Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı Türkiye’deki ekonomik, siyasal, bilimsel tüm kurumları kendisine bağlamaktan vazgeçip yeni Anayasa’da kurumsal çoğulculuğu kabul edecek mi?
TBMM Anayasa Uzlaşı Komisyonu’nda varılan anlaşma gereğince, Nisan sonunda STK’ların dinlenmesi sona erecek ve yazım aşamasına geçilecek. Uzlaşıya dayanan bir anayasa yapmak olanağı bulunup bulunmadığı bu aşamada ortaya çıkacak. Başbakan Tayyip Erdoğan “Uzlaşma olmazsa, biz yolumuza devam ederiz” diyor. Bu tür sözler, siyasal iktidarın uzlaşma konusunda gerçek bir iradesi olup olmadığı konusunda kuşkular yaratıyor.
Mecliste grubu bulunan dört siyasal parti, doğal olarak farklı siyasal görüşlere sahip. Her partinin kendi görüşünün biçimlendirdiği bir anayasa yapmaya çalışmasının bir uzlaşıya varmayı olanaksız kılacağı açık. O nedenle, anayasa yapım sürecine siyasal partilerin kısa vadeli çıkarlarının ötesinde farklı bir zihniyetin yön vermesi gerekli.
Türkiye’nin ağır demokrasi, özgürlük, hukuk devleti sorunları var. Bu sorunları taşıyan bir yönetime “demokrasi” adını vermek güç. Zaten Economist Intelligence Unit, Türkiye’yi “demokrasi” kategorisine değil, “hybrid” yani “melez” rejimler kategorisine sokuyor.
Toplumsal barış anlaşması
Türkiye’deki demokrasi, özgürlükler ve hukuk devleti sorunları tüm gücün siyasal iktidarın elinde toplanmasından kaynaklanıyor. Böylesine bir güç yoğunlaşması, Türkiye’nin demokratikleşmesi önünde en büyük engel. Oysa, Türkiye gibi kutuplaşmış, bölünmüş toplumlarda anayasa yolu ile nasıl bir istikrarlı demokrasi sağlanabileceğine ilişkin geniş bir literatür ve deneyim var.
Bu konuyla ilgili olarak Hollandalı siyaset bilimci Arend Lijphart’ın görüşleri üzerinde durmak gerekir. Lijphart bölünmüş toplumlarda istikrarlı bir demokrasinin ancak “ortaklık demokrasisi” (consociational democracy) adını verdiği bir sistem ve bu sisteme uygun bir anayasayla sağlanabileceği görüşünde. “Ortaklık” anayasası, şu özelliklere sahip olmalı: Yürütmede gücün paylaşılması. Örneğin muhalefete aldığı oy oranında hükümette ve yönetimde temsil olanağının verilmesi ya da azınlığın yürütmenin kararlarını veto yetkisi bulunması, böylelikle kararların uzlaşma ile alınmasının sağlanması. Ayrıca tüm gruplara kültürel özerklik verilmesi. Lijphart’a göre bölünmüş, kutuplaşmış toplumlarda çoğunluk yönetimi demokrasiden çok iç çekişmelere, diktatörlüğe yol açıyor. Bu tür ülkelerin gereksinimi konsensusa dayalı, hiçbir grubu dışlamayan, her grubu sisteme dahil eden bir demokrasi anlayışı. “Ortaklık” demokrasisi, gerçekte bir toplumsal barış anlaşması. Bölünmüş, kutuplaşmış toplumların bu yöntemle bir uzlaşıya dayanan uzun vadeli, istikrarlı bir demokrasi kurabilecekleri ve toplumsal barışı sağlayabilecekleri düşünülüyor.
Bu görüşler ya da aynı olmasa bile, güç paylaşılmasına dayanan demokrasi görüşleri çok sayıda bilim insanınca paylaşılıyor. Böyle bir sistemin karar almayı güçleştireceği açık. Ancak bu, toplumsal barış ve huzur için ödenmesi gereken bir bedel olarak görülmeli.
Güç paylaşımı olacak mı?
Adalet ve Kalkınma Partisi, neredeyse 10 yıldır iktidarda. Her seçimde oylarını artırdı. Meclis’te daha büyük bir çoğunluğa sahip oldu. Ancak oyların artmasına paralel olarak, sahip olduğu gücün daha yoğunlaştığını ve bununla birlikte otoriterlik eğilimlerinin giderek çoğaldığını görüyoruz. AKP’nin otoriterleşme eğilimleri güçlendikçe, Türkiye’de siyasette ve toplumda kutuplaşma da sertleşiyor.
Böyle bir ortamda yeni bir anayasa yapılmaya çalışılıyor. Amaç 12 Eylül askeri yönetiminin anayasasından kurtulmak ve demokratik, özgürlükçü, hızla değişen Türk toplumunun gereksinimlerini karşılayan yeni bir anayasa yapmak.
Bu amaçla, her partinin eşit sayıda temsilcilerinden oluşan bir Anayasa Uzlaşı Komisyonu kurulması ve bu komisyonun dört ay süreyle sivil toplumun, meslek kuruluşlarının görüşlerini alması, uzlaşmaya dayanan katılımcı bir anayasa yapılması konusunda umut veriyor.
Ancak önümüzde yazım sürecinden uzlaşmaya dayanan demokratik, özgürlükçü bir anayasa çıkması her şeyden önce siyasal iktidarın bir zihniyet değişikliğine bağlı. AKP’nin güç yoğunluğundan güç paylaşımına, çoğunlukçuluktan çoğulculuğa dayanan bu yönetim anlayışına geçmesi, yeni ve demokratik bir anayasa için en önemli koşul. Anayasa böyle bir dönüşümü gerçekleştirebilirse, hem toplumsal uzlaşı ve barış sağlanması, hem de çoğulcu, demokratik bir anayasa yapılması olanağı doğar.
Bunun için her şeyden önce bugünkü güç yoğunlaşmasına dayanan yönetim anlayışının terk edilmesine gereksinim var. Başka bir deyişle, AKP iktidarı Türkiye’deki ekonomik, siyasal, bilimsel tüm kurumları kendisine bağlamaktan vazgeçip yeni Anayasa’da kurumsal çoğulculuğu kabul edecek mi? Ya da siyasal iktidarın denetiminde olmayan bir yargıya izin verecek mi? Ya da görüşlerini özgürce ifade edebilen bir medyanın, iktidarı protesto eden öğrencilerin, sendikacıların özgürlüklerinin Anayasa’da güvence altına alınmasına rıza gösterecek mi? İktidar bu sorulara olumlu yanıt verebilirse, o zaman Anayasa ve yasalarda güç paylaşımını sağlayacak kurumsal bir yapı kurulabilir. Böyle bir yapı çerçevesinde örneğin, yasaların hazırlanması sürecinde muhalefetin görüşleri alınabilir. Komisyonlarda ilgili STK’lar dinlenebilir. Böylelikle yasa bir toplumsal mutabakatın ürünü olur. Aynı şekilde, yürütmenin aldığı kararlarla ilgili olarak da türlü düzeylerde muhalefetle iktidar arasında danışma mekanizmaları oluşturulabilir.
Türkiye için model
“Ortaklık” demokrasisinin önemli bir koşulu Türkiye gibi çok kültürlü toplumlarda kültürel farklılıkların ve bundan kaynaklanan farklı kimliklerin korunması, tanınması, kültürel grupların farklılıklarını koruyarak karar mekanizmalarına katılması. Ortaklık demokrasisinin işlemesi için, hiçbir grubun dışlandığı duygusuna kapılmaması, kendisinin sistemin ana aktörlerinden biri olduğuna inanması gerekli. Anayasanın farklılıkları korumak kadar farklılıkları bir ortak kimlik çevresinde birleştirmek gibi bir görevi var. Bu ise, ancak kültürel grupların kendi iç değerlerinin mevcut devlet sistemi içinde yaşama geçirileceğine inanmalarıyla sağlanabilir.
Lijphart’ın “ortaklık demokrasisi”, Türkiye için de geçerli bir model. Ancak bu olmasa bile, Türkiye’nin içinde bulunduğu tehlikeli kutuplaşmayı, gerginliği ortadan kaldıracak bir katılımcı modelin benimsenmesi, sağlıklı, istikrarlı bir demokrasi için gerekli. Bu dönüşümün anayasa ve yasalar yolu ile yaşama geçirilmesi olanağı var. Yeni anayasa bu bakımdan önemli bir fırsat. Bu fırsatın değerlendirilmesi ise Türkiye’yi yönetenlerin Türkiye’nin geleceğini geniş bir ufuk içinde görebilmelerine bağlı.
Radikal 2 / 08/04/2012
0 comments on “‘Ortaklık’ Demokrasisi”