08-KIZLI ERKEKLİ YENİ MUHAFAZAKARLIK POLİTİKA

DEVLETLEŞEN İKTİDARIN BELİRLEDİĞİ KIZLI ERKEKLİ YAŞAM ALANLARI

Türkiye siyasal ve sosyal hayatı son zamanlarda, ilk başta gündelik ve genel geçer gibi gözükmesine karşın, esas itibariyle oldukça derin ve problemli konular ile meşgul durumdadır. Hiç kuşkusuz, bu meşguliyet meselesi günümüz dünyasında sadece ülke sınırlarında kalmıyor, etkisi hem Türkiye ile ilgilenen hem de az çok dünya gündemini takip eden dış ülke bireylerini de sarıyor. Diğer ve detaylı bir deyişle; hali hazırda muhafazakar düşüncenin dini motiflerle süslenmesi ve buna serbest piyasaya dayalı kapitalist ekonomik modelin eklenmesi, Türkiye’nin yurt dışında önemli bir konu olmasını sağlamışken, bunu kimi zaman yapılan ve ilk başlarda oldukça irrasyonel gözüken çıkışlar perçinlemekte ve fakat içerisinde oldukça fazla pejoratiflik de eklemektedir.
İşte mevzu bahis edilen çeşitlilikler uyarınca, geçenlerde Recep Tayyip Erdoğan’ın yapmış olduğu “kızlı erkekli” üniversite yurtlarına yönelik yorumları sonucunda da pek çok ayrışan görüş ve yorum, her kafadan çıkan sesler bir türlü eksik kalmadı. Çıkan seslerin fazlalığı ve oluşturduğu kakofoni sadece Türkiye’de değil; dünyanın önemli merkezlerinde de kendini gösterdi. Öyle ki, özellikle başta Avrupa ve Birleşik Devletler olmak üzere birden fazla üniversite, düşünce kuruluşu ve onların mensupları akademisyenler, araştırmacılar bizleri bulup “Türkiye’de neler oluyor? Cidden başbakanınız söylediklerini yapacak mı? Mevcut muhafazakarlaşmadan korkuyor musunuz?” şeklinde soruları arka arkaya sıralamaya başlıyorlar. Bütün bu soruların karşısında ise, hem entelektüel kalıp hem de kendi iç dünyanda barındırdığın karmaşıklık ile cevap vermek durumunda olmak ise en zoru oluyor. Yukarıda kısaca değinilenlerle beraber, kanımızca şu yorumu yapmak ise durumu özetlemeye yeter nitelikte: Türkiye’nin hem kendi bölgesinde hem de dünya üzerinde eskiye kıyasla daha karanlık, daha çok soru işaretli ve günden güne pejoratif olan bir algısı mevcut.
Gündemde bulunan ve her geçen saniye de sayıları ve çeşitleri artan bütün yorumlar ve yurt dışından gelen meraklı sorulara karşın konuyu hem derinlemesine hem de daha yalın bir halde analiz etmek kanımızca mümkün. Bu bağlamda, hem Türkiye’de hem de sınırların dışında tartışmanın pek çok tarafı vardı; “muhafazakar” aile yapısına uyumlu olup olmadığına yönelik görüşlerini belirtenlerden, bu durumun muhafazakarlık ile mi, yoksa otoriteryanizm ile mi örtüştüğüne, ya da devletçiliğin bir yansıması mı olduğunu tartışanlara; “Gezi’nin rövanşı işte bunlar hep!” nidalarından, “ama sizin yaşadığınız o küçük, elit ve modern olduğunu sandığınız dünyanın gerisinde küçük şehirlerde hayat tam da bu kadar kapalı, baskıcı, çetin ve acımasız ve bu yüzden de Tayyip Erdoğan bu şekilde popülist cümleler ile oy kazanma amacında” diyenlere varıncaya kadar geniş bir spekturuma sahip durumda. Kuşkusuz siz, biz, onlar; kısacası nerede ve hangi konumda yaşadığı hiç önemli olmadan herkes bu tartışmaların ama isteyerek ama istemeden bir parçası ve tarafı oluyor; ya da daha da doğrusu olmak durumunda kalıyor. Bunların yanı sıra, yaklaşık iki yıldır içten içe, son iki aydır ise açık açık sahnelenen  mevcut iktidar kaynaklı olduğu açık olan kimi ayak oyunları karşısında ise “buz dağının altında ne büyük kararlar alınıyordur kim bilir haberimiz yok” şeklinde septik yorumlara kadar bir çok farklı değişken eklenmiş değerlendirmelerin de ortalarda dolanması, sahip olunan bu eşyanın tabiatı ile uyumlu olarak ortaya çıkıyor.
Bu noktada bizim üstünde durmak istediğimiz husus, “kızlı erkekli” olayına yönelik yapılmış olan değerlendirmelerin belki de hepsinin içerisinde, hafif bir esans gibi yer etmiş olan insanın doğası ve özgürlük kavramı çerçevesinde olacaktır. Buna karşın, bu değerlendirmenin meselenin doğrudan doğruya özü ile de alakalı olduğunu düşünüyoruz. Diğer bir deyiş ile değinmek niyetinde olduğumuz konu AKP iktidarının da benimsediği devlet aklının insan doğası üzerindeki yaptırım keyfiyeti ile alakalıdır. Zira devletleşme ve muhafazakarlaşma özelliklerini aynı anda geliştiren Türkiye iktidarı, söylemi ve uygulamaları ile doğrudan doğruya insan doğasını hedef almakta ve bunu da kendi doğasının bir gereği olarak yaptığını göstermektedir.
Bu bağlamda, Toplum sözleşmecilerine – özellikle burada Hobbes ve Locke’a- referansla yola çıkmak gerekirse “devlet”e olan ihtiyaç insanların “doğa durumundaki” kaotik ortamın düzenlenmesi için haklarından vazgeçtikleri bir canavar mıdır?  Yoksa kendi özgürlüklerini bir arada yaşamanın bir getirisi olarak sınırlandırdıkları, haklarını devrettikleri; ancak her zaman bir kontrol mekanizması gibi işleyen “direnme” hakkının var olduğu araçsal bir yapı mıdır? şeklindeki çift sarmalı olan soru önem kazanmaktadır.
Kızlı-erkekli olayını yorumlarken merkez noktanın iktidarın/egemenin varlık sebebine dair bir sorgulama olarak alınması özellikle önemlidir. Çünkü birey ile ilgili herhangi bir tartışma beraberinde iktidar ilişkilerini akla getirmektedir. Zira, “kızlı erkekli” olayında temel olarak reşit –aynı zamanda kanunlara göre seçilebilme özgürlüğü bile verilmiş- olan bir popülasyona yönelik yapılan ve özel alanları olan evlerindeki yaşamlarının nasıl olması gerektiğine dair ortaya konanlar devlet ve birey arasındaki ebedi çekişmenin bir yansıması; teorik tartışmaların pratikteki güzel bir örneği olmuştur.
Burada bir noktanın özellikle altını çizmek gerektiği kanısındayız.  Kızlı erkekli tartışmasına toplumsal cinsiyet bakış açısı ile bakmayı, ilk kısımda dile getirdiğimiz gibi tartışmayı sadece bir pencere ile sınırlı hale getirme olarak görüyoruz ki; mensubu olduğumuz akademi dünyasının özellikle uluslararası alanda konu üzerine yaptığı tartışmaların başında da bu yaklaşım gelmektedir. Devlet erkanından “kızlarımızın kötü yollara düştüğü ve sonunda kaybeden” olduklarına dair yapılan bir çok açıklamayı göz ardı etmek tabi ki mümkün değil; ancak, işte tam da bu sebepten devlet ve birey arasındaki ilişkinin önemine vurgu yapmak gerektiği kanısındayız. Çünkü iktidar, bugün (bireyi olan) kadının (diğer bireyi olan) erkek karşısında hangi davranışları sergilerse neler “kaybetmiş” olacağına karar verip yine onun iyiliği için yaptığı ve aldığı kararları dile getirmektedir. Bu durum kesindir ki, iktidar yarın başka bir denklemde (bireyi olan)  kadının – bakarsınız roller değişmiş ve bizler anaerkil bir düzen içerisinde konuşuyor olmuşuzdur; ve o zamanda (bireyi olan) erkeğin- “iyiliği” için koruyucu olma misyonunu taşıyor olacaktır. Asıl sorun, kadın; ya da erkek olarak bireyin en temelde toplumsal düzenin sağlanması için bir araç olan devlet ile girdiği egemenlik ilişkisidir. Devletin en temel amacı bireyin hak ve özgürlüklerini korumaktır. Özgürlük alanlarının şekillendirilmesi ve müdahalesi, “bireye rağmen birey için düşüncesi”, bugün yapılan pek çok tartışmanın temelini oluşturmaktadır. Hatta ve hatta dünya Türkiye’de yaşanan bu tartışmalar bu bağlamda çoğunluk dayatmasının özel alana yansımasının en vahim örneği olarak da ele alınmalıdır.
Bu noktada, kızlı erkekli tartışması temelinde ele aldığımız yaşam alanlarına müdahale hali, çemberin en dar ve en özele ait halkası kabul edilirse; özgürlükler temelinde geçmiş dönemlerdeki sınırlandırmalar, müdahaleler (başörtüsü yasağı, ana dilde eğitim gibi) de aynı temel devlet-birey ilişkisi üzerinden ele alınabilir. Ancak kızlı erkekli tartışmalarının bu derece ön plana çıkmış olması, konjonktürel olarak farklı çevrelerin hassasiyetlerinin artmış olmasının yanında, temel ve en özdeki özgürlük alanlarına müdahale boyutuna ulaşmış bir kapsayıcı ve kendisini devlet ile ayıramayan iktidar durumu ile ilgilidir. 
John Dalberg- Acton (a.k.a. Lord Acton)’un belirtmiş olduğu gibi “İktidar yozlaşır, mutlak iktidar mutlaka yozlaşır (power corrupts, absolute power corrupts absolutely)” deyişinin doğruluğu Türkiye’de başbakan başta olmak üzere iktidarın söylem ve eylemlerinden artık alt metinde kalmak ile yetinmeden üste hem de en üste bayağı bir şekilde çıkmaktadır. Dolayısıyla ele alınan hangi özgürlük alanı olursa olsun, devlet aklı bireyin içinde bulunduğu alanları sınırlandırma eğilimindedir ve bu iktidarın kime ait olduğundan bağımsız olarak kontrol mekanizmalarının geliştirilmesi gerekliliğini de beraberinde getirir. Bu kontrol mekanizmaları farklı ideolojik yapılar içerisinde farklı formlarda ortaya konabilmektedir. En başından beri vurgulamaya çalıştığımız şey olan ne kadar farklı arka planlar ile hareket edilirse edilsin; ya da iktidar ve birey arasındaki ilişki hangi ideoloji; ya da görüşe göre şekillendirilmiş olursa olsun temel alınması gereken iktidarın yaşam alanlarına müdahalesinin sınırlandırılması gerekliliğidir. Böyle bir durum ileride yaşanacak herhangi bir iktidar değişiminde de toplumda oluşan tarihi korkuları bir nebze olsun azaltacak niteliktedir.
Bugün Türkiye’deki durum ve tartışmaların temelinde ele alınması ve belki de asıl tartışılması gereken, herhangi bir taraf olmaktan öteye geçerek, iktidar kim olursa olsun toplumun hak ve özgürlüklere sahip çıkabilme refleksidir; ki bu refleks esas itibariyle olumlu bir durumdur. Bu bilincin oluşmuş olduğu; ya da oluşma evrelerini geçiren bir toplumda kutuplaşmalara zemin hazırlayan durumlar, tartışmalar temel bazı değerler ve parametreler üzerinden ele alınabilmelidir. Bu düşünce yapısını bir şablon gibi düşünürsek, A partisinin söylediği bir şeyin üstünden alıp muhalefeti olan B partisinin söylediği başka bir şey üzerine koyduğumuzda da şablonun görevi ve iskeleti yine aynı kriterler ile değerlendirme yapılmasını sağlayacaktır. Siyasal kültürdeki bu tavır, iktidarın kontrolüne yönelik bir belirleyici haline gelerek yozlaşma eğilimi olan iktidarın birey özgürlüklerine müdahalesini sınırlandırabilecektir.
Son kertede, şunları söylemek yerinde olacaktır. Bu gün Türkiye, kendi sınırlarının ötesinde pejoratif bir algı ve dil ile konu ediliyorsa, bunda devlet olurken kökten bir muhafazakarlık paradigmasını, serbest piyasaya eklemleyen iktidarı yüzünden yaşamak durumundadır. Daha basit bir dil ile söylemek gerekir ise; AKP iktidarı klasik devlet kontrolcülüğünü bugün giderek katılaşan muhafazakar despotizimi ile sentezlemiş durumdadır. Bu sentez devletleşen iktidarın kendisini her yerde canlı tutmasına sebebiyet vermektedir. Bu olumsuzluk ile yaşama zorundalığı ve yaşatılma tercihi bugün için mevcut iktidar yüzünden gerçekleşiyor gibi görünse de; temelde bir “iktidar” olma arzusunun, o güce erişince zehirlenme hali olarak okunmalıdır. Bu bağlamda da konunun daha vahim olmaması için devlet her ne olursa olsun kendi vatandaşlarının özel alanları için düşünme alışkanlığını bırakmalıdır ki, bireysel özgürlükler kaygısı ne Türkiye’de yaşansın ne de onun dışında kaygı ile tartışılsın. Özetle iktidardan daha çok değişmesi gereken devletin muhafazakar ve kapsayıcı bilinç kalıbıdır. Zira iktidarın tek taraflı olarak algısının değişmesi, eklemlendiği devlet aklı aynı kaldığı sürece bir anlam ifade etmeyecektir. Bu noktada iktdarların gelip geçici olduğu ve buna karşın devletin en azından günümüz için kalıcı olduğu gerçeği de unutulmamalıdır.

0 comments on “DEVLETLEŞEN İKTİDARIN BELİRLEDİĞİ KIZLI ERKEKLİ YAŞAM ALANLARI

Bir Cevap Yazın