10-POPÜLİST SİYASET POLİTİKA

MİLLETİN ADAMI: AKP VE POPÜLİST İKTİDAR TEKNOLOJİLERİ

Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada şöyle dedi:

“Çok açık söylüyorum. Çocukların öldürülmesine masum kadınların alçakça katledilmesine, halkın oylarıyla gelmiş iktidarların silah ve tanklarla darbe yoluyla devrilmesine seyirci kalanlar, tepkisiz kalanlar bu insanlık suçuna alenen ortak olmaktadır. Modern dünya tarafından sergilenen bu çifte standart, çok geniş halk yığınları nezdinde ciddi güvensizlik oluşturmaktadır. Şu an çatısı altında bulunduğumuz Birleşmiş Milletler’e ve uluslararası kurum ve kuruluşlara karşı vicdanlarda oluşan güvensizlik duygusu adalet duygusunu zedelemekte milyonlarca insanı umutsuzluğa sevk etmektedir. Bugün karşı karşıya kaldığımız uluslararası terörün en temel beslenme kaynaklarından biri de işte bu güvensizlik duygusudur. Mazlumlara yönelik çifte standart çocukların katledilmesine karşı sergilenen kayıtsızlık tüm dünyada teröre oksijen sağlamaktadır”

Devamında ise sıkça yinelediği bir vurguyu tekrarlayarak, BM Güvenlik Konseyi’nde beş daimi üyenin kurmuş olduğu tekeli şu cümlelerle eleştirdi:

“Altını çizerek ifade etmek isterim. Dünya beşten büyüktür. BM Güvenlik Konseyi daim üyesi 5 ülkenin dünya gerçekleri ile bağdaşmayacak şekilde BM’yi etkisiz hale getirmesi küresel vicdanın kabul edebileceği bir durum değildir. Tüm alınan kararlar bakıyorsunuz bir ülkenin iki dudağı arasındadır. Eğer hayır derse hayır. Evet derse o zaman icraata geçilebiliyor.”
Daha önce hiç Tayyip Erdoğan adını duymamış biri bu konuşmayı dinlese ya da birisi bu sözleri kimin söylediğini bilmeden bir yerlerde okusa, herhalde şöyle derdi: “Karşımızda Fidel Castro ya da Hugo Chavez ayarında bir lider var; çünkü ancak onlar böyle cesur ve haklı cümleler kurabilirler.”
Oysa karşımızda ne Fidel ne de Chavez var, karşımızdaki kişi Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan. Şöyle de diyebiliriz: Karşımızda, IMF, Dünya Bankası, OECD gibi küresel kapitalizmin mali kuruluşlarının ve NATO gibi emperyalist bir savaş aygıtının üyesi bir ülkenin, 12 yıl boyunca neoliberal iktisadi programı derinleştirerek uygulayan, Türkiye’nin küresel kapitalizme entegrasyonunun derinleştirilmesi için her türlü yönteme başvuran bir iktidarın lideri var.

O halde neden bu mazlum edebiyatı? Neden bu anti-emperyalizme göz kırpan, dünyaya kafa tutan cümleler?

Dışarısı: “Mazlum milletlerin sesi”

Artık biliniyor olmalı, bu konuşmanın içeriği de, BM’de yapılmış olması da şaşırtıcı değil; değil, çünkü Erdoğan’ın en başından beri sergilediği ve yandaş kalem erbaplarınca da beslenip büyütülen “Kasımpaşalı, kabadayı” imajının yeniden ve daimi bir şekilde üretilebilmesi için buna ihtiyaç var. Konuşma esnasında salonun bomboş olmasını ve konuşmanın uluslararası medyada herhangi bir gündem yaratmamasını da ekleyerek söyleyecek olursak, amaç yandaş medyanın iddia ettiği gibi dünyaya haykırmakla vs. değil, doğrudan iç kamuoyuna seslenmekle, yani içeride oluşturulan ve az önce sözünü ettiğim imajı üretmekle ilgili.

İçerideki üretim biçimine de değineceğiz; ama söz konusu uluslararası arena olduğunda bu üretimin aşağı yukarı şöyle gerçekleştiğini söylemek mümkün: “One minute”; ya da Mavi Marmara hadiselerinde de görüldüğü üzere, her şeyden önce İsrail’e kafa tutarmış, onun Filistin’deki zulüm politikalarına köktenci bir şekilde itiraz edermiş gibi yapmak ve böylece içeride ortalama muhafazakâr seçmenin nezdinde “zulme dur diyen büyük devlet adamı” algısını pekiştirmek. Sonrasında ise bunu bütün bir “uluslararası statüko”ya doğru genişletmek ve sisteme meydan okumak.

Erdoğan kürsüye çıkar, dünyadaki; ama özellikle Müslüman coğrafyadaki zulümlerden bahseder, çocukların nasıl öldürüldüğünü anlatır, dünyanın sessizliğini ve ikiyüzlülüğünü haykırır ve yandaş kalem erbabının “dünya mazlumlarının sesi” temasıyla örülü yazıları ve konuşmaları propaganda aygıtından toplumun zihnine nakşedilir. Anadolu’nun on binlerce kahvehanesinde o an itibariyle konuşulan şey, Erdoğan’ın cesareti, meydan okuyuşu, korkmayışı vs.dir artık. Bu ise beraberinde şunu getirir: Tüm dünya güçleri, kendilerine meydan okuyan bu büyük lideri devirmek için planlar yapmaktadırlar ve millet, liderini “yedirmemeli”, bunun için liderinin etrafında kenetlenmeli, ona göğüs germelidir.
Dolayısıyla, uluslararası sisteme meydan okurmuş gibi yapma, içeride lidere biata ve liderin liderliğini yeniden ve daha güçlü bir şekilde tahkim etmeye yönelik bir “popülist iktidar teknolojisi” olarak görülebilir; üstelik işe yarar bir iktidar teknolojisidir de bu.

İçerisi: “Milletin mazlumlarının sesi”

Peki sözünü ettiğimiz iktidar teknolojisi içeride nasıl işlemektedir? İçeride de benzer bir durum söz konusudur aslında. Mütedeyyin-muhafazakâr halk kitlelerinin “nefret objesi” olarak görülebileceği kişi ya da kurumlar hedef tahtasına oturtulur ve onlarla “millet adına” mücadeleye başlanır. Seçilen kişi ya da kurum, “milletin değerleri”ni aşağılamaktadır, milletle “göbeğini kaşıyan adam”, “bidon kafalı” diye dalga geçmektedir, elitisttir, vesayetçidir, batı taklitçisidir, vs. Oysa Erdoğan ve AKP, bu milletinin değerlerine yabancılaşmış elitistlerin karşısında milleti ve onun değerlerini temsil eder, onlar adına konuşur ve onların muhafazasını üstlenir.

Bu noktada, söz konusu popülist iktidar teknolojisini daha iyi anlayabilmek için dayandığı söylemin epistemolojik kökenlerine daha yakından bakabiliriz. Öncelikle “millet” sözcüğünün üzerinde duracak olursak; burada “millet” Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan herkesi işaret eden bir kavram değil, Sünni-Müslüman-Türk-erkek olanların toplamına işaret eden bir kavram olarak kullanılır, dolayısıyla “millet ontolojik olarak otantik bir nitelik taşımaktadır” da diyebiliriz. Bu otantik varlık, Müslümandır ve merkezinde dinin durduğu bir milliyetçilik anlayışına sahiptir, yani Türklük burada ikincil ama yine de tamamlayıcı bir unsur olarak devrededir. Dindarlık, aile, geleneklere bağlılık gibi değerlerin taşıyıcısı olan ve çoğu kez mağduriyet anlatısını beslemek için yoksulluğuna, açlığına, sefaletine de vurgu yapılan “millet”, tüm bunlara rağmen devletine isyan etmez, tevekkülle yaşar, kadim değerleri geçmişten bugüne ve geleceğe taşır, söyleyecek bir sözü varsa da gidip sandıkta söyler, tepkisini “demokratik” bir şekilde dile getirir. Milletin kararının sandıktaki tecellisine de “milli irade” denir ve milli irade, “milletin değerlerine yabancılaşmış olanlar”a karşı hep “milletin temsilcileri”ni işbaşına getirir.
Geçmişe dönüp baktığımızda “bir otantik varlık olarak millet”in sağ siyasetle buluştuğunu gösteren sloganın “yeter söz milletindir” olduğunu görebiliriz. Demokrat Parti’nin kullandığı bu slogan, Türkiye siyasetini  “bir otantik varlık olarak millet”le “milletin değerlerine yabancılaşmış” olanlar dikotomisine yerleştirmenin son derece başarılı bir örneğidir; öyledir, çünkü o zamandan bu zamana söz konusu dikotomi siyaset üzerindeki hâkimiyetini devam ettirmeyi başarmıştır. Erdoğan ve AKP ise bu dikotominin günümüzdeki temsilcisidir.

Erdoğan, “milletin adamı”dır ve millet adına konuşur. Elitizme karşı halkın, vesayete karşı demokrasinin yanındadır. Milletin değerlerini o temsil eder, milletin değerlerine yabancılaşmış olan beyaz Türklere, medya patronlarına, işadamlarına kafa tutar, BM toplantılarında BM’yi azarladığı gibi, TÜSİAD toplantılarında da TÜSİAD’ı azarlar.

Ancak unutulmamalıdır ki, popülist iktidar teknolojisi sadece “kötü”lerle savaşmak üzerine inşa edilmez. Bunun yanı sıra “her şeyin en doğrusunu bilen, yeri geldiğinde çocuklarını paylayan ama yeri geldiğinde de seven baba” figürü de söz konusu teknolojinin bir parçasıdır. Kürtajdan sigara içmeye uzanan bir genişlikte, baba, toplum adına en doğru ve sağlıklı olanı bilir, onlara bildiklerini aktarır, her türlü ahlaksız ve sağlığa zararlı davranış konusunda uyarır. Elbette ki bu, gerektiğinde içki; ya da sigara lobilerine karşı bir “savaş”a da dönüşebilir, çünkü baba, milletini her ne pahasına olursa olsun korumakla görevlidir.

Dışarıda küresel düzene, içeride “kodamanlar”a, beyaz Türklere meydan okumak… Tüm bunlar AKP iktidarının ve karizmatik bir lider figürü olarak Erdoğan’ın popülist teknolojilerinin önemli bir ayağını oluşturur.  Erdoğan ve AKP, DP’nin inşa ettiği siyasal dikotomiyi elinde tuttuğu muazzam propaganda aygıtının da sayesinde son derece etkili bir silaha dönüştürmüş, ideolojik hegemonyasını tesiste ve yeniden üretmede bundan son derece başarılı bir şekilde faydalanmıştır. Hegemonya karşıtı olmakla yetinmeyip yeni bir hegemonya kurmak isteyen siyasi öznelerin söz konusu iktidar teknolojilerinin karşısına ne koyacağı üzerine düşünmesi siyasi bir zorunluluktur.

0 comments on “MİLLETİN ADAMI: AKP VE POPÜLİST İKTİDAR TEKNOLOJİLERİ

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: