Bugün dünyanın çok farklı yerinden akademisyenler, düşün insanları, entelektüel birikim sahibi olan kişiler, gazeteciler ve reel siyasal hayatın içinden olan kişiler Türkiye’yi Gezi süreci bağlamında yeniden analiz etmeye çalışmaktadırlar. Slovakya’dan Finlandiya’ya kimi kuzey ülkeleri yaşananları konumlandırmaya, Yunanistan’dan İspanya’ya kimi kriz yaşayan ülkeler kendi pratikleri ile yaşananları ortak bir düzeneğe oturtmaya, Almanya’dan Birleşik Krallığa kimi merkez ülkeleri ise yaşanan gelişmeleri analiz etmeye çalışmaktadırlar. Michael Hardt’dan Antoni Negri’ye, Noam Chomsky’dan, Slavoj Zizek’e ve Tarık Ali’ye kadar birçok düşün insanı ise yaşanan olayları kendi önceki teorileri üzerinden haklılaştırmaya ve sonrası süreç ile ilgili olarak da fütüristik yorumlar ile ön sıralarda yer almaya çalışmaktadırlar.
Gezi’yi Yorumlamaya Çalışmak
Bu bağlamda hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde Gezi süreci beş ana başlık altında yorumlanabilir.
Bunlardan birincisi, Gezi süreci doğrudan doğruya Başbakan Erdoğan ve onun temsil ettiği düşünce yapısının pratik uygulamalarına karşı gelişmiştir. Diğer bir anlatım ile olaylar Erdoğan’ın sertleşen ve keskinleşen ideolojik duruşunun siyasa yapım süreçlerinde de aynı metodoloji ile uygulanmasına bir tepkidir. Erdoğan kadın bedeni, yatak odası, televizyon kumandası, hane halkı nüfuz düzenlemesi de dâhil olmak üzere bütün özel alanlara doğrudan doğruya hem sözlü hem de hukuksal müdahalelerde bulunmuş ve bu müdahaleleri de serbest piyasaya dayalı neo-liberal kapitalist sistemin tüm araçlarını muhafazakâr ideoloji ile sentezleyerek yapmıştır. Diğer bir deyiş ile Erdoğan kapitalist sistemin sadık bir taşeronu olurken onu muhafazakâr söylemler ile süslemiş ve halkı bu konuda araçsal bir marabaya dönüştürmeye çalışmıştır.
İkinci olarak Gezi süreci David Harvey’in tanımlaması ile “kent hakkı”’nın ve bireylerin bunu talep etmelerinin Türkiye’de ilk olarak kamusal alanda görülmesidir. Kent sakinlerinin diğer batılı ülkelerde önceki zamanlarda görüldüğü üzere yaşadıkları bölge ile ilgili herhangi bir değişiklikte kendi haklarını kullanma, söz söyleme ve müdahil olma durumları olarak tanımlanabilir. Bu durum ortaya çıkmaz ise kent içerisinde sadece kapitalist kuralların hâkimiyeti sağlanır ve kent sınıfları arasında etkileşimin olmadığı, gettoların çoğaldığı bir yaşanmazlık alanına dönüşür. Kanımca, temsili demokrasinin en bayağı kullanıldığı ülkelerden biri olan Türkiye’de de kent sakinlerinin kendi yaşam alanlarının ötesinde kamusal yaşam alanlarında yapılacak düzenlemelerde söz söyleme haklarının olduğunun farkına varılması Gezi sürecinin en özel anlamlarından birisidir.
Üçüncü olarak Gezi sürecine katılanların yaşları 20-35 arası olarak tanımlansa da, öznel bir yorumla daha da geniş bir yaş aralığının siyasal, ekonomik ve toplumsal olaylar karşındaki post-modern politize oluşlarının tamamlandığı bir aşamadır. Bu noktada iki kavramı Gezi süreci bağlamında açmanın oldukça faydalı olacağı kanısındayım. Post-modern ile kasıt Gezi süreci aktörleri ve örgütlenmeleri ile alakalı. Direnişe katılanların belirli bir siyasal çizgiye, partiye; ya da fraksiyona ait olduğunu söylemek oldukça zor ve bununla beraber sosyal medya haricinde klasik örgütlenme, modernist eylem metotlarını kullandıklarının belirtmek de oldukça güç. Bu noktada bu direniş sürecini post-modern olarak tanımlamak pek mümkün gözükmektedir. Politize konusu ise kanımca daha da trajik bir durumda. Direniş sürecinin lokomotifi olan gençler Türkiye’de “apolitik”, “siyasal farkındalıktan yoksun” olarak tanımlanmıştır. Buna karşın sosyalleşme süreçlerini AKP’nin pragmatik muhafazakarlığı ve serbest piyasaya dayalı kapitalist ekonomik sistem ile kurduğu yakın ilişki sürecinde tamamlayanlar alışılmışın üzerinde bir farkındalık ile politize olmuş durumda, iktidarın her bir argümanına lisanı münasip ile cevap vermişlerdir. Sonuç olarak direnişin ana aktörü olan gençler Erdoğan’ın uygulamaları ile post-modern şekilde politize olmuş ve doğrudan doğruya Erdoğan’ın kürtajın yasal zamanını geçirdiği çocuklarıdır.
Dördüncü olarak Gezi süreci kendi içerisinde akılsal bir hikâyenin devamlılığının kanıtıdır. Sokak direnişleri yanı sıra sonrasında yaşanan forumlar ve oralarda ele alınan konular. Parlamenter demokrasinin ön sıraların el kaldırmasına indirgendiği bir sistemde doğrudan demokrasinin ilk nüvesi konumundadır. Forumların birden çok yerde yapılması, bunun yanı sıra konuşulan konularda Türkiye’nin farklı siyasal çizgilerinde yürüyen bireyleri bir araya getirmesi başlı başına bir başarı öyküsüdür. Dahası İstanbul başta olmak üzere birçok kentin forumlarının ötekini anlamak adına Diyarbakır’a ve Tunceli’ye ziyaretlerde bulunması, devlet aklının ne kadar kendisini zorlarsa zorlasın yapamayacağı bir açılımdır.
Son olarak Gezi süreci Türkiye’de oldukça uzun zamandır siyasal alana hem formel hem de informel şekilde sokulmayan bir neslin akıl oyunundaki başarısının bir göstergesidir. Duvar yazıları, dayanışma için bulunan yöntemler, sosyal medyanın araçsallık ötesinde siyasal ve sosyal bir düzeyde “siyasanal” olarak kullanılması Gezi’nin aklının göstergesinin sadece birkaç basit örneğidir. Bununla beraber iktidarını yönetim, yönetişim ve organizasyon kabiliyetine de endekslemiş bir yapının ilk defa krizi yönetememesine neden olan da bu akıldır.
Sonuç olarak Gezi süreci üzerine kanımca yüzlerce akademik çalışma binlerce köşe yazısı yazılacaktır. Buna karşın şu ortaklık altında birleşmeyen her çalışma eksik kalacaktır: Gezi süreci Türkiye’de bilinmeyen bir yol açmıştır ve bu noktadan sonra herhangi bir sıradanlık bu toplumda kabul görmeyecektir. Buna Gezi’yi mekân ile, tek bir algı ile, klasik siyasal katılım ile ve en önemlisi de onun lokomotifi olan kuşağı da klasik Türk modernleşmesinin ortaya çıkardığı birey ile karıştırmamak gereklidir. Gezi bu topraklara çoklu bir akıl armağan etmiştir. Bu akıl bireycilik ile komünali sentezleyen, dünya ve kendi gündemini eşit bir önemde gören, piyasa ve onun siyasal konumuna karşı çıkan bir akıllar bileşkesidir.
Gezi’den Yerele Yerelden Türkiye’ye
Gezi sonrasında oluşan çoklu aklın reel siyasal dünyayı ve onun aktörlerini hesap vermeye davet edecekleri ilk yer yerel seçim olacaktır. Bir noktada bu durum seçim tarihlerinin ötesinde, Gezi’nin çoklu aklının oluştuğu yer olan yerel ile de doğrudan doğruya alakalıdır. Cin bugün için şişeden çıkmış olsa da; onun ilk çıktığı yer yerel hassasiyettir. Bu noktada kanımca yerel siyasal aktörlerin Gezi’nin çoklu aklını anlamaları gerekmektedir. Buna karşın kastım Gezi ruhunun temsilcisi olabilme iddiası ile reel siyasi yapı kurmak değildir. Bu ve benzeri bir girişim Gezi’nin kendine has yapısı ile paradoks oluşturacak ve bu paradoks da onun tek sahip olduğu, bilinmezlikten doğan özelliğini ve gücünü öldürecektir. Yukarıda da belirtildiği üzere bu bağlamda klasikleşmiş “katılımcı belediye” “toplumcu yerel yönetim” ve “çağdaş belediyecilik” gibi kendileri başlı başına temsil krizleri ile dolu belediye anlayışlarından vazgeçmek gerekmektedir. Bu bağlamda kanımca Gezi aklına uygun bir akıllı kent uygulaması kapitalist yıkıcılıkları dışlayan, bununla beraber kentler içerisindeki entelektüel kapasiteyi kültür ile harmanlayan bir yapılanma ile gerçekleşebilir. Bunu sağlamak hem Gezi’yi kucaklamak hem de geleceğe bir yön vermek olacaktır.
Diğer bir deyişe Türkiye’de Gezi sonrasında hem kamusal akıl hem de siyasal akıl artık eskisi gibi olmamalıdır ve olmayacaktır da. Bu noktada başta Türkiye’nin metropol ilçelerinden olan Çankaya, Kadıköy ve benzeri yerlerde genel geçer; ya da palyatif politika yapım süreçleri artık Türkiye siyasal hayatının geride bıraktığı sayfalardandır. Günümüz siyasal, sosyal ve ekonomik yapısı, ki bunda Gezi’nin yukarıda anlatılmaya çalışıldığı gibi büyük bir payı vardır, eskisi gibi değildir. Yapılacak olan kent sakinlerinin sürece her zaman katılımını sağlayacak, teknolojik gelişmeleri kapitalist araçsallaştırmadan kaçınarak sınıflar arasındaki etkileşimi arttıracak ve en önemlisi de kentin duyarlılıklarına uygun davranacak akıllı bir kent yaratmaktır.
Son kertede, ilk başta oldukça pozitivist gözükse de toplum bireylerden, ülke de kentlerden oluşur ve bunların bileşkeleri ülkenin genel yapısını belirler. Gezi süreci ile birlikte farkında olmak zorunda olduğumuz bu olumlu yönlü çoklu akıllar bir bileşke ile yerelden genele yayılabilir. Bu noktada da bir paket; ya da bir süreç sonucunda özümsenemeyecek derecede normatif bir yapısı olan demokrasinin akıllı kentlerden ülkeye yayılmasına sebebiyet verecektir.
0 comments on “GEZİDEN BİZE KALACAK OLAN: ÇOKLU AKIL VE AKILLI KENT”