Bize kendinizden ve çalışmalarınızdan bahseder misiniz biraz?
Lisansım Boğaziçi Üniversitesi sonra lisanüstü ABD İndiana Üniversitesi. Doktora tezim Esenyurt üzerine. Ben iki sene Esenyurt’ta araştırma yaptım. Kadınların kendilerini anlatma biçimlerinin devletle ilişkileri çerçevesinde nasıl belirlendiği ve biçimlendiği üzerine bir çalışmaydı.
Farklı yönetim biçimleriyle birlikte, 80 90 arasında başka bir yönetim biçimi vardı. Biliyorsunuz 80’de belediyeleşmeler başlıyor, tapu dağıtımları var. Varoş belediye başkanlarının çok önemli iktidar odakları olarak ortaya çıkması var. O süreci yaşamış kadınların hayatlarını anlatışlarıyla daha sonra o “yoksulluk üzerinden yönetim” devri başlayınca kadınların devletle ilişki çerçevesinde hayatlarını nasıl anlattıklarıyla uğraşmıştım. Ama onunla uğraşırken belediye politikaları, yoksulluk, sağlık vs hepsiyle ilgileniyorsunuz.
Sonra Çağlar Keyder ile daha çok Kürt illerini kapsayan bir yoksulluk ve sosyal politika çalışması yaptık. Sağlıkta dönüşüm üzerine bir çalışma yaptık İstanbul, İzmir, Konya ve Adıyaman illerinde.
Şimdi de daha çok devlet ve şiddet üzerine çalışıyorum. Savaş, zorunlu göç, faili meçhuller daha çok bu bölge üzerine yoğunlaşıyorum. Ama orada da yoksulluğun artık girmediği hiçbir konu yok.
Bu yoksulluk çalışmanızdan bahseder misiniz?
Bu tek bir çalışma değil aslında. Daha önceki Esenyurt’taki çalışma, Çağlar Keyder ile yaptığım çalışma ve daha çok sahada olmamdan kaynaklanan bazı bilgilerim var.
Esenyurt çalışmasını yaparken beni en fazla çarpan şey; o dönemdeki herşeye yolsuzluk ya da yoksulluk üzerinden bakmak alışkanlığıdır.
Reha Muhtar’ın hiç unutmadığım bir haberi vardı. Bir devlet görevlisine Antalya’da bir rüşvet veriliyordu. O haberin hemen arkasından Emine teyze yoksulluk yardımı kuyruğunda bayıldı haberi geldi. O benim bakışımın belkemiği olmuştu. Türkiye’de birşeylerden bahsedebilme, şikayet edebilme, bir takım taleplerde bulunabilme yolları ve söylemleri tamamen yoksulluk ve yolsuzluk söylemlerine tıkanmıştı.
Kendinizi başka şekilde ifade edebilmeniz, taleplerde bulunmanız, bütün bu şikayet dili bu iki kavrama tıkanmış olmasıdır beni etkileyen.
4 sene boyunca kadınlarla yaptığım mülakatlarda, insanların kendilerinden bahsederken, kendilerini ifade ediş biçiminin o kurumun içinde biçimlendiğini gördüm. Dul musun, kocan çalışıyor mu, yeşil kartın var mı? İnsanlar hayat hikayelerini anlatırken bile bu formatta anlatmaya başlamışlardı. Bir yokluk yarası gibi anlatmaya başlamışlardı. Sürekli bir ihtiyaçlarının giderilmesini arzulayan, talepler geliyordu kulağınıza. Ben bunun Türkiye’deki yeni yoksulluk rejimiyle son derece ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu Dünya Bankası’nın ve IMF’nin de bir politikası. Uluslararası düzlemde sosyal devletin ve çalışmaya dayalı güvenlik yasalarının yerini şimdi yoksulları idare etmeye yönelik yoksulluk rejimi alıyor.
Popülasyonu nasıl görüyorduk; devlet çalışanları, serbest çalışanlar. Şimdi bu yeni bölünmede yoksullar ve yoksul olmayanlar olarak görüyoruz. Ve doğal olarak yoksulların yönetilmesi meselesi geliyor gündeme.
Türkiye’de bu rejim AKP tarafından hem güvenlik yasalarıyla hem yoksulluk yardımları kanalıyla (önce Dünya bankasının verdiği parayla sonra kendi bütçesiyle) son derece başarılı bir şekilde yapılıyor.
Tabi ki buna muhalif düşündüğünüz zaman –ki ben muhalif düşünüyorum- AKP oy satın alıyor diye çok basit bir düşünceyle bakmamak gerekiyor. İnsanların kendi hayat hikayelerini anlatabilmesini, insanların eylemliklerini önemsediğim için daha marksist bakış açısından muhalefet edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu muhalefet tam da yoksulluk ve yolsuzluk gibi kapatıcı şeyleri açarak ve yıkarak olacak, bunların yerine başka söylemler kavramlar getirerek olacak gibi geliyor.
Toplumun algılanma değişikliğinden bahsediyorsunuz. Bu sadece bir algı olarak mı değişti, toplumsal tabanda kaymalarda oluyor mu?
Bunu birbirinden ayırmak mümkün değil. Söylemsel ve politik düzeyde siz toplumu nasıl algılarsanız, bu algının topluma gerçek etkileri oluyor. Ama ben bunun bir politika olduğunu düşünüyorum. Çünkü yoksul dediğiniz kategori birbirinden o kadar farklı ki. Mesela zorunlu göçle gelip İstanbul’da yaşayan biriyle, kocası alkolik bir kadının ihtiyaçları çok farklı.
Esenyurt’a baktığınızda iki çeşit yoksulluk görürsünüz; ya zorunlu göçle gelmiştir ya da eşleri çalışmıyordur, ölmüştür ve paranın sürekli emildiği bir eş problemi vardır. İki yapıya da aynı politikalarla gidemezsiniz. Tamamına yoksul olarak baktığınızda aynı politikalarla gidiyorsunuz ve ikisine de verilen yoksulluk yardımı ya da sağlık yardımının bir dipsiz kuyuya gitmesinin dışında bir anlamı olmuyor. O yüzden aslında gündelik hayatta yoksulluktan çok farklı çalışan kategoriler var. Bunu yönetim için kullandığınız zaman birbirinden çok farklı popülasyonları aynı laf altında topluyorsunuz. AKP’de bunun farkında. Kürtleri idare edemediği için kürtlere çok daha fazla yardım veriyor. Bu yardım paralarını en yoksul %8’e vermek gerekiyor ama bu paranın çoğu doğu ve güneydoğuya gidiyor. Çünkü en idare edilemeyen yoksullar orada.
Burada AKP’nin politikaları giriyor devreye. AKP bunlarla oynuyor. Bu devam edecek mi beklentiniz nedir?
Biraz dünya konjonktürüne bağlı. Dünya Bankası ve IMF bu politikaları desteklediği sürece AKP bunları yapmaya devam edecektir. AKP bu politikaların neye yaradığını en iyi anlayan parti. Bütün bir kimliği değiştiriyor bu sayede.
Yoksulluk yardımı ve yeşil kart bütün bir aileyi değiştiriyor aslında. Şartlı nakit transferi bu. Kadınlar çıkacak Ziraat Bankası’ndan parasını alacak, erkekler gidemez. Bu yardımı alabilmek için belge toplamanız gerekiyor. Bunun için hayatınızın büyük bir kısmını tapu dairesi, muhtarlık, hastane, araç dairesinde geçireceksiniz. Bir taraftan çocuğunuzun okula gitmesini sağlamak, aşısını yaptırmak mecburiyetindesiniz.
Bunlar ne demek? Siz bütün bir aileyi bir devletin kurumsallığın içine entegre ediyorsunuz. Sadece bir yoksulluk parası değil ki bu, bütün bir hayatın nasıl gideceğini belirliyorsunuz. Sizin bu aileyi devletin kurumları içine entegre etmeniz demek politik anlamları satın almaktan çok daha büyük. AKP bunu en iyi anlamış parti. Cemaatler yoluyla yapmıyor bunu. Son derece programlı yapıyor.
Sosyal riski azaltma projeleri için bir yer kuruldu. O kadar çok başvuran var ki. Ne yapıyorlar? Kadınlar, köylüler bir araya gelip şöyle bir şey yapmak istiyoruz diye rapor yazmaları gerekiyor. Nasıl bir köyü entegre etme politikasıdır bu anlayabiliyor musunuz. Neoliberal kapitalizmin dışında kalmış olan ve ona muhalefet potansiyeli taşıyan bütün bir popülasyonu neoliberalizmin göbeğine alıyor AKP bu yolla. İnanılmaz büyük bir başarı kendi açısından.
Solcular açısından bakarsanız büyük bir trajedi. Sadece oy satın alıyorlar diye basit bakılıyor. Halbuki mesele bu değil. O kadar büyük bir dönüşüm ki bu. Bir varoşa gidin %80 konuşulan şey bu; tapu dairesine gittin mi, yeşil kartı uzattın mı bunu konuşuyorlar. Hayatlarının sembolü artık yeşil kart, yoksulluk sertifikası olmuş. Bu kadar büyük bir dönüşümden bahsediyoruz. Bütün bu popülasyonların sokakta siyaset yapmasını, muhalefet potansiyelini bitirdi AKP.
CHP bunları göremiyor mu?
CHP’ninki öğrenilmiş cehalet durumu. Korkunç ezbere dayanan, ezbere konuşan bir durumdalar.
Kılıçdaroğlu’nun referandum sırasındaki tavrını çok beğendim. Kendi sadakatlarim olmasa Kılıçdaroğlu beni ikna etmişti.
Ama bu CHP için hiçbir şey demek değil. Çok derin ciddi düşünülmesi gereken bir durumdalar. CHP yeni bilgiye açık, ezberden uzak siyaset yapması gerekiyor. Ben burada akademisyenleri de suçluyorum. CHP’nin kökten bilgi tazelemesine ihtiyacı var. Bence en önemlisi bu. Onunki tek kelimeyle öğrenilmiş cehalet.
AKP takiyeci, AKP oy satın alıyor lafları çok ezber bir söylem. Bu bilgilerle tazelenip, yerelde nasıl örgütlenebiliriz, insanların arzularını başka bir geleceğe nasıl yöneltebiliriz bunların yanıtlarını bulmamlılar. Bu da yerelde çok ciddi bir bilgilenmeyi ve çalışmayı gerektiren birşey.
CHP yapısal olarak yenilenmeden bu kitlelere ulaşamayacak…
Ben CHP’yi yapısal olarak değerlendirecek kadar iyi tanıdığımı iddia edemem. Ben ancak bilgi yenilenmesi diyebilirim ancak. Ben CHP’yi daha çok söylemsel düzeyde tanıyorum.
CHP’nin bir iktidar talebi var. İktidar olabilmesi için kendi oy potansiyelini artırması gerekiyor. Bu ancak tabanını genişletmekle mümkün. Bunu nasıl yapabilir. Yoksulları büyük bir kitle olarak AKP’ye kaptırmışken bunları nasıl kazanacak?
Ben bu konuda eski sol reçeteleri önerebilirim ancak. Gerçekten gündelik hayat mağduriyetlerinden bahseden bir söylemle insanlara seslenmesi gerektiğini düşünüyorum CHP’nin.
Zorunlu göçle gelenlere zorunlu göçle gelenler desin. Tekstilde asgari ücretin altında çalışan ortacılara, son ütücülere bu şekilde hitap etsin, madencilere madenciler diye hitap etsin. İnsanların bu yoksulluk kategorisini bozacak ve insanların kendilerini tanıyabileceği, içinde bulabileceği bir söylem geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum CHP’nin.
Tam bu arada CHP’nin kadrolarının yerelleşmesinden bahsediyorduk…
Böyle birşeyi vardı CHP’nin. Daha AKP tarzı örgütlenme diye birşey duyuyorduk ama ne oldu bunlara bilmiyorum. Ama çok daha yerelde örgütlenmesi gerektiğini düşünüyorum ama eski model örgütlenmeler, gençlerle, kadınlarla.
Partiye şu adam daha çok para veriyor diye değil gerçekten yerelde ciddi çalışmaların olacağı halka yönelik çalışmaların olacağı eski tip, eski model bir örgütlenme ile olacağını düşünüyorum bu kadrolaşmanın.
Kendi tabanıyla bağının zayıfladığını sendikalarla bağının zayıfladığından, kürtlerin gönlünü alması gerektiğinden bahsediyorsunuz. Bunun üzerine kurduğunuz yeni bir mağduriyet dili geliştirmesi öneriniz var…
CHP’nin oy kitlesi kimdi? Şimdi harita bölündü diyorlar, eskiden de bölünmüştü o harita. 70’lerde baktığınızda CHP kürt bölgelerinden alıyordu oyunu şimdi o oyu BDP alıyor farklılık bu. Kesinlikle CHP’nin kürtlerle işbirliğine gitmesi gerekiyor. CHP ile BDP bir şekilde ilişkilenmediği sürece AKP sonsuza kadar iktidarda kalacaktır. Doğru olan şey sol ilkeler ve sol kavramlar çerçevesinde bu partilerin birbirine yaklaşmasıdır. Başka birşey düşünemiyorum. BDP çok dışlanıyor.
Sendikalar, Eğitim-Sen, KESK ne kadar önemli CHP için. Ama buraları da kaptırdı CHP. Eğitim-Sen ana dilde eğitimi savunduğu zaman linç ediliyordu. Hiç kimse arkasında durmadı. Eğitim-Sen’in arkasında CHP durmayacakta kim duracak? Bir sol parti kendisini sadece “AKP karşıtı” diye tanımlarsa, nereye gidecek?
Mağduriyet dili derken ne kastediyorsunuz?
Mağduriyet derken tam demin dediğimi kastettim. Yeni bir mağduriyet dili; halka seslenirken, halkın sizin söyleminizde kendisini görebilmesidir. Kendisini görebilmesi içinde sizin onun gerçek gündelik mağduriyetlerinden söz etmeniz gerekir. Mesela tersane işçileri. Bunların mağduriyetinden bahseden bir konuşma var mı?
Madencilerle, kadınlarla ilgili gerçek mağduriyetlerinden bahseden bir konuşmadan bahsediyorum. Kadın erkek eşitliğini savunuyorum değil demek istediğim. Kadınların hayatta gerçek mağduriyetleri var: kadınlar otobüslerde tacize uğruyorlar. Bununla ilgili birşey söyleniyor mu? Mağduriyet dili derken, ben partiküler, yerelden en üst düzeye kadar insanların kendilerini görebilecekleri söylemler kurmasından bahsediyorum. Bu yoksulluk bulutunun ancak bu şekilde kırılabileceğini düşünüyorum.
CHP’nin önünde şöyle bir engel görüyor musunuz? AKP türban mağduriyeti üzerinden kendi siyasetini kuruyor, kürt siyaseti kürtlerin mağduriyeti üzerinden kuruyor. Burada yeni bir mağduriyet dili kurmasında CHP’nin önünde çok da seçeneği yokmuş gibi duruyor, kolay bir proje değil.
AKP iktidara gelmeden önce türban mağduriyeti diye bir kategori var mıydı, AKP bunu görünür kıldı. Kürt muhalefetinden önce kürt mağduriyeti konuşuluyor muydu?
Bunun partinin aktif olarak, çalışarak kurması gerekmez mi? Ortada hazır bir mağduriyet kimseye gelmiyor. Sizin ciddi olarak çalışarak ben bu insanları temsil edebilirim diye bir bilgiye ve görüşe sahip olmanız lazım. Siyasi felsefe bu dönemde siyaset yaparken insanların en fazla gerçekten “zarar görmüş olmak” üzerinden aktivize olduğunu söylüyor. Zarar görmüşlük çok çeşitli olabilir ve üzerine çeşit çeşit siyasetler inşa edilebilir. Bugünün dünyasında satan bu.
Yoksullar üzerinden bir mağduriyet alanı yaratmak daha zor gibi geliyor. Toplumsal olarak daha geniş bir alan ve daha farklı kesimleri daha farklı bir yerden kapsıyor.
Türkiye’de zorunlu göçe maruz kalan 2,5 milyon insan var. Köyleri yakılıp, İstanbul’a İzmir’e yerleşmiş insanlar. Bunların bir kısmı BDP’ye oy veriyor. Geriye kalanı sadece en kötü işleri, en ucuza yaptıkları için diğer popülasyon işsiz kalıyor ve Kürtlerle Türkler arasında büyüyen bir nefret ilişkisi gelişiyor. Bununla ilgili CHP ne diyor? Bundan daha önemli bir sorun var mı? Alın size hazır mağduriyet. Linç vakaları bununla ilgili, tarımın bitmesi bununla ilgili, hayvancılığın bitmesi bununla ilgili, zorunlu göç bununla ilgili, şehirlerin kapasiteyi kaldıramaması bununla ilgili. En büyük yoksulluk bu insanlarda. Bu insanlarla ilgili ne diyor? Bunların çok azı BDP’ye oy veriyor.
Yeni bir sol öneriniz var. Yeni bir solun gelişmekte olduğunu söylüyorsunuz…
Evet boykot cephesi. Bu boykot cephesinde çok iyi işledi. Judith Butler gelmişti. Dünyanın bir numaralı feminist siyaset felsefecisi. O gezdiği zaman şöyle demişti: Türkiye’deki bu yeni sol gibi bir muhalefet dünyada şu anda yok. Çünkü transseksüellerden kürtlere, kadınlardan sol tutuklulara, türbanlı kadınlara kadar birarada durabildiği bir muhalefet var Türkiye’de şu an. Türbanlı kadınlar bir bildiri yazmışlardı türbana izin verilse bile, ana dilde eğitime izin verilmedikçe transseksüellere tacizler bitmedikçe girmeyeceğiz okula diye. Böyle bir cephe var ve bunu çok önemsiyorum. Bunun kitleselleşmeyeceğini düşünüyorum ama marjinal kalmasına rağmen etkisi var ve siyaseti hala birazcık sola çekebilen tek birlikteliğin bu olduğunu düşünüyorum.
CHP’ye değecek mi bu?
CHP’ye bağlı bu. CHP kendi kırmızı çizgilerinden kurtulabilirse etki edecektir.
Kılıçdaroğlu referandum sürecinde çok iyi şeyler söyledi. Hayır diyoruz ama daha iyisini istiyoruz gibi şeyler söyledi. Tavır bu ise, bu çok daha iyi anlatılmalıydı. Bu anayasanın %100 değişmesi gerekiyor, bunun sol tarafından tartışılacak hiçbir yanı yok. Sembolik olarak bile sonuçta 80 Anayasası bu. Biz daha radikal ve daha solcu bir anayasa istiyoruz diye çıksalardı bende seve seve hayır oyu verirdim. Ama bunu boykot cephesi yaptı.
Size çok teşekkür ederiz. Görüşlerinizi bizimle paylaştınız, sorularımız yanıtladınız.
0 comments on “NAZAN ÜSTÜNDAĞ: CHP YENİ BİR MAĞDURİYET DİLİ YARATMALIDIR”