilde olmamalıydı. Demokratik devletler emperyalizmin rüzgârını arkalarına alıp demokratikleşme adı altında ülkeleri işgal etme hakkına sahip olamazlar. Bunun ne kadar başarısız olduğunu gördük. Bir ülke gerçekten demokrasi ile yönetiliyorsa ve demokratikleşme sürecinde ise bunu ancak kendisi yapabilir.
Bir diğer nokta ise İzlanda’ nın anayasa hazırlama süreci. Ülke gündemine bakınca her ne kadar her gün hatta saat değişse bile bir önemli konumuzda budur. Anayasa hazırlama sürecindeyiz. Mecliste her partinin eşit sayıda milletvekili ile yer aldığı bir komisyon çalışıyor. Amaç; kimsenin dışlanmadığı, temel hak ve özgürlüklerin olduğu bir anayasa yaratmak. Amaçlanan buyken neden bu kadar kapalı bir süreç. Şimdiye kadar hep iktidarı elinde bulunduran partinin istediği yasaları geçirdiğini, istediği düzenlemeleri yaptığını gördük. İktidar yine benim dediğim benim istediğim olacak demeyecek mi? Bu kadar kapalı kapılarda yapılması zorunlu mu? Evet, meclis internet sitesinde bir bölüm var halkın düşüncelerini isteklerini söyleyebileceği ama ne kadar kaile alınacak? Bu gerçekten halkın anayasası mı olacak? Bu kadar zor mu halkın sesini kabul etmek? Oysa halkta katılsa bu sürece, daha güzel daha özgür olmaz mı?
Sonuçta sessiz sedasız sadece halkın konuştuğu bir demokrasi devrimi gerçekleşti. Üstelik gerçek bir demokrasi, mücadele ile sessiz, birlik içinde barışçıl yöntemlerle elde edilmiş, müdahalesiz, tepeden inmeden, kayıplar olmadan, hiçbir ülkeyi kendi iç işlerine karıştırmadan. Bundan sonra haberimiz olur mu devrimden, konuşur muyuz, araştırılır mı bilinmez ama doğru okuyup dersler alınacak çok nokta var. Belki de bir sabah dünya üzerinde yaşayan her halk uykudan uyanır, gerçek demokrasiye açar gözlerini. Belki bu sessiz devrimden dersler çıkarılır farklı coğrafyalara demokrasi gelmesi için.
0 comments on “BİR İZLANDA MASALI”