16 Nisan’dan bugüne yaşanan gelişmeler bakımından Kılıçdaroğlu’nun liderliği daha da tartışmalı hale geldi. Parti liderliğinin Hayır oylarını korumak konusundaki çekingen tavrı Kılıçdaroğlu’na yönelik seçmen antipatisini güçlendirmiştir. 2010-2017 arasındaki sayısız seçim yenilgisi mevcut parti yönetimini zaten ciddi ölçüde yıpratmıştı. Pek çok kişiye göre Erdoğan’nın uzun süren iktidarının gerçek dayanağı Baykal, Bahçeli ve Kılıçdaroğlu gibi liderlerin siyaset yapma tarzında gizliydi. Muhalefet kendini ideoloji, örgüt ve liderlik düzlemlerinde bir türlü yenileyememiş, iktidarın çevresinde kümelenmiş tarihsel bloka alternatif bir yapı inşa edilememişti. 16 Nisan gecesi yaşananlar ihtimal ki son parçanın da kırılmasına ve duygusal bir kopuşa yol açtı. Hayır oyu vermiş kitle Kılıçdaroğlu’nun memur ürkekliğinde kendilerine ihanet etmiş bir liderin sorunlu tavrını gördüler.
Bu ruh durumu parti elitleri içerisinde de dalgalanmaya yol açtı. Kılıçdaroğlu’nun hukuk ve parlamento ortadan kalkerken hala ve tek başına hukukun ve parlamentonun sınırları içerisinde cılız açıklamalar yapan siyaset tarzı Baykal’ı Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştıran bir öneri sunmasına yol açtı. Baykal parti liderliğinden Hayır cephesini bir arada tutacak bir vizyon ve isim önermesini istiyordu. Kılıçdaroğlu kendisi aday olmayacaksa aradan çekilmeliydi. Baykal’ın yaptığı gibi yapıp Türkiye’nin içerisinden geçmekte olduğu hegemonya mücadelesini basitçe bir parti içi liderlik mücadelesine indirgemek sorunludur şüphesiz ki. Ancak Halk Partisi eski genel başkanının haklı olduğu bir nokta var. Bugünden 2019 için hazırlık yapmaya başlamalıyız. Herkesin çok iyi bir şekilde bildiği üzere aslında Hayırcı kitle kendi içerisinde anlaşmış bir cepheyi karakterize etmiyor. Erdoğan’a karşı çıkmak dışında ortak bir noktası yok Hayırcıların. Oysa ortak bir iyi tasarımına ve siyasi kültürel kodlar bakımından muhalefet içi bir anlaşma durumuna ihtiyaç var. Muhalefet AKP’ye karşı çıkmak dışında ortak bir paydada buluşamadığı için 7 Haziran seçimleri oyları azalsa dahi iktidar partisinin mevcut konumunu sarsmadı. Baykal’ın bize hatırlattığı mevzu hakkında çalışmazsak 2019’daki seçimlerin de 7 Haziran’dan farkı olmayacak.
İkinci önemli hamle Fikri Sağlar’dan geldi. Sağlar bir süredir Genel Başkanın şahsı ve yönetim anlayışına yönelik eleştirilerini yoğunlaştırarak devam ettiriyordu. 16 Nisan’dan sonra ise eleştiriler yandaş medyada da yer buldu. Sağlar’ın Akşam gazetesine verdiği ve Kılıçdaroğlu’nu tek adamlılıkla suçladığı beyanat disiplin sürecinin işletilmesi ve Sağlar için partiden atma seçeneğinin devreye girmesine yol açtı. Bu olay üzerinden bir dizi hatırlatma yapılabilir. Yakın zamana kadar Kılıçdaroğlu’nun selefi Baykal’dan en büyük farkı parti için hizipleri bitiren kapsayıcı ve iletişime açık yanıydı. Genel Başkan, Baykal, İnce, Sağlar ve Sarıgül gibi potansiyel genel başkan adaylarıyla seviyeli bir diyaloğu hep korudu. Partinin dışına itilenleri partiye kazandırdı. Ayrıca ön seçim gibi mekanizmalarla parti içi demokrasinin gelişmesine yardımcı olundu. Ancak Fikri Sağlar’ın ihracı süreci demokrat Kılıçaroğlu imgesinin tarihe karıştığını gösteriyor. Kendisini eleştiren kişileri partiden atmak geçmişte Baykal, bugünlerde ise Bahçeli’nin siyaset yapma tarzını hatırlatıyor. Meral Akşener’i kapının önüne koyan Bahçeli neyse Fikri Sağlar’ı kapının önüne koyan Kılıçdaroğlu da odur. Ayrıca tek adamlılıkla eleştirilen bir kişinin kendisine tek adam diyen muhalif siyasetçiyi partiden atması kendi kendini kanıtlayan kehanet gibi bir sonuç doğurmakta. Kılıçdaroğlu’nun Sağlar’a tavrı Sağlar’ın iddiasının gerçeği yansıttığını ve CHP liderinin gerçekten de tek adam olduğunu kanıtladı.
Selin Sayek Böke’nin istifası ise ihtimal ki Baykal ve Sağlar’nın yarattığı krize göre sonuçları daha uzun vadeli bir dip dalganın ifadesi. Çünkü Söke, Kılıçdaroğlu ekibinin gözde siyasetçilerinden biriydi. Bir anlamda partinin vitrininde yer alan bir isimdi. Üstelik Söke, Özel, Ağbaba, Erdoğdu, Cihaner gibi isimler parti içi sol kanadı oluşturuyorlar. Söke’nin istifası parti içerisindeki ve dışındaki kamuoyuna açıkça şunu gösterdi ki, Kılıçdaroğlu’na yönelik güvensizlik hissi sadece Baykal, İnce ve Sağlar gibi muhalif kimliği öne çıkan isimlerle sınırlı değil. Kılıçdaroğlu’nun yakın çalışma arkadaşları arasında da bir rahatsızlık var. Partinin sol kanadı da mevcut lideri “pısırık” ve “yetersiz” buluyor. Özgür Özel’in bu olaydan birkaç gün sonra yaptığı açıklamalar, özellikle de “Türkiye’ye önerdiğimiz demokrasiyi parti içerisinde de yaşatmak zorundayız” ifadesi ve “Fikri Sağlar’ın ihracının ağır ve yanlış bir karar” olduğuna yönelik kanaati önemlidir. Kırılma biraz daha belirgin hale gelirse parti içi sol unsurlar Kılıçdaroğlu karşısında kendi yol haritasını çizebilir.
Peki, geldiğimiz yer bakımından bu tabloyu nasıl yorumlamalıyız? Her şeyden önce Kılıçdaroğlu liderliği siyasi inandırıcılığı ve bu inandırıcılık ölçüsünde siyasi ömrünü de tamamlamıştır. Parti liderliğinin 2010’dan beri alınan seçim sonuçlarından kendisini sorumlu tutmaması ve sanki ülkede hiçbir şey değişmemiş gibi AKP karşıtı siyaseti parlamento içi bir mücadele olarak tahayyül etmesi ulaşılan bu tükenmişlik halinin temel nedenleri arasındadır. İnandırıcılık azaldıkça, yani ikna unsuru iktidarın devamlılığı noktasında etkin olmaktan çıktıkça zor ve şiddete yüklenmek dışında bir seçenek kalmaz. Kılıçdaroğlu’nun geldiği yer de tam olarak burasıdır. Son bir ayda Kılıçdaroğlu çevresindeki meşruluk dairesi daha da daralmıştır. Bu daralmaya paralel bir şekilde liderliğin kullandığı söylem de o ölçüde antidemokratik bir kerteye doğru irtifa kaybetti. Kılıçdaroğlu’nun kendisine muhalefet edenleri “Saray’ın adamı olmakla” suçlanması ve “kapının önüne koyarım” tehdidi bahsi geçen irtifa kaybının somut örnekleridir.
Son olarak şöyle bir hatırlatma yapılabilir: Her türlü oluşum gibi siyasi partiler de yapı-özne diyalektiği üzerine kuruludur. Anlamlı olan yapıyı özneyle birlikte ele almak, birini diğerine kurban etmeyen kapsayıcı bir bakış açısına ulaşmaktır. Demek ki, öznenin değişmesi, mesela Kılıçdaroğlu’nun yerini bir başka isme bırakması, tek başına partideki yapısal sorunları ortadan kaldırmaz. Halk partisi Hayırcı kitlenin kültürel sermayesi ve sivil canlılığının çok gerisinde bir örgüt ve ideolojiye sahiptir. Yenilenmesi ve AKP’nin tarihsel bloğuyla mücadele edecek alternatif bir siyasal sosyoloji yaratması gerekir. Ancak bu sonucun özneden bağımsız bir şekilde gerçekleşebileceği düşünmek de fazlasıyla sorunludur. Bu nedenle Kılıçdaroğlu tartışması basitçe bir genel başkanlık tartışması değil, özel olarak Cumhuriyet Halk Partisi, genel olarak ise Türkiye siyasetinde değişiminin önünü tıkayan tarih dışı bir öznellik halinin eleştirel ele alınışıdır.
0 comments on “CHP’NİN VAZİYETİ”