Hayvan korumacılar, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’ndaki değişiklikleri Türkiye’nin dört bir yanında tek ses olarak protesto etti. “yaşam hakkı doğuştan kazanılmış bir haktır” sloganları dört bir tarafta haykırıldı. “Sokaklardaki hayvanlar bizlere emanet edilmişlerdir, yaşam hakkı engellenemez”
Yaşam hakkı savunucusu, hayvan insan ayrımı yapmaksızın “cana” saygı duyan bir insan olmak, marjinal bir tutum günümüz Türkiye’sinde.
Dünyayı birlikte paylaştığımız, eskiden doğal yaşam alanlarıyken bizlerin çağdaşlık adı altında hızla şehirleştirdiğimiz, sokaklarda yaşamaya çalışan kedi, köpek, kuşun yaşam hakkı kimsenin umurunda değil. Açlık, susuzluk, sıcak, soğuk… Sanki bunlar sadece insan için sorunmuş gibi…
Koşulsuz sevgi çoğunuzun umurunda bile değil…
Zaman zaman; cankurtaran, evimizin, ailemizin güvenliğini sağlayan,can yoldaşı olan, çoğu zaman etinden, sütünden yararlandığımız ve kimi zaman da tek amacı yaşamak olan hayvanların varlığından haberdar olan çok az insandanbiriyim.
“İnsan gözdür görüştür, gerisi ettir. İnsanın gözü neyi görüyorsa, değeri o kadardır.” demiş Hz Mevlana, işte bu yüzdendir ki insanların baksa da görmediğini görebilirim, duyabilirim veelimden geldiğince yardım etmeye çalışırım. Bu söz hayat felsefemdir.
Belki de kimi zaman siz kızan taraf olmuşsunuzdur, kimi zamansa kızılan “neden burada bu hayvanları besliyorsun, bunlara siz yemek veriyorsunuz o yüzden geliyorlar, korkuyoruz, havlıyorlar… “ naraları ile muhatap olan taraf olmadınız mı? İşte bu her şeyi ucundan azıcık bilen ülke insanımın benim tarafımdan bir sıfatla taçlandırıldığı durumdur “Herbologlar Topluluğu”. Hayvan hakkı gerçeğinden,onlar adına çıkarılmış yasadan bir haber, ben istemiyorum işte o kadar, senin de hayvanlarının da icabına bakarım diyen insanların sıfatıdır.
Nüfusunun %90’ı Müslüman olan bir ülkenin Müslüman insanları bilmezler midir ki; İslam, hayvanların hakkını da en az insanların hakkı kadar korur ve kollar, Hz. Muhammed (s.a.v.) “Yerdekilere merhamet edin ki göktekiler de size merhamet etsin” (Tirmizî,”Birr”, 16) buyurarak merhamete erişmeyi, tüm yeryüzündeki varlıklara merhamet etmeye endekslemiştir.
Başka bir değişle, iyi bir insan olmanın temelinde olan merhametten bu kadar yoksun olunabilir mi? Özellikle dini bütün olduğunu söyleyen insanların yetimin hakkını, kul hakkını koruduğu gibi hayvanların da yaşam hakkını savunması gerekmez mi? Hz. Muhammed’in (s.a.v.) çok sayıda kedisi olduğunu da mı bilmez benim ülke insanım?
Mesela, en sevdiği kedinin adı Müezza’ydı . Bir gün,hırkasının üstünde uyuyan kediyi rahatsız etmemek için, hırkanın kolunu usulca kesmiştir. Peygamber’den en çok hadis aktaran Abdullah bin Sahr, sahipsiz kedi yavrularını besleyip büyütmekle meşhurdu. Bu nedenle, Ebu Hureyre [Yavru kedilerin babası] adıyla bilinir. Kucağında, cübbesinin ceplerinde yavru kedilerle gezerdi…
Diyeceğim o ki, insan her yerde insan, ister dini emretsin, ister Peygamberi sevsin, ister kanunlarla koruma altına alınsın… Ben eşrefi mahlukum ben ne istersem o olur diyor… İster öldürürüm ister işkence, tecavüz ederim ister evime alırım, ister sokağa atarım banane… Yaşam Hakkı Savunucusu olmak, her baba yiğidin harcı değil biliyorum.
Bana öyle geliyorki, sevgisiz bir toplum olmamız bu umursamazlıkta en büyük etken. İnsanların pragmatist ve “amaca ulaşmak için her yol mubahtır” zihniyetiyle yetiştirildiği bir ülkede, koşulsuz sevgi kimseye yarar sağlamıyor… İşte oyüzden yaşam hakkı savunucuları olarak bizler, bu kadar uzun zamanda örgütlenebildik.
“Komşusu açken tok uyuyan bizden değildir” sözünü düstur edinebilen insan sayısı nedir ki? Komşusunu görsün de, sokağında ki muhtaç olanı da fark etsin…Cami bahçelerinde bile kediye köpeğe bir lokma yiyecek,bir yudum su verilmiyor….
Sizleri 16.yüzyıla götürmek istiyorum, cadıları canlı canlı yakan batılı köylüler, kedileri de çuvallara doldurup yakmışlardı. Kedileri iblisin yeryüzündeki temsilcileri sanıyorlardı. Aynı dönemde bizimkiler ise, kuş evleri, kimsesiz insanlar için askı da ekmek, ya da su kapları koyuyordu. Gel zaman git zaman biz atalarımızdan gelen sahipsize, acize sahip çıkma geleneğimizden koparken Avrupa ve Amerika kat be kat önümüze geçti.
Hayvan konusunda öyle bir bilinçlenme yaşandı ki, can taşıyan varlıklar insanla eş değer tutuldular… Onlarca film, dizi, kitap, belgesel ile bu bilinç yerleştirildi. Atalarımızdan öğrenmemiz gereken bir şey olduğunu düşünüyorum; “Hayvanları sevecek kadar tanımalıyız” Bu bize bir şey ifade etmiyorsa yaradılanı yaradandan ötürü sevmeliyiz… Bu da bir anlam ifade etmiyorsa , o zaman sadece cana saygı duymalıyız…
Son günlerde yaşam hakkı savunucuları olarak bizler, neredeyse Türkiye’nin 81 ilinde örgütlendik; çünkü 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda yapılacak değişiklikler konusunda çok ciddi endişelerimiz var. Dün Orman Bakanı Veysel Eroğlu’nun yapmış olduğu açıklamaya dikkatinizi çekmek istiyorum. “Mükemmel bir kanun yaptığımızı düşünüyorum, eksiklerimiz varsa bunu çıkıp bize anlatsınlar” diyor. Ben bu eksiklikleri herkesin anlayabileceği şekilde buradan anlatmak ve Orman ve Su İşleri Bakanından randevu talep etmek istiyorum.
5199 Sayılı kanunu kabahatler kanunundan çıkarılarak TCK kapsamına alınması yapılması gereken ilk şeydir. Çünkü hayvanlar “mal” değil “can”dır. Cana yapılan hiç bir insanlık dışı uygulama kabahatler kanununda yer alamaz. Batı’da yapılan yüzlerce araştırma bize göstermiştir ki seri katiller, tecavüzcüler ilk denemelerini hayvanlar üzerinde yapmaktadırlar. “ Aman canım köpeğe, eşeğe tecavüz etmiş para cezası almış” dediğiniz her münferit olay, küçük çocuklara,genç kızlara ve kadınlara yönelik bir tehdit olarak karşımıza çıkacaktır.
Yapılması gereken ikinci değişiklik ise, Türkiye’ye legal yada illegal yoldan her türlü hayvanın girmesinin yasaklanmasıdır. Hayvanların merdiven altında ya da PETSHOP’larda satılması, canı isteyenin ve parası olanın rahatça alabildiği bir mal olmaları “sokak ve barınak hayvanı” sorununu çözümsüzlüğe itmektedir.
Türkiye’ de hayvan sahibi olmanın çok önemli sorumlulukları ve yaptırımları olmalıdır. Çocuğu istedi diye alınan köpek ya da kedi, karısı istemedi diye sokağa bırakılacaksa ki mevcut durum budur, nasıl bir kanun değişikliği yaparsanız yapın ipe un sermekten öteye gidemezsiniz.
3. değişiklik ise, sadece ticari amaçla, üretilip dövüştürülen hayvanlarla ilgilidir. Hayvan dövüşleri çok ciddi çetelerin işidir ve kanun kapsamına alınmalıdır. Biz hayvan korumacıların birçok ihbarına rağmen emniyet güçleri hayvan dövüşleri konusuna tepkisiz kalmaktadır. Bu maddenin eklenmesi insanımıza gösterecektir ki saldırgan, tehlikeli hayvan yoktur, saldırmaya ve tehlikeli olmaya karşı hayvanını zorlayan sahip (insan)vardır. İnsan yeryüzünde yaşayan en tehlikeli türdür.
Trafik kazalarından, deneylere, kesim hayvanlarından, barınaklara her konuda fikrimin ve de çözüm önerimin olduğu hayvan hakları konusunda buraya yazacaklarım bu kadar. Devamını beni dikkate alacağını düşündüğüm Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’na yazacağım. Ne kadar mükemmel bir yasa hazırladıklarını görmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Ne demişler bilen bilmeyenden sorumludur. Bende sorumluluğunun farkında olan bir birey olarak gereğini yapacağım.
Hayvanlarında can taşıdığı gerçeğinden hareketle, geleceğin yetişkinleri olacak ve gelecek nesilleri yetiştirecek tüm gençliğe sesleniyorum. Çocuklarınıza, mercekle karınca yakmanın, kuş avlamanın, kedilerin kuyruğunu kesmenin kısaca hayvanlara zarar vermenin bir oyun değil, ileriki yaşlarda ortaya çıkacak hastalıklı bir durum olduğunu izah edin. Can’a saygı duyan bireyler yetiştireceğinize inanıyorum. Cana saygı duyan evlatlar geleceğin, anasına, komşusuna, öğretmenine, doktoruna, vatanına saygı ve sevgi duyabilen bireyleri olacağı inancındayım
7 Ekim 2012 Pazar saat 14.00’te Ankara Sakarya Meydanı’nda buluşalım. Çünkü Hiçbir işimiz YAŞAM Hakkı’ndan daha önemli olamaz.
0 comments on “SOKAKLARDAKİ HAYVANLAR BİZLERE EMANETTİR, YAŞAM HAKKI ENGELLENEMEZ”