Memleketin Doğu’sunda durum karışık.
Bu “karışık”lığın izlerini, evlerinin üst katından alt katına geçmek isterken kurşunlanan 90 günlük Miray Bebek’te ve Miray’ı hastaneye götürmek isteyen 80 yaşındaki dedesinin öldürülmesinde de görebiliyoruz.
Üstelik “beyaz bayraklı” oldukları halde!
SİVİLLER DE ÖLÜYOR, ASKERLER DE!
Aynı akibet, Silopili Taybe Nine’yi de bulmuş; tıpkı benzer durumda hayatını kaybeden 124 sivil gibi!
Bu yazı yazılmadan önce Cizre’den üç şehit haberi geldi.
Ölümler insan hayatı ve dolayısıyla evlere düşen yangın olmaktan çıkıp rakamların soğuk diline düştüğünden beri “öbür taraf”ta neler olup bittiğini duymamak için biz “bu taraftakiler” kulaklarımızı tıkamış gibiyiz.
Utanmasak, komşumuzun genç fidanının toprağa verilme törenini bile duymazlıktan geleceğiz!
Biz duymazlıktan geldikçe gencecik fidanlar rakamlara döküldü ve 7 Haziran’dan bu yana yitirdiğimiz canların sayısını unuttuk.
PKK’nın kayıplarına ilişkin rivayet ise muhtelif!
HENDEK SİYASETİ!
Neden peki?
Dolmabahçe Mutabakatı tekmelenip, “Çözüm Masası” devrildiği için.
Çözüm Masası niye devrilmişti?
HDP, “seni başkan yaptırtmayacağız” dediği için.
Sonrasını biliyoruz, Suruç ve Ankara’da katliamlar yapıldı; evlerinde uyuyan yahut eşi ve çocuklarıyla alışverişe çıkan polis ve subaylar öldürüldü ve derken şehirlerde hendekler kazıldı.
Kadim Diyarbakır şehri, “Hendek siyaseti” ve “hendek siyaseti”ne neden olan şiddet ve çatışma ortamından dolayı hafızasını kaybetmek üzere.
Tahir Elçi de, tarihi Surların ve “dört ayaklı cami”nin uğradığı tahribatı duyurmak için düzenlediği basın toplantısında katledilmişti.
Şiddetin, özellikle de devlet eksenli şiddetin sonuç aldığı görülmemiştir.
Dünyanın hiçbir yerinde kanın kanla yıkandığı için sonuca ulaşıldığı görülmemiştir.
Bir yandan Türkiye Cumhuriyetinin ordusu ve polisiyle güvenlik güçleri; diğer yandan doğup büyüdüğü topraklarda normal bir hayat süreceğine ilişkin umudu kalmamış gençlerin katılımıyla büyüyüp bir bumeranga dönüşen PKK çatışıyor.
Çok değil, daha geçen Mart ayında Öcalan’ın mesajını Diyarbakır meydanında “okutan” ve “okuyan” taraflar, devrilen masanın gerisine mevzilenmiş bir halde salvo ateşinde bulunuyorlar.
Diyarbakır’da toplanan DTK, “komşu şehirlerin bir araya gelerek özerk bölgeler oluşturması” kararı alırken, Cumhurbaşkanı, durumun ciddiyetinin üstünü örtmek istese de, ilk kez, negatif bir cümle kurarak, “ülkemiz üzerinde ameliyata izin vermeyeceğiz” diyor.
Anlaşılan durum, bizim TV haberlerinde korka korka izlediğimiz sahnelerden daha vahim görünüyor.
ODTÜ’DE CAMİ SORUNU VAR MI?
Sesimiz çıkmadan, komşumuza duyurmadan ve kalabalıklara karıştığımızda bilmiyormuş gibi yaparak izlediğimiz bu vahim tablonun anlaşılmaması için olsa gerek, ODTÜ’de “cami tartışması” çıkartıldı.
“Çıkartıldı” diyorum; çünkü, ODTÜ’de “cami sorunu” yok.
Sosyal medyada, yerlerini gösteren haritasını da paylaşmıştım; ODTÜ’de “biri büyük cami olmak üzere toplam 7 cami ve mescid var”!
Küçüklerini de sayarsanız bu sayı daha da artıyor ve dolayısıyla “Müslüman Kardeşler”imizin ibadet alanı sorunları yok ama başta geniş ormanlık alanları olmak üzere ODTÜ’nün pek çok rantçının iştahını kabartan geniş arazileri var.
İçinden geçirdikleri yol ile ilk adımı atmışlardı.
Şimdi de, “ODTÜ’de namaz kılan gençlerin üzerine saldırıyorlar” gerekçesiyle ve ODTÜ’nün burnunu sürtmek için YÖK’ü görevlendirmişler.
YÖK’ün raporuna göre “Müslüman Kardeşler”imiz de “ibadet yerleri var” demişler ama eklemeyi de ihmal etmemişler; “oralar uzak”!
CAMİYE EN UZAK MESAFE 521 METRE!
Öyle miymiş acaba?
Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın hesabına göre camiye en uzak nokta, Petrol Araştırmaları Merkezi; o da toplam 521 metre.
Ancak onlar, Kütüphanenin altındaki mescidi üs gibi kullanıp, oraya kendileri gibi “inanmayan” öğrencileri sokmuyorlar.
Zaten “kavga” da böyle patlak vermiş.
Bir öğrenci namaz kılmak amacıyla mescide gittiği için “Müslüman Kardeşler” tarafından darp edilmiş.
Ama YÖK yetinmemiş; mescide sokulmayıp üstüne bir de dayak yiyen öğrencinin ODTÜ yönetimince nasıl soruşturulacağını izlemek için bir de “heyet” kurmuş.
Türkçesi o öğrenci ve onunla dayanışma gösteren öğrenciler ODTÜ’den atılana kadar “heyet” izlemede kalacakmış!
Neden?
Çünkü ODTÜ’yü ele geçirmek istiyorlar!
“Namazında niyazında” sıradan insanları da bu amaçla kışkırtmaya çalışıyorlar.
CİZRE’YE GİRMEK, ODTÜ’YE GİRMEK!
Dikkatinizi, bir AKP’li vekilin dediği “Cizre’ye nasıl girdiysek ODTÜ’ye de öyle gireriz” sözüne çekmek isterim.
Demek ki Cizre’den ODTÜ’ye uzanan bir yol varmış!
Biz buralarda ne kadar sessiz sedasız, hiç bir şey olmamış gibi, duymamış, görmemiş ve bilmiyormuş gibi yaparsak yapalım; bir yol var, bizi Cizre’ye, Nusaybin’e, Silopi’ye Sur’a bağlayan!
“Cizre’ye girdiler” ama DTK’nın dünkü bildirisinden ve Cumhurbaşkanının “ülkemiz üzerinde ameliyata izin vermeyeceğiz” savunmasına bakarsanız çıkabilecekler gibi görünmüyor.
Çünkü genel kuraldır; “şiddetin kör kuyusu” herkesi içine çeker!
90 günlük Miray’ın güzel bir dünyaya gözlerini açabilmesi, 90’lık Taybe Nine’nin ömrünün son baharını huzur içinde tamamlaması, gencecik çocuklarımızın ağız dolusu gülmesi ve yaşaması için daha fazla demokrasi, her açıdan daha çok özgürlük hakkımızdır.
Bu hak, ODTÜ’de inancının gereğini yerine getirmek isteyen samimi Müslümanın da, çocuğunu hastaneye yetiştirmek için beyaz bayrak çeken Ramazan Dedenin de, elbette herkes kadar ve belki de herkesten çok Miray Bebeğin hakkı!
“Cizre’den ODTÜ’ye uzanan yol”un ucunda görünen yolun mesajı budur!
0 comments on “CİZRE’NİN YOLU ODTÜ’DEN GEÇİYORMUŞ”