16-YENİ BİR KENTLİLİK KENT YAŞAM

Bölünmüş gezegen: Kentleşen dünyada yeni yoksullar

“Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor; şimdi canavarların zamanı”

Giriş

Gezegenimiz hızla kentleşmektedir. BM Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı verilerine göre 2018 itibariyle 4.2 milyar kişi ya da dünya nüfusunun %55’i kentsel bölgelerde yaşamaktadır; oysa 1950’de bu oran, yine aynı kaynağa göre, %29’du. Dünya nüfusundaki toplam artışın yanı sıra kırsal bölgelerden göçler de dikkate alınarak yapılan projeksiyonlar, 2030’da, 5 milyar kişiyle gezegenin toplam nüfusunun %60’ını kentlilerin oluşturacağını gösteriyor. Süreç içinde, Küresel Güney’deki kent yoksullarının genel nüfuslara oranları muhtemelen daha da yükselecek ve tüm yoksul grupların küresel yüzde içindeki oranlarını yukarıya çekecektir.

Dünya Bankası’nın (DB) küresel yoksullukla ilgili genel değerlendirmesine (21 Nisan 2021) göre, son 20 yılda düzenli olarak düşüşe geçen aşırı yoksulluk (günde 1.90 $ altında alım gücü), Covid-19 pandemisi, iklim krizinin etkileri ve silahlı çatışmalar nedeniyle 2020’de yeniden yükseliştedir. DB’ye göre pandeminin küresel ekonomi üzerindeki olumsuz etkileri en çok yoksulları etkilemektedir. Pandemi bir yandan mevcut eşitsizlikleri katlamakta bir yandan da yeni eşitsizliklere sebep olmaktadır. Nitekim, DB, pandeminin 120 milyon ek yoksul yarattığını ve bu sayının 2021 sonunda 150 milyona çıkmasının beklendiğini belirtmektedir. İklim krizinin de 2030’a kadar 68 milyon – 132 milyon bandında bir nüfusu yoksulluğa iteceği, yine DB değerlendirmesinde yer almaktadır. İklim krizi, en çok Sahra-Altı Afrika ile Güney Asya ülkelerini vurmaktadır ki bu coğrafyalar zaten küresel çapta yoksulların yoğunlaştığı bölgelerdir. Krizler, afetler ve silahlı çatışmalar devamlı hareket halinde nüfuslar yaratırken, yoksulluğu kentler boyu yaygınlaştırmaktadırlar. Kentlerin en yeni sakinleri artık yoksullar,  mülteciler ve göçmenlerdir- elbet sınırlardan içeri alınırlarsa! DB bulgularıyla devam edersek, yeni yoksulların çoğunluğunun muhtemelen kentli olacağını; tarım yerine enformel sektör ve imalat sektöründe çalışacaklarını ve kentlerin sıkışık yerleşimlerinde tıkış tıkış bir hayat süreceklerini belirtmektedir ki bugünkü durumdan çok farklı bir tablo çizmemektedir.

Yoksulluğun Kentleşmesi

Kentleşen yoksulluk, tam aksine, üst ve orta-üst gelir gruplarına göre dönüştürülen ve yeniden dizayn edilerek lüksleştirilen kentlerde, insan onuruna yakışır, yaşamaya elverişli şartlarda konut hakkına erişememektedir. Bugün 1 milyarın üzerinde bir nüfus enformel yerleşimlerde ve çöküntü bölgesi tabir edilen alanlarda emniyetsiz, sağlıksız, güvencesiz hayatlara mecbur bırakılmaktadır. Kent yoksulları, temiz ve el altında suyu sağlanmış, kanalizasyon ve çöp toplama hizmetleri olan, sağlık hizmetlerine, acil hizmetlere, güvenlik birimlerine ve eğitime erişebilen, yeterli ve ucuz ulaşıma ve ayrıca emniyetli, sağlıklı, yeterli özel mekana, ısıtmaya, aydınlığa sahip, ödenebilir şartlarda, yeterli altyapı ve hizmetleriyle insan onuruna yakışan standartlarda bir konut hakkından yoksun, sağlıksız yerleşimlerde her türlü afet riskine ve salgın hastalıklara açık yaşamlar sürdürmektedirler. Evsizlik bir diğer önemli sonuçtur. Dünya üzerinde, Küresel Kuzey de dahil evsizlerin oranları hızla artmaktadır. BM Konut Hakkı önceki raportörü Leilani Farha (2020), devletlere yaptığı çağrıda, dünya üzerinde 800 milyon evsiz olduğunu belirterek pandemi zamanında yükselen risklere dikkat çekmiş ve evsizlik koşullarında yaşayanların korunmalarını talep etmiştir. 

Bu bağlamda, kent yoksullarının neredeyse tümünü ilgilendiren zorla tahliyeler ve yerinden etmeyi de buraya ekleyelim. Konutun kullanım değerini göz ardı eden ve tamamen mülkiyet üzerinden yükselen konut politikaları, onlarca yıllık mahallelerin yerinde kalma haklarını ve BM  insan hakları rejimi ile bağlı bulunan konut hakkını çiğnemektedir. Kentlerin bir zamanlar çeperinde olan ancak bugün genişleyen kentlerin merkezi ve cazip bölgelerine dönüşen enformel konut alanları, sermayenin açgözlü rant iştahından kurtulamamaktadır. Kapitalist kentleşme, kent yoksullarının yaşam alanlarından kendine yeni birikim alanları açarak yükselmektedir. Ödenebilir koşullarda yaşamaya elverişli sosyal konut veya kiralık konut politikası olmayan ülkelerde kent yoksulları çeperlere püskürtülmekte ya da ucuz olmaları hasebiyle kentlerin içindeki en emniyetsiz, en sağlıksız konutlarda yaşamaya itilmekte veya evsizlik riskiyle karşı karşıya kalmaktadır. Karavanlarda, araçlarda, kamyonlarda yaşamlar, ne yazık ki kentlerin yeni normalidir.  Konut meselesi sınıf meselesidir ve çözümünün anahtarı da sistemdedir çünkü sistem çarklarını kentin ve konutun finansallaştırılması üzerinden çevirmektedir. 

Yoksulluğun kentleşmesi bağlamında zikredilmesi gereken bir diğer önemli olgu, çevrelerini sömürgeleştiren kentlerin, yerel halkın geçim kaynaklarını yok etmeleriyle  tetikledikleri yerinden etmeler ve göçlerdir. Kapitalist kentleşme, aynı zamanda, yeryüzünü, doğayı, kırsalı, okyanusları, atmosferi ve hatta yerkürenin derinliklerini, ihtiyaçlarına yönelik maden, enerji, altyapı, konut, plantasyon, lojistik projeler ya da iletişim kabloları, uydular ve benzeri tesislerle işgal edip sömürgeleştirirken gezegen boyu yayılmaktadır. Yerkürede dokunmadığı ya da etkilerinin hissedilmediği bölge neredeyse kalmamıştır: “Sibirya’nın tundralarından, Brezilya’nın yağmur ormanlarına, Antartika’nın buzullarından hatta belki okyanuslara ve nefes aldığımız havaya dek, Dünya’nın tüm yüzeyi, hiçbir dönemde olmadığı kadar, şöyle ya da böyle kentleşmiş durumda” (Soja ve Kanai, 2014). Kapitalizm, el attığı her bölgeyi dağıtmakta, balıkçılık, tarım, hayvancılık gibi nüfusların yaşam ve geçim olanaklarını ellerinden almaktadır. Geçim kaynakları ve yaşam alanları gasp edilen  yerli halklar ucuz emek gücü olarak kentlere akmaktadır. Çin ve Hindistan, sürecin önemli örnekleridir. Çin, kurduğu yeni kentlere göçmenleri zorla yeniden iskan ederken, Hindistan kentlerindeki enformel yerleşimlerin sayıları, mevcutların ise nüfusları  katlanmaktadır. Kanal İstanbul bölgesinde kimi onlarca kimi yüzlerce yıl ikamet eden ve tarım hayvancılıktan başka iş bilmeyen kırsal nüfusları da benzer bir gelecek beklemektedir.   

Yukarıdaki veriler ışığında, 21. Yüzyıl’ın sonunda, yeryüzü üzerindeki nüfusların neredeyse tümünün kentlerde yaşayacaklarını, kentli olmayanların bile kentlerin etkilerinden azade olamayacaklarını söyleyebiliriz . Bunun sonucunda, dünya radikal bir dönüşüm geçirecek ve ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal gidişatının tayininde kentler ön plana çıkacaktır. Seller, yangınlar, su ve gıda sıkıntısı gibi etkileriyle iklim krizi, nereden yayılacağı belirsiz pandemiler ve mülteci krizlerinin en büyük nedeni silahlı çatışmalar göz önüne alındığında, kentsel nüfusların  önemli bölümünün yoksullar, evsizler, mülteciler ve göçmenlerden oluşacağını iddia edebiliriz. Bununla birlikte, Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir; gezegenin geleceği yoksul gruplarına yönelik inşa edilmemektedir! 

Yeni Kentleşme Karşısında Kent Yoksulları

Teorik olarak kentler, umudun, refahın, haklar ve özgürlüklerle eşitliğin, farklılıkların, çeşitliliğin, yeniliklerin kaynağı olup en güçsüzlerin seslerini duyurabildikleri; hatta ünlü sosyolog Saskia Sassen’ın vurguladığı üzere tarih yazdıkları yerlerdir. Sahaya indiğimizde ise kenti kent yapan bu değerlerle niteliklerin giderek aşınmalarıyla kentin çözülüşüne (deurbanization) şahit olmaktayız. Adil bir şekilde paylaşılması gereken kentsel refah, yukarıdan aşağıya, alt gelir gruplarına doğru akacağına yukarıya, üst gelir gruplarına kanalize edilmekte, kentlerdeki eşitsizlikler tırmanırken sosyal sınıflar arasındaki uçurum açılmaktadır. Hak ve özgürlüklerin üst gelir gruplarıyla elitlerin tekelinde olduğu; farklılıklar üzerinden yükselen içerici, demokratik kentlerin yerlerini salt üst ve orta-üst gelir gruplarıyla zengin turistlere yönelik Dubai replikalarının aldığı; sosyo-mekansal ayrışmanın yeni normal olduğu; görünür / görünmez duvarlarla birbirlerinden izole edilmiş, birbirlerinin yaşamlarına değmeden yaşayan toplumsal sınıfların oluşturduğu kentlerin dünyasındayız. Üst gelir gruplarıyla küresel elitlerin kentlerin içindeki anklavlarda, kapalı sitelerde ya da dünya üzerinde mantar gibi biten 5-yıldızlı anklav kentlerde, kendileri gibilerle homojen adacıklarına  / kalelerine çekilip afetlere ve krizlere karşı emniyetli yaşamlar sürdükleri bir süreçteyiz: “Tarih boyunca, ekonomik ve kültürel yönlerden, en canlı, en hayat dolu şehirler, içerici, hoşgörülü ve  çok çeşitli bir sakinler silsilesine fırsatlar sunan yerlerdi; ancak, yeni şehirler, nüfuslarının homojen olması için dikkatle projelendirilirler; sakinlerin, kendilerinden farklı kimselerle karşılaşmaları olası değildir” (Moser, 2020). Alt gelir gruplarıyla yoksulların gözden çıkartıldıkları ve özellikle iklim krizi karşısında savunmasız bırakıldıkları, sosyal adaletten nasiplenmemiş bir kentsel sürecin içindeyiz: “Ultra zenginlere yönelik özelleştirilmiş yeşil anklavlardakiler (içerdekiler) ile tükenen kaynaklar ve gel-git dalgaları ile fırtınalar karşısında barınak için kapışan artıklar (dışardakiler)”  (Lukacs, 2014). 

Topluca suçlulaştırılan / kriminalleştirilen kent yoksulları, evsizler, göçmenler ve mültecilerin kentsel kamusal alanlardan sürüldükleri hatta kentlerden kovuldukları; ya da mülteci / göçmen kampları, yoksulluk gettoları, evsiz yatakhaneleri, ıslahevleri ve cezaevlerinde disiplin, gözetim, denetim altında yaşamlara hapsedildikleri “hapishane kentleşmesi”  gidişatın diğer veçhesidir. Yükselen yeni ırkçılığın hedefinde bu gruplar vardır. Sistem, kendisinin yarattığı yoksulluk ve yoksunluğa çözümler üreteceğine çareyi ya yoksulları kovmada ya da hapsederek görünmez kılmada bulmakta, yoksulluğa karşı açması gereken savaşı, yoksullara karşı açmaktadır. Sosyal devlet yerini karakol devletine bırakmıştır: “Baskı artıyor ve şefkatin yerini alıyor. Şehirlerde emlak piyasasındaki daralma ve yüksek işsizlik gibi -evsizliğin, gençlerin aylaklığının ve uyuşturucu salgınlarının sebebi olan- gerçek meseleler göz ardı edilirken disiplin, gözetim ve denetim siyasetleri öne çıkartılıyor” ( Bauman, 2018). 

Kovulmalar Uzamında Kent Yoksulları

Saskia Sassen, 2014 tarihli Expulsions: Brutality and Complexity in the Global Economy (Kovulmalar: Küresel Ekonomide Vahşet ve Karmaşıklık) başlıklı çalışmasında, kovulma fiilini, mevcut sistemin dışına atılma, sistemden tasfiye edilme olarak tanımlar. Sassen, burada kavramsal bir  tasfiyeden ve kovulmadan bahsetmektedir. Kovulanlar, yaşamaya devam etmelerine, varlıklarını sürdürmelerine rağmen sistem tarafından görülmeyerek yok sayılmaktadırlar. Uzun süreli işsizlik buna örnektir. Şöyle ki, senelerce iş arayıp bulamayan ve kronik işsizliğe mahkum olanlar ilgili hesaplamalardan, istatistiklerden düşmekte, yok muamelesi görmektedirler. Uzun süreli yoksulluk, göçmenlik ya da mültecilik için benzer sonuçlar öngörmek mümkündür. Toplama kamplarından bir türlü kurtulamayan ve arafta süresiz yaşamlara mahkum edilen mülteciler, cismen o kamplarda ne kadar yer tutarlarsa tutsunlar bir zaman sonra görünmez olacaklardır! Nitekim, evsizler de böyle değil midir?

Sassen, sosyal dışlanmanın çok ötesinde bir olguya işaret etmektedir. Dışlananlar, sistemin içinde yer almaları hasebiyle, eninde sonunda içerilme umuduna sahiptir. Geçmişte, kentlerde işe ve aşa erişerek yoksulluğu yenme, sınıf atlama fırsatına sahip olan yoksul gruplarının bugün böyle bir şansları yoktur; sistemden düşmüşlerdir. Sassen’a göre, zamanımızın sistemik sınırı kovulmalar uzamıdır. Oysa Keynesyen dönem, tam aksine, bir içerilme, içerme uzamıdır. İdealinin böyle olması gerektiğinden ziyade zamanın yapısal sistematiklerinin kitle üretimi ve kitle tüketimi üzerinden çalışmaları nedeniyle, mecburiyettendir. Finansallaşma üzerinden çalışan günümüz sistemi ise kovulmalar uzamını yaratmaktadır. Nüfusları içeriye alan, içerici bir düzlemden onları kovan bir düzleme geçilmiştir. Sistemden kovulanlar, Bauman’ın (2018) deyimiyle “atık” insan yığınları olarak geri kazanılmalarından vazgeçilip tasfiyelerine karar verilenlerdir.  Kentler, siyaseten en güçsüzlerin tarih yazabildiği mekânlar olmaktan hızla çıkarken çoğulcu yapılarından söz etmek artık çok mümkün değildir. 

Kent Finansallaşır, Yoksul Nüfuslar Kışkışlanır

Gidişatın başat aktörü finans sektörüdür; yaşama dair ne varsa onu finans varlığına dönüştürerek, kenti de metalaştırarak, finansallaştırarak birikimini sağlamaktadır. En veciz şekli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (23 Nisan 2021) ifadesidir: “Ben bunları hep şuna benzetiyorum. Arsa var, arazi var. Araziyi arsaya dönüştürmek için belli bedel ödemek gerekiyor. Aksi takdirde arazinin hiç bir anlamı yok.” Burada, bedeli ödeyenin kent yoksulları ama aslında kullanım değeri iğdiş edilen kentin kendi olduğu ya bilinmemektedir ya da ilgilenilmemektedir. Sassen, finans sektörünü madenciliğe benzetir. Madencilik nasıl ki yeryüzünü kazarak, toprağı ve toprak üzerinde tutunan tüm canlı varlıkları sökmekte ve çevre ile doğayı da geri dönülmez biçimde mahvetmekteyse kentin kullanım değerini katleden finans sermayesi de finans varlığına indirgediği kenti yok etmekte, kentlerde tutunan yoksulları söküp atmaktadır. Ve, diğer maden alanlarına koşturan madenciler misali başka kentlere, başka yıkımlara yol almaktadır: “Asalaklar dünyanın müşterek refahını kıtır-kıtır yiyerek bitirmekte; insanların mal varlıklarına el koyarak, konutlarını haciz ederek, toprağa bir finans varlığı ve spekülatif kazanç aracı muamelesi yaparak toplumsal gövdeyi içinden yavaş yavaş yok etmekteler” (Merrifield, 2013). 

“Gezegende sömürgeleştirilecek boş bir toprak kalmadı; dahası, yerli nüfusu temizleyerek yeni gelenlere yer açmaya zorlayacak kadar gücüyle övünen hevesli sömürgecilerin böyle göreceği ve davranacağı bir toprak kalmadı,” diyen Zygmunt Bauman (2018), “yerleşim kapasitesinin sınırlarına ulaşan dolu bir gezegende barış  içinde birlikte nasıl yaşanacak?” diye sorar. Yakın gelecekte, barış içinde kentlerde yaşamak istiyorsak, kentin ve konutun kullanım değerini yerle yeksan ederek, değişim değeri üzerinden finansallaştıran sisteme karşı sosyal adalete sahip içerici bir kentin inşası gerekmektedir. Bugün bir yandan dünya üzerinde, yatırım amaçlı, spekülasyon amaçlı elde tutulan boş konut stokları artarken, diğer yandan afetlere, krizlere ve pandemilere karşı savunmasız bırakılan yoksul gruplarının insan onuruna yakışan konut hakkından yoksun yaşamlar sürdükleri, kentlerden kovuldukları ya da hapis yaşamlara mahkum edildikleri bir düzlemde sosyal adaletin ve barışın anlamı var mıdır?        

Son Söz

Sözü yine Sassen’e verelim. Ünlü sosyolog, çağlar boyunca imparatorluklar, devletler, yönetimler yıkılsa da şehirler hep baki kalmıştır, der. Sassen, kent derken, elbette ideal olandan bahsetmektedir; kendi deyimiyle, siyaseten en güçsüzlerin tarih yazabildiği kentten. Bugünün kentleri, her ne kadar dışlayıcı, ayrıştırıcı, tek tipçi ve homojen kentler olarak sadece üst gelir gruplarına yönelik dönüştürülmekte ya da böyle özelliklere sahip yepyeni kentler inşa edilmekteyse de, pandeminin ve iklim krizinin yangınlarıyla sellerinin, kısaca kriz ve felaketlerin dünyaya öğrettiği en önemli şey, yaşamın devamı için birbirimize olan ihtiyacımızdır; dayanışma ve kolektivitenin önemidir.  Bu nedenle, umudu içimizde tutarak, yoksulu, mülteciyi, göçmeni, evsizi kovan kentlerde dahi gün gelir tarihi onlar yazar, diyerek bitirelim.   

Kaynakça

Arabacı, R. Y. (2019). Dünya Bankasının Yeni Uluslararası Yoksulluk Sınırları ve Küresel Yoksulluğun Yeniden Değerlendirilmesi. Sosyal Güvenlik Dergisi, Haziran 2019, s.123-140. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/744513

Bauman, Z. (2018). Kapımızdaki Yabancılar. İstanbul: Ayrıntı Yayınları. 

BM Ekonomik, Sosyal, Kültürel Haklar Komitesi (1991). 4 Numaralı Genel Yorum: Yaşamaya Elverişli / Yeterli Konut Hakkı.  https://ihop.org.tr/ekonomik-sosyal-ve-kueltuerel-haklar-komitesi/

(1997). 7 Numaralı Genel Yorum: Zorla Tahliyeler.  https://ihop.org.tr/ekonomik-sosyal-ve-kueltuerel-haklar-komitesi/

Farha, L. (2020, 28 Nisan ). Protection for Those Living in Homelessness. The Shift. https://www.make-the-shift.org/protection-for-those-living-in-homelessness/

He, S., Wang, K. (2019). Enclave Urbanism. Orum, Anthony (Der.). The Wiley-Blackwell Encyclopedia of Urban and Regional Studies içinde (s.1-5).

Lukacs, M.  (2014, 21 Ocak). New, privatized African city heralds climate apartheid. The Guardian.  https://www.theguardian.com/environment/true-north/2014/jan/21/new-privatized-african-city-heralds-climate-apartheid

Merrifield, A.  (2014). The New Urban Question. London: Pluto Press.

Moser, S. (2020, 21 Şubat). New Cities: Engineering Social Exclusions. 

O şiirin Erdoğan’ın aklına getirdikleri: “Arsaya dönüştürmek için bedel ödemek gerekiyor…”. Cumhuriyet. (2021, 23 Nisan). https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/o-siirin-erdoganin-aklina-getirdikleri-arsaya-donusturmek-icin-bedel-odemek-gerekiyor-1830486

Sassen, S. (2014). Expulsions: Brutality and Complexity in the Global Economy, Cambridge, Massachusetts: The Belknap Press of Harvard University Press

Soja, W.E., Kanai, M. (2014). The Urbanization of the World. Neil Brenner (Ed.), Implosions / Explosions Towards a Study of Planetary Urbanization içinde  (s.142-160). Berlin: Jovis.

The World Bank (2021, 15 Nisan). Poverty Overview. https://www.worldbank.org/en/topic/poverty/overview

Yazıcı, G. (Mülakat yapan)  & Goldman, M. (Mülakat yapılan). (2014). Michael Goldman ile Söyleşi: “Kent finansallaşır, ahali kışkışlanır”. Express (140), 10-11.

0 comments on “Bölünmüş gezegen: Kentleşen dünyada yeni yoksullar

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: