DÜNYADAN

BRİTANYA SİYASETİNDE DEPREM: JEREMY CORBYN’İ NELER BEKLİYOR? ​

​Çok değil, 6 ay önce “İşçi Partisi’nin lideri olacak” deseler kimsenin inanmayacağı 66 yaşındaki sosyalist siyasetçi Jeremy Corbyn, 12 Eylül’de açıklanan liderlik zaferini, parlamento yakınındaki bir puba gidip birasını höpürdeterek ve çevresindekilerle çoşku içinde Kızıl Bayrak marşını söyleyerek kutladı.

“Halkın bayrağı en koyusundan kızıldır” sözleriyle başlayan İşçi Partisi’nin yarı resmi marşı, muhtemelen uzun zamandır bu kadar aşk ve heyecanla söylenmemişti.

“Eski günlerde”  Guardian’dan  Simon Hoggart’ın tarifiyle, “Partililer milyonlarca sigara ve tonlarca biradan süzülmüş çatlak sesleriyle bu marşı ezbere ve öyle yürekten söylerlerdi ki, kızıl bayrak yarın barikatlarda dalgalanacak sanardınız, tabi hava iyi olursa.” [1]

İşçi Partisi, bu satırların sevecen bir istihzayla ima ettiği gibi, daha önce de “devrimci” bir parti değildi, ama bizzat sendikal mücadelenin bağrından doğmuştu ve geçen yüzyıl içinde Britanya’da sosyal adalet, kamu hizmetleri, sosyal devlet, temel hak ve hürriyetler alanlarında önemli reformlara imza atmış bir hareket olmuştu.

Ta ki, Thatcher neo-liberalizminin 18 yıl süren[2] iktidarı solu ciddi bir geriletmeye uğratıp, İşçi Partisi’nin sosyal devletçi değerleriyle ülke yönetilemeyeceğine, İşçi Partisi’nin kendisini bile ikna edinceye kadar. [3]

Tony Blair’in 1997’de İşçi Partisi’ni “seçilebilir” bir parti yapma vaadiyle başlattığı ve hakikaten de iktidara taşıdığı değişim, yani “Yeni İşçi Partisi” çizgisi,  partinin zaten 100 yıllık tarihi boyunca erezyona uğratılan işçi sınıfı bağlarını iyice koparmayı ve partiyi rakibi Muhafazakar Parti’den fikren çok farklı olmayan “daha becerikli” bir versiyonu olarak sistemin hizmetine sunmayı hedefledi. Başardı da.

Sendikaların, parti politikalarında ve yönetimindeki önemini koruyan tüzük maddeleri birer birer değiştirildi. Parti kampanyalarını, artık inançlı kadrolar değil, kim çok para verirse ona hizmet eden -Saatchi&Saatchi gibi- dev reklam şirketleri yürütür oldu. Artık seçmen, parti imajının satılacağı potansiyel bir “müşteri” olmuştu.

Blair’in bu konularda ne kadar başarılı olduğunu, neo liberalizmin dünya çapındaki en ünlü uygulayıcılarından Muhafazakar Partili başbakan Margaret Thatcher’ın 2002 yılındaki sözleri çok güzel özetler.

Bir davette, konuklardan birinin “Hayattaki en büyük başarınız nedir?” sorusuna Thatcher “Tony Blair ve Yeni İşçi Partisi” diye cevap verir ve açıklar: “Biz, muarızlarımızın düşünme biçimini değiştirdik.” [4]

İşçi Partisi’nin başına gelenler açısından bir metafor olarak Kızıl Bayrak marşına geri dönersek, her yıl parti kongresi kapanışında söylenen bu marş, Blair yıllarında bir süre tamamen tedavülden kaldırıldı.

2011 kongresinde geri getirildiğinde ise şık ve güzel sesli bir sopranoya söyletilip, sözleri pahalı kartlara bastırılmış olarak delegelere dağıtıldığında, hayatını partiye adamış eski toprak bazı delegelerin neler düşündüğünü merak etmemek elde değil.

Hep muhalif bir politikacı

Britanya’nın solcusu, sosyalisti, çevrecisi, kadın hakları savunucusu, göçmeni, mültecisi, ezileni, yoksulu, işçisi, işsizi, evsizi, haksızlığa uğrayanının son otuz küsur yıldır sürekli yanında gördüğü bir isim Jeremy Corbyn.

Gösterişsiz, düşünceleriyle tutarlı hayatı, efendiliği ama aynı zamanda ödünsüz ilkeliliği ile tanınıyor.

Eski İşçi Partisi milletvekillerinden Chris Mullen onu anlatırken, “Trende rastlarsınız, evde yaptığı vejetaryen sandviçini çıkarır. Bölüp yarısını size verir. İyi biri” diyor. [5]

Parlamentoda temsil ettiği Londra’nın Islington North seçim bögesinde çok sevilen biri. 32 yıldır partisinin çizgisindeki bütün değişimlere rağmen, aynı bölgeden milletvekili gösterilmesi ve seçilmesini başka şekilde izah etmek de mümkün değil zaten.

Buna karşılık Corbyn, yıllarca “Yeni İşçi Partisi” olarak tanımlanan Blairci parti çizgisini, onun iktidardayken uyguladığı piyasa odaklı ekonomi politikalarını, dışarda Afganistan ve Irak işgallerini, içerde hak ve özgürlüklere terörizmle mücadele gerekçesiyle getirilen kısıtlamaları şiddetle reddettiği, bu politikalara karşı her türlü kampanyaya aktif olarak katılan biri olduğundan, teşkilatında epey yalnız olduğunu söyleyebiiriz.

Bu çizgisiyle de liderliğe aday gösterilene kadar, bırakın ana akım medya ile sağ ve liberal çevreleri, partisinin egemen kliği tarafından bile, modası geçmiş sol siyasetlerde ısrar eden naif, “müzmin muhalif” biri olarak görüldü.  

Aday bile olmayacaktı

Aslında Corbyn’e kalsa aday olmayı düşünmeyecekti bile. Mayıs ayındaki genel seçimlerde ağır bir yenilgi alan, seçmenin ilgisini çekmeyen bir liderlik yarışına hazırlanmakta olan İşçi Partisi’nde bir grup milletvekili, Corbyn’i son anda, yarış biraz renklensin diye önermişlerdi.

Ama kırk yıldır iktidarda olan politikacı tipinin ve fikirlerinin adeta anti tezi olan Corbyn, büyük ve daha önce benzeri görülmedik bir heyecan dalgası yarattı. Daha doğrusu, sanki bu büyük bir heyecan dalgası kabarmak için böyle bir bahane bekliyordu.

İnternet yoluyla yapılan ve sadece İşçi Partisi üyeleri değil, küçük bir bağış yapan seçmenlerin de katılabildiği liderlik oylaması devam ederken Ağustos ortalarında gelen inanılmaz  haberler partinin merkez-sağ kliğinde panik ve şaşkınlığa yol açtı.

400 bin civarında seçmen, bağış yaparak oy kullanmış, parti teşkilatlarına kısa süre içinde 160 bini aşkın çoğu genç yeni üye kaydolmuş, oy kullanılan site yoğunluktan çökme noktasına gelmişti. Herkes Corbyn’i konuşuyordu.

Partinin kurucu üyelerinden en büyük üç sendika da (Unite, Unison, CWU) açıkça Corbyn’den yana ağırlıklarını koymuşlardı.

Corbyn’in “Savaş suçlarından yargılanması gerekir” dediği, eski başbakan Tony Blair, telaş içinde Guardia’a bir makale yollayarak, üyelere “Jeremy Corbyn’e oy vermeyin” mesajı verdi.

Blair “Benden nefret ediyorsanız bile ne olur İşçi Partisi’ni uçuruma sürüklemeyin” başlıklı yazısında Corbyn’in olası liderliğinin partinin 100 yıllık tarihinde karşılaştığı en büyük tehlike olduğunu, partinin tamamen silinip yok olabileceğini yazdı. [6]

Blair’i partinin diğer bazı ağır topları izledi ama çok ilginçtir ki aleyhte söylenenler, sadece Corbyn’in çekiciliğini artırmaya yarıyordu.

Sonunda Jeremy Corbyn oylamaya katılanların yüzde 60’a yakınının oylarını alarak İşçi Partisi lideri seçildi. En yakın adayı 40 puan geride bıraktı.

Neden 32 yıl sonra Corbyn?

Peki ne oldu da, ilk milletvekili seçildiği 1983’ten bu yana  partisinin çeperlerinde gezen bir politikacı bugün kamuoyunda böyle bir heyecan yaratabildi? 

İngiltere politikasını yakından izleyen Cumhuriyet gazetesi yazarı iktisatçi Ergin Yıldızoğlu, bu soruya aydınlatıcı bir yanıtı, beklenmedik birinin, Financial Times’ın politika editörü Philip Stephens’ın verdiğine dikkat çekiyor. [7]

Stephens,  Corbyn’in yükselişini “2008 mali krizinden sonra olanlar değil, olmayanlar” ile açıklıyor: [8]

 “Kriz liberalkapitalizmin mercek altına alınmasınayol açacak yerde, krizin sorumlusu seçkinler,hiçbir bedel ödemediler, krizin yükünühalkın sırtına, sonu gelmez kemer sıkmapolitikalarıyla yüklediler”

“Kapitalizmin tüm diğer seçeneklerden daha iyi olduğunu vurgulamak yetmez. Dizginlenmemiş bir kapitalizmin, serbest piyasanın tüm kazanımlarını toplumun en tepesindeki yüzde 1’e verirken,  kemer sıkma ve sıkıntıları geri kalanların sırtına yüklemesi sürdürülebilir bir durum değildir.”…

Financial Times yazarı Stephens, bankacılık krizi sonrasında, Avrupa’nın bir çok ülkesinde benzer şeyler yaşandığını, başka koşullarda bir devrime yol açabilecek bu isyanın şimdilik sadece sağ ve sol popülizmin yükselişiyle kaldığını da ekliyor.

Piyasa ekonomisinin, iş dünyasının içinden bir sesten, kemer sıkma politikalarına yönelik ciddi eleştiriler ve önemli tespitler bunlar.

Aslında Britanya’da 2011 yılında bütün yerleşik kurumlar ve partileri hazırlıksız yakalayan ve aylarca ülke gündemine oturarak neo liberalizmi sorgulatan İşgal (Occupy) hareketi, kuşkusuz Stephens’ın bahsettiği tepkilerin ilkiydi.[9]

Britanya açısından baktığımızda, geçen yıl yapılan İskoçya bağımsızlık referandumu sürecinin, partilerin kontrolünden çıkarak, bir sistem sorgulamasına dönüşmesi, bütün bir kamuoyuna harıl harıl, sosyal devlet, katılımcı demokrasi ve halkçı politikalar ihtiyacını tartıştırması da, bugün Corbyn’i muhalif siyasetin bir numarasına taşıyan dalganın habercisi olarak okunmalı.

Küresel kapitalizme karşı küresel rüzgarlar

2008 mali krizi sonrası izlenen politikalar, sadece Britanya değil, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde, küresel kapitalizmin karşısına bir süredir ciddi sürprizler ve sarsıcı tepkiler çıkarıyor, henüz sistemi yıkamıyor, değiştiremiyor belki ama sorgulatıyor.

Mali krizden sonra İspanya’da patlak veren Öfkeliler (Indignados) ve onu izleyen İşgal (Occupy) hareketi ABD ve İngiltere ile bir çok Avrupa ülkesini içine alan bir rüzgara dönüşmüş, kendiliğinden sokağa dökülen ve içinde yaşarken demokratik bir harekete dönüşen emekçi, dar gelirli kitleler kendi güçlerine şaşmıştı.

Kapitalizmin derin mali krizi ve bunu aşmak için kimi kurban etmeye hazırlandığının belli olmasıyla dünyanın çeşitli yerlerinde patlak veren bu tepkiler sadece ekonomik ve sosyal adalet değil, kendi seslerini daha kalıcı kılacak siyasi katılım ve demokrasi talepleriyle de yükseldiler.

Bu yeni ve dönüştürücü tepkinin yankıları sadece mali krizin yaşandığı ülkelerle sınırlı kalmadı. Arap baharı, Tahrir ve iki yıl sonra Gezi ait oldukları ülkelerin dinamikleriyle Avrupa ve ABD’de yükselen kitlesel hareketlerin ruhunu ve yöntemlerini harmanladılar, küresel kapitalizme ve onun anti demokratik görünümlerine direncin parçası oldular.

Daha yakında Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos’u yükselten de bu tarihi dalga ve bu konjonktür.

İşte Britanya’nın bugününde bu konjonktüre denk düşen rüzgarın da Corbyn’i siyaset sahnesinin önemli bir yerine taşıdığını söylemek yanlış olmaz.


Corbyn’in ilk sınavı: Parti kongresi

Taşıdı taşımasına ama Corbyn ne yapabilecek? Onlarca yıldır sağdaki Muhafazakar Parti’ye, onun yöntemleri onun ideolojisine öykünerek rakip olan, egemen sistemin güçlü bir parçası koca bir İşçi Partisi cihazına sözünü geçirebilecek mi? Onu değiştirebilecek, arkasından sürükleyebilecek mi?

Liderliğe seçildikten iki hafta sonra Eylül sonunda partisinin yıllık kongresinde Corbyn ilk sınavını, verdi.

Yalnız bir adam olduğu söylenebilirdi kongrede. Önde gelen bazı sendikacılar ile az sayıda bölge delegesi  sayılmazsa, delegelerin ve milletvekillerinin çoğu 20 yıldır inşa edilen Yeni İşçi Partisi anlayışının yetiştirdiği ve Corbyn’i desteklemeyen politikacılar.

Buna karşılık Corbyn gücünü –en azından bir süre için- yüzde 60 gibi muazzam bir oyla seçilmesinden, partiye yüzbinlerce yeni üye ve yandaş ile büyük bir çoşku getirmiş olmasından alıyor.

Kongredeki konuşmasında da bunu hatırlattı, “Beni seçenler, partide değişime oy verdi” dedi ve kasdettiği değişimin ana hatlarını çizdi. [10]

Ekonomide, onlarca yıldır alternatifsizmiş gibi sunulan neo-liberal kemer sıkma ve kamu harcamalarını daraltma çizgisinin yerine, tam tersine kamu yatırımlarını artırarak ekonomiyi canlandırmanın şu an en makul politika olduğunu anlatması taze bir nefes etkisi yarattı.

Blairciliğin ve Yeni İşçi Partisi çizgisinin resmen tarihe gömüldüğünü ilan ettiği konuşmasında temel mesajları, sosyal adalet, daha iyi kamu hizmeti, daha çok kamu yatırımı, daha geniş hak ve

hürriyetler, savaşa değil barışa destek, nükleer silahsızlanma, uluslararası hukuka saygı, çevre duyarlılığı ve mülteciler konusunda kapsamlı uluslararası işbirliği oldu.

Partinin direksiyonunu net bir şekilde sola döndürdü ama muhaliflerine zeytin dalı uzattı, birleştirici mesajlar verdi.

Küçük detaylarda bile çok farklıydı. Buna iyi bir örnek, diğer liderler gibi kürsüye eşini çıkarıp kameralara mutlu aile pozları vermemeyi tercih etmesiydi. Britanya siyasetinin erkek egemen, muhafazakar, aile değerleri odaklı ve bir hayli Amerikanvari bir kalıbını oracıkta kırıverdi.

Corbyn, partisinin kuruluş ilkelerine sadakatini vurgulamak istercesine konuşmasını, partinin kurucularından Keir Hardie’den bir anekdotla tamamladı.[11]

“Keir’e birisi “Kendini, hayatının anlamını nasıl özetlersin’ diye soruyor. Keir, bir an düşündükten sonra, ‘Ömrüm yanlışa karşı ilahi bir itiraz oluşturmaya çalışmakla geçti’ diyor. Gelin biz de adaletsizliği, önyargıyı reddedelim, birlikte daha özenli bir siyaset daha şefkatli bir toplum inşa edelim.”

Bundan sonra neler olabilir?

Corbyn’in bu sözlerle sona eren konuşması delegeler tarafından ayakta alkışlandı. Ama bu hiç bir şeyin göstergesi değil.

Siyasi yorumcular daha şimdiden parti içinde Corbyn’in kuyusunun nasıl kazılacağının, hatta bir sonraki liderin kim olabileceği hesaplarının yapıldığını, ittifakların oluştuğunu yazıyorlar. Sendikacıların bile kolayca saf değiştirebileceği konuşuluyor. 

Alışılmış siyasi kriterler çerçevesinden bakarsak Corbyn’in parti liderliğine gelecek genel seçime kadar devam edebilmesi, gelecek yıl yapılacak bir dizi bölgesel ve yerel seçimden partisini nispeten de olsa başarılı bir şekilde geçirmesine bağlı görünüyor. [12]

Ama ondan önce yıl sonuna doğru Muhafazakar Parti’nin parlamentodan geçirmeye çalışacağı yeni kemer sıkma önlemlerinine muhalefet edecek.

Mülteciler konusunda daha fazla adım atılması için hükümeti zorlayacak, ve kendisini destekleyen sendikacıları da, grev yapmayı daha da zorlaştıran yeni yasa tasarısına karşı koyacak.

Önümüzdeki bir kaç ay içinde daha önceki İşçi Partisi yönetiminin yapmadığını yaparak dar gelirlinin, mağdurun, ezilenen sesini parlamentoya, artık sadece kendi adına değil partisi adına taşıyacak.

Fakat her gün, her adımında karşısında,  sadece iktidar partisi muhafazakarları değil, bizzat iktidar oyunlarında iyice ustalaşmış kendi partisinin, büyük medyanın, yerleşik kurumlar ve sermaye çevrelerinin tuzaklarını, kulislerini, engellemelerini, hücumlarını bulacak.

Burada önemli bir handikapı da kuşkusuz, ömrünün çok uzun bir bölümünde “protesto” siyaseti yapmış olmak. Bütünlüklü alternatifler ortaya koyabilmesi gerekecek. Ekonomik politikaya ilişkin önermelerini detaylandırması muhalefete olduğu kadar iktidara da hazır olduğunu göstermesi ve bunun için herşeyden önce parti teşkilatına sözünü geçirebilmesi beklenecek.

Her şey bi yana Corbyn gibi bir politikacının ana muhalefet liderliğine seçilmiş olması, ezilen ve sömürülenler, savaş mağdurları, göçmenler, kadınlar, egemenlik avantajlarından yararlandırılmayan çeşitli kesimler, daha katılımcı bir demokrasi özleyenleri sevindirici ve umut verici bir gelişme oldu.

Ama kısa vadede Corbyn’in neleri başarıp neleri başaramayacağı konusunda büyük beklentiler ya da hayal kırıklıkları içine girmemek lazım, çünkü önünde büyük engeller var.

Ama bu gelişmede en sevindirici ve umut verici olan şey aslında Corbyn’i parti liderliğine taşıyan kitlelerin heyecanı ve ifade etmiş olduğu değişim talebidir.

İnsanlık tarihinin bu döneminde, mevcut ekonomik ve siyasi düzene yön verenlerin çoğunluğa dayattığı acı reçetelere karşı büyüyen direnç gözlerimizin önünde, yıldan yıla, ülkeden ülkeye devreden ve zenginleşen bir süreç halinde akmakta.

Britanya siyasetinde Corbyn gibi bir politikacının yükselişi de bu sürecin içinde ve onunla beraber gerçek anlamını kazanacak.


[1] Simon Hoggart, Guardian,  30 Eylül 2011, http://www.theguardian.com/politics/2011/sep/30/simon-hoggart-sketch-labour-conference

[2] 1979-1997 arası. Bunun son 7 yılı Thatcher’sız ama fikirlerinin hala kuvvetle iktidarda olduğu yıllardı.

[3] Bütün bunların aynı zamanda dünya genelinde yaygın şekilde kapitalizmin zaferi ve sosyalizmin yenilgisi olarak yorumlanan bir konjonktürde, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa Sosyalist rejimlerinin çöküşü döneminde yaşandığını da not etmek gerekir.

[4] Muhafazakar Parti mensuplarının ouşturduğu conservativehome blog sitesinden, Conor Burns,   11 Nisan 2008, http://conservativehome.blogs.com/centreright/2008/04/making-history.html

[5] Chris Mullen, İşçi Partisi eski milletvekili (1987-2010), Panorama programı, 7 Eylül 2015, https://www.youtube.com/watch?v=0O7swacyZnY

[6] Tony Blair, 13 Ağustos 2015, http://www.theguardian.com/commentisfree/2015/aug/12/even-if-hate-me-dont-take-labour-over-cliff-edge-tony-blair

[7] Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 14 Eylül 2015, http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/368011/Nihayet_iyi_bir_haber.html

[8] Philip Stephens, Financial Times, 10 Eylül 2015, http://www.ft.com/cms/s/0/8eaca74e-579f-11e5-9846-de406ccb37f2.html#axzz3p8lozAKs  (Çevirinin ikinci paragrafı bana ait)

[9] IFMC İktisat Dergisi, sayı 523-Bitmeyen Kriz, Kumru Başer,  Krize Kitlesel Bir Cevap: İşgal Hareketi, Mayıs 2013. http://kumrubaser.blogspot.co.uk/2013/05/iktisat-dergisi-krize-kitlesel-bir.html

[10] Jeremy Corbyn, Kongre konuşması video kaydı, 29 Eylül 2015, http://www.bbc.co.uk/programmes/b06g1ltx

[11] İşççi Partisinin efsanevi kurucusu, lideri ve parlamentodaki ilk milletvekili, İskoç sendikacı (1856-1915). 

[12] Önümüzdeki yıl Britanya’da Galler bölgesi ve İskoçya parlamentoları ile Londra da dahil bazı belediyelerde seçimler yapılacak. 

0 comments on “BRİTANYA SİYASETİNDE DEPREM: JEREMY CORBYN’İ NELER BEKLİYOR? ​

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: