Başbakan muhafazakâr demokrat bir partiyiz diyerek uzun zamandır yaptığı ayrıştırma siyasetine meşruiyet kazandırma çabasında. Ayrıca kadınların yaşam biçimi ile ilgili açıklamaları her gün gündemde yeni başlıklar halinde yerini alıyor.
“MUHAFAZAKÂRLIĞA KARŞI FEMİNİZM” kitabınızda, devlet hamile kadınlar ve gebeliğin denetimiyle kadınların ihtiyaçları yüzünden değil; nüfus ve dolayısıyla ülke siyasetinin çıkarları için ilgilenmeyi sürdürdü, diyorsunuz. Tüm bunlar olurken her gün artan kadın cinayetleri, kadına şiddet, mobbing, çocuk gelinler ve artan cinsel suçları görüyoruz. Bu konudaki düşünceleriniz nedir?
AKP veya herhangi bir politik partiyi kadınlar açısından ele aldığımız zaman, hepsinin kadınlara yönelik bir politikası olduğunu görürüz. Ancak AKP’yi ayrıksı bir yere koyabileceğimizi düşünüyorum. AKP’nin kadınlar konusundaki yaklaşımı milli görüş çizgisinin devamı. Dolayısı ile Recep Tayyip Erdoğan’ in “biz demokrat muhafazakâr bir partiyiz, seçmenlerimiz var, dolayısıyla kadın erkek eşit değildir, Kürtaj cinayettir, kadın ve erkeğin evli değilken aynı çatı altında yaşamaları ahlaksızlıktır, kadınların anneliği ihmal ederek çalışma hayatına çok fazla zaman ayırmaları uygunsuzdur” gibi çıkışlarını bu çerçeve içinde düşünmek lazım. Başbakan o anlamda tutarlı bir kişi. Şu anda TBMM’de yer alan partiler içinde kadınlarla ilgili ideolojik yaklaşımı en bütünlüklü olan topluluğu AKP’li vekillerin oluşturduğunu düşünüyorum.
Uzun bir süre değişik şekilde bakılmaya ve AKP’yi “demokrat” neredeyse “özgürleştirici” bir güç olarak algılamaya yönelik bir rüzgâr esti. Onlar kendilerini özgürleştirdiler. Bugünden bakmaya çalıştığımızda bence her aklı başında insan “demek ki uzun zamandır yalan söylüyorlardı; şimdi gerçek düşüncelerini söylüyorlar” deme durumunda.
AKP yönetici kadroları kuşak olarak, kadınların özgürleştiği 90’lı yılların içinde yetişmemiş insanlar. Ayrıca gençliklerini, kendi muhafazakâr düşünceleri, bugün muhafazakâr denilen o zamanki İslamcı düşünceler içinde yaşamışlar. İlk aşk, flört, evlenilen kişinin seçimi, aile içindeki yaşantı kuralları, kadına nasıl bakıldığı belirleyici olabiliyor. İnsanlar kendilerini erkek egemen düşüncelerden bağımsızlaştırmaya çalışsalar bile, doğumdan itibaren şekillenen günah-sevap kalıpları çok önemli oluyor. Kadınları toplumsal hayatta, günlük hayatta nereye koyacağınız sorusu İslamcılarda çok katı kurallara sahip. Böyle olduğu için de çok zor değiştirilebilir; ancak gizlenebilir yargıları var. Burada “suçlu bir bilinçaltı” gibi bir şeyden bahsettiğim düşünülmesin. Zaten yazılı metinlerine bakıldığı zaman, son 40 yıldır (hatta yüzyıl başındaki Cumhuriyetçi-İslamcı tartışmalarında) kadın konusunun hep merkezde yer aldığı görülebilir. İslamcı çizgide hep şunu soran bir kafa vardır: “Kadınlarımız batılı kadınlar gibi ahlaksız mı olacak? Yoksa bizim örf, adet, din, millet açısından görüşümüze uygun mu olacak?”
Burada Cumhuriyetin yarattığı bir kesinti var. Bu kesinti demin alıntıladığınız noktayla örtüşüyor. Cumhuriyetin kuruluş ideolojisinde de bir tür bedeni denetleme, kadınları belli bir aile tipi içinde yaşatma, siyasete katılmasına belli bir yere kadar izin verme gibi erkek egemen bir düşüncesi var. Cumhuriyet statik bir şey değil. Sınıf ve cins mücadelesi ile belirlenen devreleri de var ama kuruluş düşüncesinin içinde “kadın-erkek eşitliğini istiyoruz” iddiası var. Bu ideolojide, “kadınlar erkeklerle birlikte eğitim alırlarsa, devlet okullarında bizim uygun gördüğümüz, denetlediğimiz çizgide donanımlara sahip olurlarsa, hem daha iyi anne olurlar, hem de ulusun gelişmesi için mühendis, mimar, pilot, hâkim ve savcı olurlar” düşüncesi var. Bu iddiayı 19. yüzyılın sonundaki eşitlikçi kadın mücadelesinin bir kazanımı olarak görmek lazım.
AKP’nin yeni muhafazakâr düşüncesinde ise değişmemesi gereken bazı özsel değerler fikri İslamcılıktan aynen devralınmıştır. Bu yüzlerce yıllık külliyatta kadın erkek eşitliği fikri asla yer alamaz. AKP yöneticilerinin, aslında bence açık olan ama bir ittifak yokmuş gibi varsayılan fikirleri Gezi dönemeci ile gizlenemez hale geldi. Şimdiden sonrası için de artık inkâr edebilecekleri şeyler değil, söyledikleri. Öte yandan dönemleri boyunca kadına yönelik şiddet arttı. Çünkü kadın hareketinin bir defasında açtığı pankartta dediği gibi “hükümet eşit değilsiniz dedikçe, erkekler kadınları öldürüyor.” Yeni muhafazakâr hükümet değişen kadınların önüne ekonomik ve zihinsel setler çekiyor, böylece erkekler kadınlara karşı şiddet uygularken destek almış oluyor.
AKP gerçekten türdeş ideolojiye sahip insanların bir araya gelmesi sonucunda mı oluşmuştur? Bu yapıda son zamanda kopuşların yaşandığını görüyoruz. Kadınlara bakış ve kadın politikaları olarak nasıl değerlendirebiliriz?
Türkiye’de bütün partiler bir bileşendir. İstikrarsız bir ülkeyiz. Ama AKP çekirdeğinin mayası oldukça homojen bence; İslamcı ve piyasacılar.
İyi bir örnek Cemil Çiçek. ANAP’la tanıştığımız aile bakanı. İnkâr etse de “Flörtün, fahişelikten farkı yoktur” demişliği var ve bunu artık inkâr edemez. Çünkü Başbakanı Gezi isyanında “bir bankta kadın ve erkek yan yana oturursa ben bunu ahlaklı bir şey olarak görmem, siz nasıl görüyorsunuz” diye seçmenine sormuş bir lider. Cemil Çiçek, Beşir Atalay, Hayati Yazıcı gibi kişiler çok uzun bir süredir siyaset içindeler. Kimlikleri bellidir. Türkiye’de uzun bir süredir sağcı ve solcu ayrımı kullanılmıyor. Mecliste sağcı ve solculuğun anlamsızlaştığı birçok alan olabilir; fakat kadınlar konusunda sağcılığın içeriği pek fazla değişmez. Sağcılar her zaman iddialarını kadının ahlakı ve namusu üzerinden dayatırlar. Maalesef sağcı- muhafazakâr erkek egemen lisan sola da sirayet eder ve onlar da “hayır öyle değil” diye bir savunma diline girerler. Zaten erkek egemen ideolojinin çekirdeğinde hep bir kadının emeğini ve iffetini denetleme hakkını erkeklere vermek fikri vardır. Ama artık kadınların bakış açısı var ve “siz çekilin aradan; namusumuz bize ait bir konu” diyorlar. Yeni muhafazakârlar da dahil herkesin bunu anlaması lazım.
Yalçın Akdoğan, AKP manifestosu olan “Yeni Muhafazakârlık” broşürünü yazdığı zaman (2002) kişi olarak herkese nasıl görünüyordu; soruyorum. Çok insan bu manifestodan Türkiye demokrasisi için ümit doğduğunu iddia etti. Başbakan’ın danışmanı o gün de, bugün de aynı demokrasi fikrine sahip.
Akdoğan “kızlı-erkekli“ konusunda Star gazetesine yazmış. Yazıda bir araştırmaya dayanan rakamlar veriyor ve “CHP’liler de dâhil Türkiye’de insanlara sorduğunuz zaman çoğunluk öğrencilerin kızlı-erkekli birlikte aynı evde kalmasını tasvip etmez o halde başbakan demokratik bir şekilde çoğunluğun görüşünü aktarıyor” diyor. Burada iddiaları ne? “Biz demokratız, demokratlar toplumda insanlar ne düşünüyorsa onunla uyumlu olmalıdır” diyorlar.
Hâlbuki; elbette çoğunluğun düşüncesine saygı göstermeyenler var, mesela feministler. Çünkü; burada diğer bir çoğunluk düşüncesi şudur: “Kadınlar şiddeti aslında hak ettikleri zaman görürler.” Biz otuz yıl önce “kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmemek gerekir“ atasözünü bir davada gerekçe olarak gösteren, ev içinde kocaların attığı dayağın toplumun çoğunluğunca kabul görmesini dile getiren bir hâkime karşı isyan ederek başlattık feminist hareketi.
Akdoğan’ın söylediği hesaba göre yapmamalıydık. Çoğunluğa boyun eğip, onlarla birlikte “kol kırılır, yen içinde kalır” demeliydik. “Hayır” dedik. Demokrasiye karşı mı geldik?
Bir kadın dinin- örfün-törenin; yani toplumun çoğunluğunun kabul ettiği varsayılan kurallara göre “ahlaksızlık“ yaptığı zaman, ona bir tür ceza kesilmesi; aslında AKP kafasına uygun. Mobbing çok yeni bir kavram, iş yerinde neden mobbing oluyor? Zamanında Dücane Cündioğlu yazmıştı; “kadınlar açısından eşyalaşma, çalışma hayatına girmeleri ile başladı” diye. Yani onlara göre zorunluluk olmasa kadınlar çalışmamalı. Peki, öbür taraftan bakalım; çalışan kadınlara işyerlerinde erkeklerin ‘taciz’ ihtimali ne? Çok yüksek değil mi? Dolayısıyla muhafazakâr düşünceyi, İslamcı düşünceyi, bu tür kadın bakış açısını küçümsememek lazım. Bunun bir realitesi var elbette; ama biz bu realiteyi değiştirmek istiyor muyuz, istemiyor muyuz? Yani ‘taciz’ oluyor diye çalışmayalım mı; yoksa eşit bireyler olarak ekonomik, duygusal, cinsel yaşantımıza hâkim mi olalım? Çoğunluğa uysak; vay halimize! Her şey aynı kalacak.
Kadınlar kendilerini ve diğer kadınları ne tesettürle kapanarak, ne kendini yokmuş gibi göstererek, ne cinsel cazibeden vazgeçerek, ne güzel olmaktan vazgeçerek ne de çalışma hayatından vazgeçerek kurtarabilirler. Kadınlar; babanın, kocanın, hocanın, aşiret reisinin koruması altında yaşayarak özgürleşemeyeceklerini düşündükleri anda, değişim mümkün oluyor. Öbür türlü bizi doğrudan etkilemeyen ikilemler arasında kalmak zorunda kalıyoruz.
‘Kadın Bakanlığı’ ve Fatma Şahin, kadın hareketinden elde ettikleri malzemeyi, onlara destek göstererek yaşadıkları yükselmeyi sonra onlara karşı kullandı. Herkes on yılda bilineni ancak anladı. O da şu; bu ekip kadını ayrı bir varlık olarak değil; sadece ailenin bir uzantısı olarak görebiliyor. Bugün AKP, özellikle erkek despotluğunu kabul etmeyen kadınları güçsüz bırakmaya çalışıyor.
Artan suçlardan ve zihniyetten bahsettik. Ancak sorunları ortadan kaldırmak yerine, AKP, muhafazakâr değerlerle cinsiyetçi ve ahlaki bir “ideal kadın” çizmektedir. Ülkemizde kadın sorunu nasıl çözülecek?
Kadınlar son elli yılda siyasi partiler sayesinde değil; kendi mücadeleleri ile, kendilerine özgü politik düşünce arayışları, kültürel atılımlarıyla çok değiştiler ve geliştiler. Geçen yüzyılın, kadınların yüzyılı olduğunu söyleyenler var; bende öyle düşünenlerdenim. Kadınların yüzyıl boyunca yaşadıkları değişim çok fazla dalda ve çok radikal değişimler oldu. Bunu erkek egemen sistem geride tutmaya çalışıyor. Kadınların son yıllarda yakınları, kocaları veya birlikte yaşadıkları insanlar tarafından, erkekler tarafından öldürülmelerindeki en büyük sebeplerden biri bağımsızlaşma çabalarıdır. Boşanıyor, iş arıyor ve cinayete kurban gidiyorlar. Öte yandan; piyasacı ekonomik düzen, kadınları güvencesiz bir çalışma hayatında ucuz işgücü olarak kullanmak derdinde. Kadınlar ekonomik kriz dönemlerinde, işleri niteliksiz de olsa çalışıyorlar, ücretleri düşük olsa bile çalışmaktan vazgeçmiyorlar. Bir kere para kazanan kadın tek güvencesini erkekler olarak görmek istemiyor; çünkü eskiden gizlenen bir şey, şimdi açığa çıktı. Erkek egemen düşünceler 80’li yıllarla tamamen alt-üst oldu. O alt-üst oluştan sonra kadınlar zaman zaman hayal kırıkları yaşasalar bile; katıldıkları hayatta kendi paralarına sahip olma zevkini bırakmak istemiyorlar. Aynı zamanda ihtiyaçtan ötürü de Türkiye’de pek çok kadın ve erkek bir arada çalışıyor. Bu geri alınması zor bir şey. Kadınlar belki bu ara çok ileri gidemez; ama geriye gitmeye de çok karşılar. Kendi sorunlarını çözme bilinç ve kararlılığı ile yeniden yeniden bir araya gelerek özgürlüğümüze sahip çıkarsak, sonrası gelebilir.
Türkiye‘de Sünni egemen muhafazakârlar, çareyi kadınları gönüllü ev kölesi olarak tutmakta görüyor. Korkutucu olan gelişmelerden biri bu geleneksel düşüncenin çok kolay kadın düşmanlığı yaratan etkisiyle beslenen yeni faşist düşüncedir diyorsunuz. Bu yeni faşist düşünceyi biraz ayrıntılandırabilir misiniz?
Yeni muhafazakârlığın faşizan yanı, erkek egemenlere katı ve ilahi bir destek vermesidir. Gezi sürecinde bu dili hep beraber duyduk. Bir erkek olacak, o herkes için en iyi olanı yapacak; tek bir şart var kayıtsız şartsız ona itaat. Var olan hükümetin demin anlatmaya çalıştığım düşüncesi, erkekleri kadın düşmanlığına itiyor. Çünkü bir tek tip dindar ve namuslu kadın portresi var; en yüksek kürsülerden model gösterilen. Buna uymayan, kadını erkeğin tamamlayıcısı değil eşiti gören dili bile reddediyor. Çünkü bizler her “eşitlik yanlısıyım” diyenin eşitlik getirmediğini biliyoruz; ama burada külliyen red var. Çıkış yok. Yani bu modelin önerdiği erkek, kendisine karşı çıkana şiddet uygulamayı kendinde hak gören erkek olacaktır. Bu erkek, “savaş ve düşük ücretli işler için çocuklar doğdurulsun” diyen bir lidere hayransa, hayranlık ailecekse, aile içinde herkesin uyacağı kurallar ilmihalleşmişse, bu iş gönüllü yürüyorsa; bu bir tür yeni faşizmdir.
Öte yandan serbest piyasa düzenine göbekten bağlı oldukları için, “inşaat için, yol için cami bile yıkarım” diyebilecek kadar ulusal ve uluslararası sermaye güçlerinin ihtiyaçlarını gözettikleri için, kadına önerilen, “dışarıda ekonomik hayatta güçlü güçsüzü yenebilir, ev içinde güçlüler güçsüzleri yenebilir”dir. Bu yeni “İslamcı”düşüncelerde, din değil; gücünü eski mücadele birikiminden alan dinci referanslarla örülü bir tür yeni toplum mühendisliği var. Keza, şu anda birbirleri ile çarpışıyorlar; ama bu ittifakın bir parçası olan Gülen Cemaati de son derece gizli ve hiyerarşik yapıya sahip bir topluluk olarak bu tasnife sokulabilir.
Kadınlarla ilgili meselelerin, erkekler tarafından tanımlanan “özgürlük”lerin de yine, gerekirse erkekler tarafından savunulduğu gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuz günlerdeyiz. Hatta türban serbestisi ile daha özgür bir düzen olduğu iddiaları var. Bir kadının özgürlüğünü semboller ile sınırlamak, kılık-kıyafetle bağdaştırmak, sözü erkeklere bırakmak doğru mudur? Türban meselesi bu anlamda özgürlüklerin neresinde?
Bazı konular var ki; çok hayatidirler. Kadın bedeninin sahiplenilmesi, böyle bir konu. Öyle ki; fikren ya da bedenen herkesi şu ya da bu şekilde derinden dürter, harekete geçirir. Tesettürle yaşamak isteğini bu başlık altında görüyorum. Bu konuda otuz yıllık bir kadın mücadelesinin, bir açıdan sonuna geldik. Kadınlar mecliste türbanlı/tesettürlü bir şekilde vekillik yapacak; bunu isteyen kadınlar başarılı oldular. Ama bu kadın özgürlüğü açısından, kadın erkek eşitliği açısından, kadın bedeni üzerindeki özgürlükçü tahayyüllerimiz açısından, taleplerimiz açısından faydalı mıdır? Hayır.
Ben örtünmenin kadınları özgürleştireceği tezinin de bu operasyonla sona erdiğini düşünüyorum. On-on beş yıl önce şöyle bir düşünce vardı; üniversitelere tesettürle veya başörtüsüyle girilmediği için kadın öğrenciler, erkek öğrencilere göre eğitim hakkından eksik yararlanıyorlardı. Dolayısıyla bu bir kadın sorunu idi. Bence de öyle idi. Okuma hakları olmalıydı. Bu doğru. Bir de şu deniyordu: “Kadınlar örtülü bir şekilde yaşama arzuları bastırıldığı için, evlerinin dışına çıkamıyorlar; dolayısı ile örtü kadını evin dışına çıkaracağı için, kadınları bu anlamda özgürleştirir.” Bu ise doğru değil. Çünkü baştan bir eşitsizliği kabul ederek özgürleşmek çok garantisiz. Paradoksal şekilde özgürleştirilen “tesettürcü fikriyat“ oldu ki; bu bütünlüklü bir dünya görüşü demek. Seksenlerin başörtüsü hareketi içinden çıkan ve egemen dinsel düşünceyi, eşitlikçi bir yönde reforma uğratmak isteyen kadınlar ise kaybetti. Peki, 80’lerde başörtülü kadınların o atılımcı mücadelesi olarak ortaya çıktığı zaman özgürleştirici miydi? Bence değildi. Ama; bir refleksti ve bir ideolojik iddiası vardı. İslamcı hareket içinde bir ekoldü o kadınlar. O kadınların ve o düşüncenin hepsi tasfiye edildi. Ancak bu onların iç tartışması. Gönül isterdi ki; Sünni erkek-egemen İslamcı tefsirleri eleştirenler kazansın; veya “tesettür bir dini şart değildir” diyen yeni kadın teologlar, o cepheden, o mücadeleden çıksın. Olmadı.
Milli Selamet Partisi’yle başlayıp AKP’ye gelene kadar, kadınları en önde gördük. Partilerin bugün varoluşlarında, aldıkları yüksek oylarda kadınların iyi çalışması olduğunu gördük. Ancak bugün yönetimde kadınların yüzünü çok fazla görmüyoruz. Burada bir ikiyüzlülük, kadının kullanılması ve çelişki yok mu?
Her parti kadınları kullanıyor, her partinin bunu yapma potansiyeli var. Çünkü; kadınların siyasetin ve güçlü olunan pozisyonların dışında tutulması ve ama erkekler için sembol olması isteniyor. Öyle oluyor. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, kadınların parti kurmalarına izin verilmemiş. Ama Türkiye Cumhuriyeti yeni tip bir kadını kendisi için sembolleştirdi.
Tesettürlü kadınların ve böyle yaşamayı savunan, mücadele eden kadınların İslamcı hareket için bir koçbaşı olma işlevi gördüğünü düşünüyorum. Hem propagandif olarak hem de sembolik olarak, hem de dediğiniz gibi aktif örgütlenmeye verdikleri katkılarla.
İslamcı hareket günlük özel hayatın içinde kurallar koyan bir düşüncedir. Cumhuriyetin sembolü olan kadınları sistem sınırlandırmış. Ama cumhuriyet kadınlara önce onların iteklediği bir kapıyı açmış, açtıktan sonra “buraya kadar gidebilirsiniz; daha öteye değil” diyen erkek egemen sistem olmuş. Oysa bu yeni muhafazakâr düşünce, kadınlara “evde durun” diyen bir hareket. “Aile içinde durun, anne olun, çalışmayın; ama ille okumak istiyorsanız, başınız açık; erkeklerin olduğu bir ortamda durmayın, namahrem esasına göre bütün hayatınızı örün” diyen bir hareket. Kendilerinden başka herkesi maneviyat ve ahlak açısından düşük, günahkâr, sefil sayan total bir zihniyettir bu. İş adamlarına işlemez; ama evlerde, kasabalarda, köylerde, sitelerde, mahallelerde kadınlar üzerinde kendi biçtiği günah-sevap sistemi ile baskı yapar. Günümüzün vahşi serbest piyasa düzeni güvencesiz ve tekinsizdir. AKP’nin liberal piyasa düzeniyle arası iyi. Orada kravat takılıyor. Kadınları ise hem sadece bir propaganda malzemesi olarak kullandılar, hem politik olarak harcadılar, hem de öncü kadınlar aracılığı ile, kadınları zaten vatandaş, yurttaş bilincine kapalı olan toplumumuzda küçük, yerel, mahalli birimlerle denetlenir hale getirdiler. Çok değerli başörtülü kadın hakları savunucusu arkadaşlarımız var, fakat onların tıkandığı yerler olduğunu, onların itirazlarının da fasit bir dairede kaldığını düşünüyorum.
Eğer kapanılacaksa erkekler ve kadınlar beraber kapansınlar. Varsa bir yaratan ve ilahi adalete sahip güç o “kadınların vücutları fitnedir ama erkeklerin ki öyle olmaz” demiş olamaz. Eşit kullar fikri, temiz bir dinin özü olsa gerek. Bu tartışmayı tekrar başa döndürmek; “ahlak nedir, bizim ahlakımız nedir” diye tartışmaya duyulan ihtiyacı öngörmek zorundayız. Bu total bir yeni ahlak fikri yaratalım demek değil; ama toplumdaki iki yüzlülüklerle kadınların başa çıkma ihtimali daha yüksek. Çünkü güçsüzler ve söze tarihi olarak bakarsak daha yeni başlıyorlar.
Yepyeni bir tartışma konumuz var. Yine daha çok kadını etkileyecek, özel hayat üzerinden bir tartışma başladı. Başbakan Erdoğan “Kızlı erkekli aynı evde kalıyorlar. Muhafazakâr demokrat yapımıza ters. Denetleyeceğiz.” dedi. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizler kızlı-erkekli aynı evde yaşadığımız zaman, bunun bir cinsel içeriği olduğunu düşünmüyoruz, çok uzun zamandır. Benim kuşağımın solcu, devrimci ahlakında da bu böyle idi. Ama yine de; bu çevrelerde toplumun ahlakına saygılı bir “bacı” kültürü de vardı. Sanki bekâr kadın ve erkek sevişirse gizlemeli gibi. Biz feministler solcuları, sosyal demokratları, devrimcileri, komünistleri bu yüzden de eleştirdik, “siz yeni bir ahlak, toplum, insanlık idealimiz var diyorsunuz; ama kadına bakış açınızın toplumun, yüz bin yıllık köhneleşmiş bakış açısından hiçbir farkı yok” dedik. “Bacı” ahlakı değil; eşitler, özgürler ahlakından bahis ettik. “Bedenimiz bizimdir; biz yargılar, biz hükmederiz” dedik. Biz kendimiz değiştireceğiz, kendimiz güç olacağız, geceleri de istiyoruz, sokakları da istiyoruz. Ve “bunu da sizin ianetiniz, sadakanız olarak değil; kendi tercihimiz olarak alıyoruz” dedik. Bugün de konu hakkında kadınların cevabı bu. Artık kadınlar kendileri istedikleri zaman, istedikleri kişiyle, istedikleri şekilde sevişebilir, doğurabilir veya doğurmayabilir insanlar olarak görebiliyor.
Bilim çok gelişti, tıp çok gelişti. Said Nursi’nin yazdığı tesettür risalesinin koşullarında yaşamıyoruz. Kadınlar iyi-kötü, doğru-eğriyi kendi güçleri ve akıllarıyla, cinsiyetçi olmayan eğitimleriyle, bütün dünyadaki kadınların aralarındaki haberleşme ile biriktirdikleriyle elde edip, geliştiriyorlar. Ama ne var ki, AKP hükümeti kadınları geriletti; daha fazlasını da istiyor. Oysa biz feministler, erkekler hakkında onlar gibi düşünmüyoruz. Erkekleri, beraber zaman geçirdikleri her kadını ille arzu edebilir yaratıklar olarak görmüyoruz. Biz sadece erkekleri kadınlarla eşit olmayı hazmedemeyen, kadınların emeğinden yararlanan, kadınlara hükmetmek üzere kurulmuş bir sistemin yürütücüleri olarak görüyoruz. Ve gücü onların elinden almak, böylece değişmek ve değiştirmek dışında bir arzumuz yok.
Bir kilit noktası daha var, aslında. Başbakan evlerin ihbarlar doğrultusunda denetleneceğini söylüyor. Bir tarafta muhafazakâr demokrat bir parti olduğunu söyleyen ve bu çerçevede dünyaya baktığını iddia eden bir başbakan aslında toplumu ihbarla, ayrıştırma, komşuyu komşuya düşürme, babayla kızın arasını açma çabasında değil mi? Bu muhafazakâr değerlere ters değil midir?
Ters, muhafazakâr bir ikiyüzlülük, diyelim biz buna. Çünkü örfümüz, âdetimiz, terbiyemiz diye bir üst başlık açtığınız zaman; eğer geleneksel insan terbiyesinden bahsediyorsak, terbiyeli olmak gerekir. İhbara teşvik, kışkırtma, tahrik ayıptır. Aslında bu AKP muhafazakârlığı malum, Turgut Özal’ın muhafazakâr düşüncesi ile akraba, başbakan da zaten kendisini Turgut Özal’ın devamcısı görüyor. Bu 80’lerin ikiyüzlü fikriyatı. “Sizi zengin edeceğiz” deyip insanların emekli paraları toplanır, verilen söz tutulmaz, “daha ucuz sağlık hizmeti vereceğiz” deyip insanların parası kırpılır, “eğitim hizmeti veriyoruz, dünyayı eğitiyoruz” deyip parasız okumak imkânsız hale getirilir; paralı olanların özel arabaları ile geçecekleri yollar teşvik edilir, “kadınları istihdam edeceğiz” deyip evde sendikasız, güvencesiz işler teşvik edilir. Bu yeni muhafazakârlığın ikiyüzlülüğü, klasik İslamcılıkla arasındaki farktır belki de. Başından sonuna kadar doğruyu ve yalnızca doğruyu söylemiyorlar. Aslında akraba olmayan kadın ve erkeklerin aynı odada olmasını günah olarak gören bir İslamcı külliyatları var.
Kadınlar açısından bu kızlı erkekli çıkışına, bir de “kızlı kızlı” diyebilen bir cevap geldi. Bizler cinsel tercihlerin özgürce yaşanmasını savunuyoruz; karşımızda ikiyüzlü bir dille kabadayılık yapıyor. Karşı kabadayılıkta geliştirilebilir; ama “kızlı kızlı” da küçümsenecek bir muhalif yaklaşım değil.
0 comments on “HANDAN KOÇ: YENİ MUHAFAZAKARLIK BİR TÜR YENİ FAŞİZMDİR.”