Bir feminist olarak bana sosyal demokrat solun kadın sorunu konusundaki kırmızı çizgileri ne olmalı diye soruldu. Yani mesela sosyal demokratlar kadın hakları konusunda nelerden asla taviz veremezler, geri adım atamazlar, atmamalıdırlar diye yöneltildi bu soru. İster istemez böyle bir soru nereden icap etti diye düşündüm. Acaba siyasi düzen açısından her şeyin yerli yerinde olmadığı bir dönemden mi geçiyoruz? Bunu söylerken T.C. siyasal sisteminin vitrini olan ve kalbi olması gereken yerin Türkiye büyük millet meclisi olduğunu varsayıyorum. Öyle ya seçimlere girilmesine kırk gün kala bu yazıyı yazdığım şu günlerde meclis yerli yerinde değil. Bir anlamda eski vekiller de yok yeni vekiller de. Dolayısı ile ütopyalar veya hayaller kurmaya çok uygun bir zaman.
1980 öncesinde kadın özgürlüğüne meraklı sosyalist bir üniversite öğrencisi idim. 12 Eylülle gelen yeni düzen olmasa idi bugün bambaşka bir meclisi hayal ediyor değil kurmuş olurduk diye içimden geçirdiğimi gizlememeliyim. Ama bu birinci dünya savaşı olmasaydı bambaşka bir Avrupa olabilirdi demek kadar naftalin kokan bir yaklaşım. Tersinden bakarak bu kesinti sayesinde bambaşka bir meclisimiz olduğunu da düşünebiliyoruz. Öyle ki düzenle uyumlu parti yandaşı olsanız bile aşağıda, tabanda siyaset yapan güçsüz birisi iseniz bir türlü kapısından içeri giremiyorsunuz. Barajlar partilerin, parti tüzükleri kişilerin, güçlü kişiler güçsüz kişilerin önünü kesiyor. Gücün ölçüsü ise genellikle para oluyor. Ne olsa ben zenginleri severim diyen Turgut Özal’ ın kurucu figürü olduğu bir meclis bu. Bu koşullar değişmeden meclisi ciddiye almak, ondan ümitlenmek öyle zor ki?
Öte yandan aklın yerine vahiyi koyan ideolojilerin egemen olduğu, demokrasi diyerek polis devleti kuruluş provalarının sergilendiği bir yönetimin altında yaşıyoruz. O yüzden şu anda bu meclisin içinde özgürlükçü ve eşitlikçi, akılcı ve barışçı, ihaleci değil üretici, halkların düşmanlığından değil kardeşliğinden beslenen kişilere çok ihtiyaç var. Bunun olmasını ancak meclisin dışı sağlayabilir oylarından başka araçlar da yaratarak bence. Ama bu başka bir konu.
Dünyada ve ülkemizde son yirmi yıldır her türlü gericilik altın yıllarını yaşayageldi. Eski yüzyılı yeni bitirdik ve sanki 21. Yüzyıl yeni başlıyor diye düşünmemiz için sebeplerimiz var. 1990 larda eskizleri atılan yeni dünya düzeni 2010 da bütün çirkinliği ile tamamlanmış bir tablo artık. Bu tabloyu sevindirici bulan “Reaganizm” “Thatcherizm” “Eylülizm” sanki birkaç yıldır solmuş durumda. Ne yazık ki onları solduranlar yeni dönüştürücü güçler olmadı. Kendi kendilerine devirlerini tamamladılar, kendi içlerinde evriliyorlar. O yüzden ezilenler ve sömürülenler için büyük umutlara kapılmamıza sebep olacak bir rüzgâr yok. Ama umutlarla değilse bile daha neler olacak endişesi ile birlikte bu yenidünya düzenine karşı ne yapabiliriz sorusunu güçlendiren bir devir başladı gibi. Bu yüzden meclisin içinin ve dışının emeği ile geçinenler, kadınlar, fakirler, alttakiler sözü engellenenler, aklına ket vurulanlar lehine değişmesi için ileriye bakmamızda, planlar yapmamızda yarar var. Yoksa yeni yüzyıl yağmacıların, haksız kazanç sahiplerine ait konsorsiyumların, kriminal yöneticilerin, arsız sektörlerin, sermaye sahibi tarikatların yüzyılı olabilir.
Sosyal Demokrasi Ve Feminizm
Radikal bir feminist olarak sosyal demokratlara önerebileceğim şey 21. Yüzyıl için bir sosyal demokrasi tanımı yapmaları ve bunun gerisine düşmemeleridir. Bu bir ironi değil. Feministlerin sosyal demokratlardan isteyecekleri en önemli şey ise “gölge etmeyin başka bir şey istemeyiz” sözleri ile açıklanabilir. Sosyal demokrasi tanımını sahiplerine bırakıp feminizme bakacak olursak şunu görürüz. Feminist siyaset erkeklerle birlikte değil de daha çok erkeklere karşı yapılan, erkeklerle birlikte yapıldığı zaman anlamını ve etkisini kaybeden bir” şey” dir.
Feminizm nedir acep sorusu için Stella Ovadia’ dan bir alıntı yapmak isterim: “Kadınlar nasıl feminist olurlar sorusu çok anlamlı bir soru değil bence anlamlı olan kadınlar nasıl olur da feminist olmazlar, bu kadar ezilirsin de nasıl başkaldırmazsın?” sorusudur. Kadınların kocaları ya da babaları her türlü sınıf ve katmandan olabilir: burjuva olur, devlet bakanı olur, tarım işçisi ya da kapıcı olur. Ama evde yemeği hep kadınlar yapar ya da yemek yapacak olan kadının basında yine bir kadın durur… (1)
Bu alıntıdan hareketle iki şeyi belirtmek isterim. Birincisi: feminizm çok geniş bir akim hatta aklı başında bir kadının edinmesi gereken bir cins şuurudur. İkincisi: feminist kadın hareketinin kökten değişim istediği alan öncelikle eviçidir. Cins bilinci cins çıkarından farklı olabilir. Kadınlara cins çıkarları iyi bir evlilik yapmakta yatıyor gibi görünebilir. Cins şuuru ise kendini özgür, ekonomik bağımsızlığına sahip ve güçlü bir insan olarak gören bir kadın olmayı esas hedef sayar. Feminizmin derdi ev ve günlük hayattır. Feminizm erkeklerin değişmesini ister elbette ama feminizmin öncelikle kadınların kendilerini değiştirme hareketi olarak algılanması yararlıdır. Bu kozmetik bir değişim değildir. Yapısı itibari ile varoluşsal, en eski en köklü toplumsal kültür ve alışkanlıklarda bir değişimdir. Ayrıca bu mücadele kadınların toplum içindeki ekonomik varoluşlarını iyileştirir. Dolayısı ile ekonomik hayatın toplumsal olay örgüsü kadın cinsi lehine değişir. Böyle olunca aile yaşantısı ve ülkemizde “örf adet töre” diye pazarlanan patriarkal paket de değişime uğramak zorunda kalır. Sosyal demokratlar da dâhil erkeklerin çoğu bu değişimi aslında benimsememektedir. İşte bu noktada kadınlar desteğe ihtiyaç duyarlar. Güçlü ve kendi cinsinden yana olan kadınları yalnız kalmakla tehdit eden 21. yüzyıl erkek egemenliği feministlerin yeni stratejiler geliştirmelerini gerekli kılan bir sistemdir. Sosyal demokratlar kadın erkek eşitliği olmalı diyeceklerse feministlere bu anlamda destek çizgisinin gerisinde kalmamalıdır. Kadın siyaseti salt zayıflara , mağdurlara yardım olarak tanımlanacaksa o zaman bu eşitlikçi fikriyata hizmet etmeyebilir.
Muhafazakârlar ve Sosyal Demokratlar
Muhafazakâr siyasi iktidarın kadınlarla ilgili ideolojik iddiası her zaman her yerde geleneksel olanın, milli – Sünni –dinsel ideolojinin egemen yorumunun kurallarına bağlı aile yaşantısının, mutlaka iyi olduğudur. Türk İslam muhafazakâr düşüncesi ve diğer klasik mezhep ve din düşünceleri yani Musevilik, Hristiyanlık keza Alevilik, elbette Ermenilik ve Şafiilik fikriyatı da kadının ikinci cins olmasına onay verir. Egemen Sünni- dini yorumlara göre mecbur kalmadıkça kadınların ev hayatının – bizce erkeklerin esirgendiği patriyarkal düzenin -değişimi kadınların mahvı, ahlakın bitişi demektir. Onlara göre sıcak yuva bir masal değildir; eğer kurallara uyulur maneviyatımıza, milli değerlerimize, örfümüze, dinimize uygun tarzda bir ev hayatı kurulursa. Kadınlar bu yazılı olmayan geleneksel kurallara uydukları oranda rahat bırakılırlar. Dışına çıktıkları oranda da cezalandırılırlar. Yani muhafazakârların bir çizgisi bir iddiası vardır. Dolayısı ile başbakanımız kadın erkek eşit değildir birbirinin tamamlayıcısıdır derken bir çizginin, hem de köklü ve toplumun kabul görmüş erkek egemen değerlerine uyan bir çizginin savunucusu durumundadır. Kadına yönelik şiddet ise onlara göre geleneksel düzenin dışına çıkılmasının sonucunda olan şeylerdir.
Peki, sosyal demokratlar yuva tanımında ve yuvadaki ve yuva dışındaki işbölümü konusunda muhafazakârlardan ne kadar farklı düşünmektedir? İşte CHP bu soruya yirmi birinci yüzyıl koşulları içinde samimiyet ve açıklıkla cevap veren insanların bir organizasyonu olmak zorundadır. Savunulmakla kalmayan ama uygulanan bir değerler silsilesine sahip olmak sosyal demokratların birinci önceliği olmalıdır. Dolayısı ile bence sosyal demokrat bir hareket kadın erkek eşitliği davasına gönülden inançlı insanlardan oluşmalıdır. Bu konu AKP ye karşı çağdaş yaşamı destekleyerek hallolamaz. Bir inanç taşımayan bir fikirle heyecanlanmayan insanların yasak savmacı söylemleri, kadın erkek eşitliği fikriyatını araçsallaştırır güçlendirmez. Eşitlikçilik biz cumhuriyetin kurucu ilkelerini savunuyoruz, Atatürk’ün kadınlar lehine yaptığı reformların takipçisiyiz demekle yaşatılacak bir şey değildir. Kimse kadınlardan kadın haklarına saygılıyız diyen ve ne düşünüp nasıl yaşadıklarını bilemediğimiz lacivert takım elbiseli CHP erkeklerinin yüzüne bakarak bir heyecana kapılmasını beklememelidir. Sosyal demokratlar Türkiye’de İslami muhafazakâr sağ çizgiye hayır demeyi kafasına koymuş insanların gerisine düşmemelidir.
Mary Wollstonecraft’ın Gerisine Düşmemek
Bu noktada en azından iki yüzyıl önce muhafazakâr düşünceye karsı bayrak açan ve aynı zamanda Jean-Jacques Rousseau’ nun kadınları zayıf gören cinsiyetçi görüşlerini de amansızca eleştiren feminizmin oncu isimlerinden Mary Wollstonecraft’ ın fikriyatından geriye düşülmemesi gerekir. Kadınların özgürleşmesi mücadelesine aşina birçok kişi Wollstonecraft’ın çoktan aşıldığını düşünebilir. Doğrudur bugün kadınları erkek rasyonalitesine dayalı bir eğitime ve aileye davet eden bu çizgi feministlerce eleştirilerek aşılmıştır. Ama erkek egemenliği her çağda yeniden örgütlenen bir düzendir. Bu gün sosyal demokrat hareket içinde feminizmi özümsemiş, dünya kadın hareketinin toplumsal cinsiyet kavramı etrafında oluşturduğu kazanımları kurumsal anlamda savunma ve uygulama donanımına sahip pek çok kadın var. Bu kadınlar sosyal demokrat hareketin kadın siyasetini yani mor çizgilerini belirleyecektir. Uluslararası Kadın Hareketinin Türkiye’yi de imzalamak zorunda bıraktığı CEDAW(2) gibi sözleşmeler meclisin tüm üyelerini bağlayıcı kurallar, ilkeler getirmektedir. Kadınların eşit yurttaşlar olmaya doğal özellikleri sebebi ile hakları olmadığı iddia edilen yüzyıllar geride kalmıştır. Bugün kadınların cinsiyetçilik karşıtı mücadelesi meşrudur. Artık çok az erkek siyasetçi bu konuda açık bir düşmanlık yürütmektedir. Hemen hemen çoğu politikacı feminizm lafı kullanılmadığı müddetçe feminist tezlere “hı hı “bile diyebilmektedir. Bu görünürde iyi ama içi boş durumu bazen partilerde kadın siyasetinin kadınlara bırakılması yaratıyor. Böylece erkekler bu alanda gelişmemekte kadın kolları yan bir alan olmaktadır. Kadın konusu ve kadın bakış açısı ile bu konuda kendini değiştirmiş erkekler ve kadınlar partinin yan kollarında değil merkezinde yer almalıdır. Çünkü sosyal demokrasi kadın erkek karma yürütülen bir harekettir.
Ama bence kadınların yüzyıllar önce dile getirdiği itiraz ve iddiaları bile canı gönülden benimsemiş sosyal demokrat siyasetçi bulmak kolay değildir. Wollstonecraft’ın 215 yıl önce şunları yazdığını biliyorsunuzdur: “Kadının erkek için yaratıldığına ilişkin egemen görüşün kökenleri Musa’nın şiirsel öyküsünde aranabilir. Ama bu konu üzerinde ciddiyetle düşünen kimsenin Havva’nın gerçekten de Adem’ in kaburgasından yaratıldığına inanacağını sanmıyorum. Bu öykünün olsa olsa, uzak geçmişte erkeklerin kendi eş ve arkadaşlarını boyunduruk altına almayı çıkarlarına uygun bulmuş olduklarını ya da yaratılan her şeyin salt kendi hazları için yaratıldığını düşündüklerini, bu yüzden öykünün kadının da boynuna bir tasma geçirilmesi gerektiğini gösterdiği düşünülebilir.” Bu sözler belki bir dinsel düşünce hem de Hristiyanlık eleştirisi içerdiği için bugünün sosyal demokrat erkekleri tarafından kolayca hazmedilebilir. Üstüne bir de şuna bakalım ”Erkeklerin çoğu, kadınların kendi kendilerini yönetecek kadar akıl sahibi olmalarını ve dünya sahnesinde yerlerini almalarını istemez” Buna da pek çok sosyal demokrat kibar kibar “olur mu efendim kaldı mı öyle şey“diyecektir.
Peki, ”Gücün verdiği gururla başı dönmüş erkeklerin, tiranlar gibi davranan krallarla ve yozlaşmış bakanlarla aynı savları kullanmasına ve salt şimdiye kadar tabi oldular diye kadınların her zaman tabiiyet altına alınması gerektiğini savunmasına izin verilmemelidir. Ne zaman ki insanlar akılcı yasalar altında doğal özgürlükleri yaşarlar ve kadınlar bu doğal özgürlüğü erkeklerle paylaşmadığını ortaya koyar, erkekler de onları aşağı görmekte haklı olur, ama o şanlı zamanlar gelmeden, erkekler kadın aptallığı üzerine şarkı söylerken kendi aptallıklarını da görmezden gelmemelidir.” (3)diye yazan Wollstonecraft’ ın “şanlı zaman” ütopyasının aşıldığı söylenebilir mi? Kadınlar böyle olmak istedikleri için böyleler, bunda erkeklerin suçu ne
Erkek nüfusunun çoğunluğu gibi sosyal demokrat siyasetçiler de kadınların tabiiyet altına alınması gerektiğini savunmadıklarını, hatta kadınlara tabii olduklarını düşünüyor olabilirler. Oysa kadınlar ve erkekler yüzyıllardır hangi işbölümü ve hiyerarşi içinde yaşıyorlarsa bugün aynısı devam etmektedir. Sadece kadınlar biraz ileri gitmiş durumdalar. Bu ileri sıçrayışı hazmetmek boş sözlerle dejenere etmeden içselleştirmek, bu sıçrayışın yarattığı yeni kadın tipleri ile gurur duymak sosyal demokratların hedeflerinden biri olmalıdır.
Günlük Hayatın Gücü
Akılcı yasaların varlığının insanları ve kadınları ileriye götürmeyebileceğini geçen yüzyıl göstermiştir. Hatta günümüz iyi yasalar altında kötü yaşantıların mümkün olduğunun örnekleri ile doludur. Ama sosyal demokratlar en azından kendi yasalarına inanan ve kadınlarla erkekler arasında daha mutlu bir geleceğin mümkün olduğunu hisseden, hissettiren insanlar olabilmelidirler. Sosyal demokratlar feminist kadınların kitaplarına bildirilerine tezlerine biraz olsun aşina olmalıdır. Kitaplığında demiyorum feminist dergiler ama mesela Serpil Çakır’ ın Osmanlı kadın hareketi kitabı da olan erkek vekiller olmadan bu toprakların aydınlanmacıları olunamayacağının kabulü sosyal demokratların yararına olacaktır
Kadınların doğuştan zayıf cins oldukları ve bu yüzden erkeklerle aynı toplumsal haklara sahip olamayacağı düşüncesi en azından laik düşünceleri olan kişiler için aşılmış durumda. İslamcı düşünce sahipleri ise fıtraten yani doğuştan kadınları erkeklerden daha zayıf ve korunmaya muhtaç varlıklar olarak görüyor. Ama bu durum paradoksal olarak İslamcı kadınlara güven veriyor. Çünkü korunmak istiyorlar ve cemaatler ve kocaları tarafından, onlara tabii olarak korunacaklarına inanıyorlar. Özgür akıl yolu ile yaşamak gerektiğini söyleyen kişiler elbette “ışık evleri” misali bir zincir ve kutsal imamlarınki misali hiyerarşiler kurmamalıdır. Ama okullar, spor salonları, parklar, yurtlar kurabilirler değil mi. Kadın erkek eşittir diyenler akılcılığın ve özgür düşüncenin erdemlerine en azından kendileri inanmalı, bu erdemlerin örneklerini sergilemeli. Toplumun merkezine aileyi ve tüketimi koyan bir düzene uyumlu bir sosyal demokrasi kendi ahlakını muhafazakârlarınkinden nasıl farklılaştıracaktır? Muhafazakârlar da alışveriş merkezlerine tapıyor sosyal demokratlar da tapıyorsa, muhafazakârlar da son model arabaya tapıyor sosyal demokratlar da tapıyorsa, herkes çocuğunu paralı okullara-kurslara yollamaya çabalıyorsa, borsa herkes için değerli bir müessese iken, televizyonlar reklamlar ve aptalca dizi filmlerle dolu iken herkes rahat ediyor ise bir AKP’li veya bir CHP’li arasında büyük fark olmayabilir de. Her türlü sosyal güvenceden yoksun bir tüketim toplumu fikriyatına karşı çıkılmadığı zaman muhafazakârlarla sosyal demokratlar arasındaki fark eşlerinin açık veya kapalı olmasından ibaret kalabilir.
AKP nin taşıyıcısı olduğu ve savunduğu dini patriarkal değerlere göre kadının dışarıda çalışması gerekli değildir. Kadınlar evden dışarı tesettürlü çıkabilir. Kadınların ve erkeklerin evli olmadan birlikte olması günahtır. Aile bağları olmayan kadınlarla erkekler mümkün mertebe ayrı ortamlarda çalışmalı ve yaşamalıdır. Evin içinde son karar verici kişi erkek olmalıdır. Dini yorumlara göre ihtiyaç oluşmuşsa erkek çok eşliliği mümkündür. Bunlar eşitlikçi ve özgürlükçü fikirler değildir. Ama cinsiyetçi de olsa bir ahlaki öneri ve ideal taşımaktadır. İslamcı-muhafazakâr hareket taraftarı olan kadınlarca benimsenmiş bir hayat tarzı önerisine sahiptir.
Sosyal demokrat hareket bu cinsiyetçi ahlakçı çizgiye sadece biz isteyenin istediğin yapmasını savunuyoruz, ya da biz çağdaş değerleri savunuyoruz diyerek karşı çıkamaz. Bugün sosyal demokrat siyaset içindeki erkeklerin çocukların bakımını ve ev işlerini , eşleri ile aynı oranda önemsedikleri ya da böyle olmaya kendilerini koşullandırmaya çalıştıkları söylenebilir mi? Bugün sosyal demokrat kadınların geleneksel kadın kolaycılıklarının dışında bir kimliği zorladıkları söylenebilir mi? Bugün sosyal demokrat hareket kadınlara meslek sahibi olmayı, çalışmayı, çalışırken hayat arkadaşı ile paylaşımcı bir şekilde çocuklarını büyütmeyi önerebiliyor mu? Kadınların güçlenmesine imkân veren kreş vb. sosyal müesseseleri kurma sözü veriyor mu? Yoksa zaten kadınlar da geçim derdi olmasa çalışmak istemiyor diye mi düşünülüyor. Yoksa erkekler iş bulamazken kadınlara evlerinde anneler olarak güvence vermek daha önemli diye mi düşünülüyor. O zaman eşitlikçilik nerede kalıyor?
Sosyal demokratların ahlakı AKP nin kadın ideolojisinin eleştirisinden ibaret olamaz. Sosyal demokrat erkek ve kadınların eşitlik ve özgürlük fikri ile mutlu oldukları, hayatlarında bu ilkeleri uyguladıkları, yeni yüzyılın kadın hareketini tanıyıp onun talepleri ile beslenebildiklerini gösterebilmesi gerekmektedir. Bu da teorik olarak eşitlik fikriyatının gerisinde kalmamanın pratik örneklerini göstermek demektir. İlk söylediğime geri dönecek olursam sosyal demokratların kırmızıçizgisi sosyal demokrasi olmalıdır. Uyuşukluğa kapılıp ikiyüzlü olunursa gücü elinde tutanlar hiçbir zaman yıkılmayacaklardır.
(1)Özgürlüğü Ararken-Kadın Hareketinde Mücadele Deneyimleri-Amargi Kooperatifi-2005
(2) CEDAW, kadın haklarının uluslararası hukuk çerçevesinde ele alındığı ve hükümetleri bağlayıcı bir niteliği olan tek evrensel sözleşmedir. Bu bağlamda CEDAW ‘Uluslararası Kadın Hakları Bildirgesi’ olarak da tanımlanmaktadır. Sözleşme, kadınların kanun karşısında eşitliğinin sağlanmasını amaçlamakta ve kadınların siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel yaşamda erkeklerle eşit konumda olmaları için devletleri önlem almaya sevk etmektedir. Hükümetler ve kadın kuruluşlarının ortak çalışmaları sonucunda hazırlanan bu temel sözleşme, 1979 yılında Birleşmiş Milletler tarafından onaylanmış ve 1981 yılında yürürlüğe girmiştir
(3)Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi-Mary Wollstonecraft-Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları-2007
0 comments on “MECLİSİN İÇİ VE DIŞI”