Bu yazı, bir partinin yakın geçmişine ışık tutma amacı gütmekle kalmıyor, Türkiye’nin sol siyasetinin en köklü ve en büyük temsilcisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) neden iktidar olamadığı sorusuna da ideolojik bir yanıt arıyor. Niyetim, basit bir eleştiri sunmaktan ziyade, partinin ve kadrolarının içine dönüp, ideolojik pusulasını nerede ve neden yitirdiğini sorgulamasını sağlamak. Bu sorgulama, bir polemik arayışı değil, partinin kendi temel değerlerine ve toplumsal misyonuna sadık kalarak nasıl yeniden güçlenebileceğine dair bir özeleştiri çağrısıdır.

Yürüteceğim tartışma, meselenin siyasi taktik ya da liderlik sorunlarıyla sınırlı olmadığını, asıl sorunun ideolojik bir erozyon olduğunu savunmakta. Bu argümanı desteklemek için, öncelikle sosyal demokrasinin Marksist kökenlerinden başlayarak, Keynezyen refah devleti dönemine ve oradan da neoliberalizm karşısındaki Üçüncü Yol arayışına uzanan tarihsel dönüşümünü ele alacağım. Bu tarihsel yolculuk, ideolojinin nasıl esnediğini, bazen de kendi özünden uzaklaştığını gösterecek. Ardından, günümüz Avrupa’sındaki sosyal demokrat partileri ideolojik çizgilerine göre bir yelpazeye yerleştirerek, CHP’nin bu uluslararası bağlamda nerede durduğunu belirleyeceğim.

Bu yelpazenin bir ucunda, klasik sosyal demokrat değerleri radikal bir şekilde savunan Jeremy Corbyn‘in Your Party’si gibi hareketler bulunurken, diğer uçta pragmatizm adına ideolojik kimliğinden uzaklaşan partiler yer almaktadır. Yazının kalbi işte tam da bu noktada atıyor: CHP’nin bu yelpazedeki konumu, aslında partinin iktidar mücadelesindeki en büyük zaafını da ifşa etmekte.
Bu metinde, CHP’nin yıllardır içinde bulunduğu siyasi sıkışmışlığı, söylem ve programlarındaki ideolojik muğlaklığı mercek altına alıyorum. Amacım, partinin kendisini biricik ve eleştirilemez görmek yerine kendi hatalarından ders çıkarmaya, ideolojik cesareti yeniden kuşanmaya ve kimlik siyasetinin dar sularından çıkarak, toplumsal ve ekonomik adaletsizlikleri merkeze alan sol bir çizgiye geri dönmeye çağırmak. Çünkü inanıyorum ki, CHP’nin geleceği, ancak geçmişin ideolojik mirasını bugünün gerçekleriyle harmanlayan ve iktidara yürüyecek net bir rotaya sahip bir parti olmakla mümkün.
Sosyal demokrasinin ideolojik dönüşüm tarihi
Bugün birçok Avrupa ülkesinde iktidar ya da ana muhalefet konumunda bulunan sosyal demokrat partilerin izlediği siyasetin, yüz yıl önceki öncüllerinin savunduğu ideallerle aynı olmadığını görmek, bu partilerin tarihsel evriminin kaçınılmaz bir sonucudur. Zira sosyal demokrasi statik bir ideoloji değildir. Aksine, kapitalizmin dönüşümüne ve toplumsal dinamiklerin değişimine paralel olarak sürekli evrilen bir siyasi projedir. Bu dönüşüm üç ana evrede incelenebilir.
Sosyal demokrasinin kökenleri, 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan Marksist partilere dayanır. Bu partiler, kapitalist sistemin topyekûn bir devrimle ortadan kaldırılmasını ve üretim araçlarının kolektif mülkiyetine geçilmesini hedefliyorlardı. Temel ideolojik argüman, doğası gereği kapitalizmin eşitsizlik ve sömürü ürettiği ve bu düzenin ancak sınıf mücadelesi yoluyla yıkılabileceği yönündeydi. Fakat bu radikal duruş parlamenter sistemin sunduğu olanaklarla sarsılmaya başladı. Eduard Bernstein gibi teorisyenler devrimin gerekli olmadığına, parlamenter reformlar ve sendikal mücadeleler aracılığıyla kapitalizmin içinden sosyalizme geçişin mümkün olduğuna dair bir revizyonist tez ortaya attılar. Bu yaklaşım, sosyal demokrat partilerin ideolojik pusulasında köklü bir değişikliğin ilk habercisi oldu.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem sosyal demokrasinin altın çağı olarak anılır ve ideolojinin en belirgin kırılma noktasına işaret eder. Artık hedef, kapitalizmi yıkmak değil insanileştirmek ve kontrol altına almaktı. Bu dönemde sosyal demokrat partiler, John Maynard Keynes’in ekonomik teorilerinden beslenerek, güçlü bir refah devleti inşa etme misyonunu benimsedi. Bu model, tam istihdamı, evrensel sağlık ve eğitim hizmetlerini, sosyal güvenlik ağlarını ve devletin ekonomiye aktif müdahalesini içeriyordu. Bu dönem, ideolojik olarak sınıf mücadelesi yerine, sınıf uzlaşması ve sosyal ortaklık zeminine oturuyordu. Refah devleti, sosyal demokrasinin en somut başarısı olarak kabul görmüş ve partilerin geniş kitlelere hitap etmesini sağlamıştır.

Fakat 1980’lerden itibaren neoliberalizmin yükselişi ve küreselleşmenin getirdiği yeni ekonomik koşullar bu modeli sürdürülemez kıldı. Sosyal demokrat partiler, sermayenin uluslararası hareketliliği ve küresel rekabetin baskısıyla karşı karşıya kaldı. Bu krizden çıkış yolu olarak, İngiliz İşçi Partisi lideri Tony Blair tarafından savunulan Üçüncü Yol ideolojisi ortaya atıldı. Bu yeni yaklaşım piyasa ekonomisinin dinamiklerini kabul ediyor, sosyal harcamalarda kısıtlamalara gidiyor ve geleneksel sosyal demokrat söylemlerden uzaklaşarak siyasi yelpazenin merkezine kayıyordu. Bu dönüşüm, partilerin geleneksel işçi sınıfı tabanını kaybetmesine ve ideolojik olarak muğlak bir konuma gelmesine neden oldu.
Tarihsel olarak bu üç evre, sosyal demokrasinin bir zamanlar radikal olan bir ideolojiden, giderek pragmatist ve merkezci bir konuma nasıl evrildiğini açıkça göstermektedir. Bu dönüşüm, bugünkü CHP’nin ideolojik mahiyetini ve siyasi pratiklerini anlamak için anahtar bir zemin oluşturmaktadır.
Avrupa’da sosyal demokrat yelpaze
Sosyal demokrasinin tarihsel evrimi, bugün Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin homojen bir ideolojik blok oluşturmadığını, aksine geniş bir yelpazede konumlandığını göstermektedir. Bu yelpaze, radikal sol söylemlerden pragmatik merkezci politikalara kadar uzanan bir spektrumu içerir. CHP’nin ideolojik konumunu doğru bir şekilde belirleyebilmek için Avrupa’daki bu yelpazeyi yakından tanımak kritik önem taşır.
Yelpazenin bir ucunda, hâlâ klasik sosyal demokrat çizgiye sıkı sıkıya bağlı kalan partiler yer almaktadır. Bu partiler, kapitalizmin içsel sorunlarına radikal çözümler üretmeye devam eder ve güçlü bir refah devleti modelini savunurlar. Ekonomik eşitsizlikle mücadeleyi temel öncelik olarak görür, yüksek vergilendirme oranlarıyla finanse edilen evrensel sağlık ve eğitim hizmetlerini savunurlar. İsveç Sosyal Demokrat Partisi ve Danimarka Sosyal Demokratlar gibi partiler, bu geleneğin en somut örneklerini oluşturur.
Yelpazenin merkezinde ise gelenekselci pragmatistler bulunur. Bu partiler, refah devletinin temel unsurlarını korumaya çalışırken, küresel ekonominin getirdiği baskılar karşısında pragmatik reformlara da sıcak bakarlar. Sınıf mücadelesi söyleminden ziyade toplumsal uzlaşmayı ve işbirliğini ön plana çıkarırlar. Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve İspanya Sosyalist İşçi Partisi (PSOE), bu dengeci yaklaşımın tipik temsilcileridir. Sosyal harcamaları kısıtlama veya piyasa dostu düzenlemeler yapma konusunda çekinceler taşısalar da, ulusal ekonominin rekabet gücünü koruma gerekliliğini göz ardı etmezler.
Yelpazenin diğer ucunda ise, ideolojik köklerinden en fazla uzaklaşan merkez-sol pragmatistler yer alır. Bu partiler, küreselleşmenin getirdiği ekonomik zorluklara uyum sağlamak amacıyla sosyal güvenlik ağlarını yeniden yapılandırır ve piyasa mekanizmalarına daha fazla alan açarlar. Fransa Sosyalist Partisi (PS) ve özellikle Tony Blair liderliğindeki Birleşik Krallık İşçi Partisi bu dönüşümün en belirgin örnekleridir. Benimsedikleri Üçüncü Yol politikaları, bu partilerin geleneksel işçi sınıfı tabanından uzaklaşmasına ve ideolojik olarak muğlaklaşmasına neden olmuştur.
Fakat son dönemde, bu merkezileşmeye karşı bir tepki olarak, yelpazenin en solunda yeni bir siyasi hareket doğdu. Jeremy Corbyn ve Zarah Sultana‘nın öncülüğünde kurulan ve şimdilik Your Party adıyla bilinen oluşum, ana akım İşçi Partisi’nin merkezci politikalarına karşı bir sol isyanın somutlaşmış hâlidir. Bu parti, kamulaştırma ve radikal gelir dağılımı gibi klasik sosyalist politikaları savunarak, ideolojik netliği ve sınıf mücadelesini yeniden gündeme getirmektedir.
Bu ideolojik yelpaze, sosyal demokrasinin ne denli esnek ve parçalı bir ideolojik alan hâline geldiğini göstermektedir. CHP’nin ideolojik mahiyetini tartışırken, partiyi bu yelpazedeki diğer aktörlerle kıyaslamak, onun siyasi konumunu ve zaaflarını daha iyi anlamamızı sağlayacaktır.
CHP’nin ideolojik mahiyeti ve zaaf alanları
Bugün geldiğimiz noktada, CHP’yi Avrupa sosyal demokratlarını esas alarak oluşturduğumuz ideolojik yelpazeye yerleştirmek, partinin içinde bulunduğu siyasi ve ideolojik sıkışmışlığı net bir şekilde gözler önüne sermektedir. Partinin tarihsel kökenlerinin Avrupa’daki muadillerinden farklı olması, bu konumlandırmayı daha da karmaşık bir hâle getirse de, güncel politik pratikleri, CHP’nin merkez-sol ve pragmatist bir çizgi arasında salınan hibrit bir yapı sergilediğini göstermektedir. Bu durum, partinin iktidar mücadelesindeki en büyük zaafını da beraberinde getirmektedir.
CHP’nin ideolojik konumu, bir yandan toplumsal adalet ve eşitlik gibi klasik sosyal demokratik değerlere atıfta bulunurken, diğer yandan pratik siyasette ve ekonomik programlarında piyasa ekonomisine uyum sağlama eğilimi göstermektedir. Bu ikili yapı, parti kadrolarının ve seçmenlerin zihninde bir kafa karışıklığına neden olmaktadır.
Sınıf odaklı siyasetten uzaklaşma: Partinin en temel zaaflarından biri, söyleminin sınıfsal sorunlardan ziyade, demokrasi, laiklik, özgürlükler gibi kimlik ve yaşam tarzı odaklı tartışmalara hapsolmasıdır. Türkiye’nin toplumsal yapısındaki derin ekonomik eşitsizliklere rağmen CHP’nin ana muhalefet misyonu, emekçi sınıfların ve alt gelir gruplarının somut sorunlarını temel bir ideolojik argüman hâline getirmekte yetersiz kalmıştır. Bu durum, partinin geleneksel tabanından ve geniş halk kitlelerinden uzaklaşmasına neden olmuş, partiyi siyasi yelpazenin ortasında sıkışmış bir aktör hâline getirmiştir.
Cesaretsiz ve muğlak söylem: CHP, güçlü ve net bir refah devleti programı yerine, mevcut iktidara alternatif bir ekonomik yönetim modeli sunma amacı taşırken ideolojik olarak muğlak bir duruş sergilemektedir. Ekonomik kriz dönemlerinde bile, kamu hizmetlerinin genişletilmesi, stratejik sektörlerin kamulaştırılması veya radikal bir gelir dağılımı gibi cesur adımları açıkça savunmaktan kaçınmaktadır. Corbyn ve Sultana’nın kurduğu Your Party, ana akım partinin merkezileşmesinden rahatsız olan sol seçmeni konsolide etme potansiyeli taşırken, CHP’nin bu tür bir ideolojik cesareti gösteremediği ve kendi içindeki potansiyel enerjiyi harekete geçiremediği görülmektedir.
Your Party kıyaslaması: Bu bağlamda, Your Party’nin varlığı CHP için önemli bir ders niteliği taşımaktadır. Corbyn’in radikal çizgisi, İngiliz İşçi Partisi‘nin yıllar süren merkezileşme sürecine karşı bir tepki olarak doğmuştur. Bu durum, siyasi yelpazenin merkezine kayışın her zaman iktidar getirmediğini ve ideolojik kimlik kaybına yol açabileceğini kanıtlamaktadır. CHP, benzer bir tehlikeyle karşı karşıyadır. İktidar mücadelesinde ideolojik netlikten ödün vermek, partiyi mevcut düzene alternatif olmaktan çıkarıp, onu sadece bir “ikinci parti” konumuna itme riskini barındırmaktadır.
Toparlarsak, CHP’nin iktidar mücadelesindeki en büyük zaafı, ideolojik olarak net bir duruş sergileyememesi ve siyasi söylemini sınıfsal sorunlardan uzaklaştırmasıdır. Bu durum partiyi, bir yandan geleneksel sol değerleri savunan tabanını tatmin etmekte zorlanan, diğer yandan da merkeze yeterince hitap edemeyen bir konuma hapsetmektedir.
CHP için bir yol haritası önerisi
CHP’nin ideolojik dönüşümünü ve siyasi duruşunu analiz ettiğim bu yazıda, partinin iktidar mücadelesindeki en temel sorunlarından birine, yani ideolojik zaafına odaklandım. Sosyal demokrasinin tarihsel evrimi ve Avrupa’daki yelpaze ile kıyasladığımızda, CHP’nin ne geleneksel değerlere sıkı sıkıya bağlı bir sol parti ne de net bir şekilde merkez-sol pragmatizmi benimseyen bir hareket olduğu ortaya çıkmaktadır. Partinin bu hibrit ve muğlak konumu, seçmen nezdinde yarattığı kafa karışıklığı ile birlikte, onu siyasi yelpazenin ortasında sıkışmış bir konuma itmiştir.
Fakat bu durum bir son değil, bir başlangıç noktası olabilir. CHP’nin geleceği bu zaafları birer fırsata dönüştürme becerisine bağlıdır. Bunun için parti kadrolarının ve yöneticilerinin cesur bir özeleştiri sürecine girmesi kaçınılmazdır. Bu özeleştiri partinin kendisine sorması gereken şu üç temel soruyu içeriyor:
1) Sınıf mücadelesi söylemi neden ifade bulmuyor? Parti, toplumun temel yapısal sorunlarından biri olan gelir eşitsizliğini ve emek sömürüsünü neden temel siyasi argümanı hâline getiremiyor? Kimlik siyasetinin ötesine geçerek, emekçi sınıfların ve alt gelir gruplarının somut sorunlarını gündemin merkezine koymak, partinin geniş halk kitleleriyle yeniden bağ kurmasının tek yoludur.
2) Devletçi geleneğin dili neden terk edildi? CHP’nin DNA’sında yer alan devletçi miras, sosyal adaleti sağlamada güçlü bir araç olabilir. Sağlık, eğitim ve sosyal güvenlik gibi alanlarda evrensel ve erişilebilir kamu hizmetlerini savunan, güçlü bir refah devleti programı ile seçmenin karşısına çıkmak partinin ideolojik netliğini yeniden kazanmasını sağlayacaktır.
3) İdeolojik cesaret nasıl yeniden kazanılır? Tıpkı Your Party’nin İngiltere’de gösterdiği gibi, ana akım siyasetin merkezileşmesine karşı durmak, ideolojik olarak net bir duruş sergilemek cesaret ister. CHP, iktidar mücadelesini sadece bir pragmatizm savaşı olarak görmekten vazgeçerek, kendi ideolojik ilkelerine sadık bir rota çizmelidir.
Bu yazının derdi, CHP’yi sadece eleştirmekle kalmak değildi. Bütün bu sorulara yanıt bularak, partinin sadece bir muhalefet partisi olmaktan çıkıp, Türkiye’de sosyal demokrat siyasetin yeniden inşasının lokomotifi olabileceğine dair bir çağrıyı dile getirmekti.