DEMİR KÜÇÜKAYDIN
Devrimciler ve sosyalistler, tam da seçimlere fazla bir değer vermedikleri için, seçimlerle değil gerçek kitlesel mücadelelerle önemli toplumsal değişiklikler sağlanabileceği için; seçimleri gerçek mesajlarını iletmek için bir imkân olarak gördükleri için, kime oy verileceği sorununda geniş bir taktik esneklik gösterirler.
Ama “gerçek mücadeleler alanlarda verilir, sokaklarda verilir”; “hiç birine mecbur değiliz” deyip de ondan sonra boykot çağrısı yapmak, aslında seçimlere fiilen çok büyük bir değer atfetmekten başka bir anlama gelmez.
Tam da büyük bir önem atfetmediğimiz için, seçimleri, bizlere daha fazla hareket alanı sağlayacak; karşı tarafı zayıflatacak veya hareket alanını küçük de olsa daraltacak taktik hamleler için iyi bir imkân olarak görürüz.
Bizler adaylara onlar iyi veya doğru olduğu için; ya da bir şeyler değiştirebileceği için oy istemeyiz. Aksine bunun mümkün olmadığını söylemek için seçimlere katılırız ve yine tam da bu nedenle, vereceğimiz oyların bizim hareket alanımızı genişletip genişletmeyeceğine bakarız.
Erdoğan’ın ilk turda seçilmesi, başkanlık sistemine dayanan kişi diktatörlüğüne gidiş yönünde çok önemli bir zafer anlamına gelir ve bu zaferi ardına alan Erdoğan’ın en küçük bir uzlaşma görüntüsüne bile ihtiyacı kalmaz. Ezilenler birbirine yakın güçlerin çatışmalarında kendileri için daha elverişli; kendilerine daha geniş bir hareket alanı sağlayan koşullarda olurlar.
Böyle bir yaklaşımla baktığımızda, seçimlerde boykot çağrısı yapmak, sadece seçimlere fiilen büyük bir değer atfedilmesi anlamına gelmez; aynı zamanda nesnel olarak Erdoğan’ın ilk turda kazanmasına hizmet etmek anlamına gelir. Çünkü verilmeyen her oy, seçimlere katılım oranının düşmesine, ama katılım oranı düşünce de, o düşük katılım içinde de Erdoğan’ın aldığı oy oranının yükselmesine ve dolayısıyla ilk turda seçilme olasılığının artmasına yol açar.
Dün yolda Halkevleri’nin bir afişi görülüyordu: “Hiç birine mecbur değiliz”.
Hiç birine mecbur olmamak ve bunu seçim bağlamında kullanmak tam da seçimlere büyük bir değer atfetmektir.
Hiç birine mecbur olmamak, bir propaganda sloganı olarak anlamlı olabilir, stratejik bir hedefi ifade etmede yararlı olabilir; ama taktik bir slogan olarak, tamamen yanlıştır.
Hayat her zaman uzlaşmalardan ibarettir. “Uzlaşma yok!” bir anarşist palavrasıdır.
Bir devletin ve hele hele bu devletin vatandaşı olarak yaşamak bile dünyanın en aşağılık şeyine, yani devlete mecbur olmak değil midir? Bu durum, hele Türkiye gibi bir ülkede, Türklükle tanımlanmış ve Türklüğün de ırkla tanımlanmış olduğu bir ulusal devlete mecbur olmak değil midir?
Hiç birine mecbur değilsen verme bu devlet vergi; tanıma onun kurumlarını; yırt at onun hüviyetini, pasaportunu; gitme onun okullarına; tanıma onun para birimini, ölçü birimini, mahkemelerini, diplomalarını.
Bunların hiç birini yapamıyorsan uzlaşıyorsundur bu devletle. Mecbursun bu devlete.
Bu devlete mecbur olmaktan bile söz etmeden o mecbur olduğun devletin tepesinde kimin bulunacağına mecbur olmamaktan söz etmek: hem o devlete; hem de Erdoğan’a hizmet etmekten başka bir anlama gelmez.
Dünyanın en büyük zulmünü sorun etmeyeceksin, ondan sonra çıkacaksın seçimlerde “hiç birine mecbur değiliz” diye boykot çağrısı yapacaksın. Çocuklar bile güler buna.
Üstüne üstlük, bunu da birinci turda HDP’nin adayı varken ve o sanki hiç yokmuş gibi yapacaksın.
Bu davranış, açıktan karşı tarafa geçmekten başka bir anlama gelmez.
Buradan “Laikler”e ve Alevilere bir kez daha seslenelim.
İhsanoğlu’nun CHP tarafından aday gösterilmesine tepki duyabilirsiniz ama tepki duyup da boykot ederseniz daha ilk turda Erdoğan’ın seçilmesine yardım etmiş olursunuz.
İlk turda Demirtaş’a oy vererek, hem İhsanoğlu’nun aday gösterilmesini tepkinizi ifade edebilirsiniz; hem de katılım oranını yükselterek, Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini engelleyebilirsiniz.
Yani hele ilk turda boykot çağrısı yapmak, Erdoğan’a oy verme çağrısı yapmaktan farksızdır.
Eğer Demirtaş gibi bir aday olmasaydı, Alevilerin ve laikçilerin boykotu bir ölçüde anlaşılır olabilirdi.
Ancak bugün hem protestoyu ifade etmek için; hem de bu ifadenin Erdoğan’a yaramaması için bir yol bulunmaktadır.
Bugün en acil sorun Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini engellemek olmalıdır. Erdoğan’ın ilk turda seçilmesini engellemek, küçük ama ciddi bir başarı olur ve Erdoğan cephesinde karışıklığa, elin ayağın birbirine dolaşmasına; sinirlilik ve panik işaretleri ortaya çıkmasına yol açar ve bütün bunlar sonraki gelişmeleri etkileyebilir.
Erdoğan ilk turda seçilemezse, bunu sağlayabilecek olan Demirtaş olacaktır. Demirtaş hem Kürtlerin çok önemli bir bölümünün Erdoğan’a oy vermesini engelleyecektir, hem de Alevi ve Laikçi protesto davranışları için uygun bir alternatiftir.
HDP de, Demirtaş’ı destekleyenler de ona demokratik hedefleri olan bir aday olduğu için oy istememelidirler. Propagandada elbette demokratik hedefler ve özlemler dile getirilmelidir. Ama bunları dile getirilmesi ve oy istenmesi arasında bir zorunlu ilişki olmaz devrimciler için. Devrimciler pek ala en demokratik özlem ve hedefleri dile getirip, oyların hiç de tutarlı demokrat olmayan bir adaya verilmesini isteyebilirler. Örneğin kendilerine verilecek oyun fiilen yok olacağı, daha berbat bir adaya yarayacağı koşullarda, daha az berbat olanına oy verilmesini isteyebilirler ve istemelidirler. Tam da seçimlere pek bir değer vermedikleri için böyle yaparlar ve yapmalıdırlar.
O halde Demirtaş’a da oy istemenin gerekçesi demokratik program ve özlemler olmamalı. Aksine bu devlet mekanizması yerinde durduğu sürece en küçük bir demokratikleşmenin olamayacağı anlatılmalı bu seçimlerde. Demirtaş’a oy, verili somut durumda, Demirtaş’a verilecek oyların güçler dengesini değiştireceği; Erdoğan’ın ilk turda kazanmasını engelleyeceği gerekçesine dayandırılmalıdır.
*
İkinci turda ise, yapılması gereken muhtemelen ikinci tura kalacak olan İhsanoğlu’na oy vermektir.
Boykot yine aynı şekilde fiilen başkanlık sistemine olumlu oy vermek anlamına gelir.
Birçoklarının şunu dediğini görülüyor. “İkisi de dinci. Al birini vur ötekine”.
Diyelim ki öyle. Ama buradaki seçim dinci adaylar adasındaki bir seçim değil; iki farklı sistemin seçimidir. Erdoğan’ın kazanması fiilen denetimsiz ve dizginlerinden boşanmış bir başkanlık sisteminin kazanması olacaktır ki, tam bir diktatörlük rejimine gidiş anlamına gelecektir.
İhsanoğlu’nun kazanması ize, en azından cumhurbaşkanlığı ve meclis arasındaki denge ve çatışmaları davet eden; dolayısıyla ezilenlere nispeten daha fazla hareket alını sağlayan; Erdoğan’ın ihtiraslarını gemleyen bir işlev görür.
Öte yandan nesnel sonuçları; yani Erdoğan’ın yenilgisi, AKP’nin gücünü yitirmesine, her iki tarafın da birbirine eşit güçlerle mücadelesine ve dolayısıyla ezilenlere ve Kürtlere daha fazla mecbur olmasına yol açar.
Aslında CHP ilk kez akıllıca bir öneri yapmıştır endi açısından İhsanoğlu’nu aday göstererek. Kendi isteklerine değil, AKP’nin tabanından da oy alabilecek bir aday göstererek Böylece AKP’nin tabanında bulunan ama başka alternatif olmadığı için ona mahkûm olan; Erdoğan’ın böylesine keyfi egemenliğinden ve elinde dizginlenemez bir güç biriktirmesinden tedirgin olanlara, memnuniyetsizliklerini ve protestolarını ifade edecek bir alternatif sunmuştur.
Eğer ilk turda “Laikler”in ve Alevilerin protesto oyları Demirtaş’a akar ve yüzde onu geçerse ve yine eğer ikinci turda Başkanlık sistemine karşı olanlar İhsanoğlu’na oy verir ve Erdoğan kazanamazsa, Türkiye’de bütün dengeler alt üst olur ve muazzam bir demokrasi rüzgârı esmeye başlar: Bu ezilenlerin toparlanması; cesaretlenmesi; sokaklara çıkması, hakları için mücadeleye girmesi için muazzam olanaklar açar.
Birinci turda Demirtaş’a oy verin. Yakışıklı ve genç olduğu için değil; az çok demokratik özlemleri ifade ettiği için değil, güzel konuştuğu, sempatik ve güleç olduğu için değil; Protestonuzu ifade etmek ve boykot ederek başkanlık sistemine oy verir duruma düşmemek için.
İkinci turda da İhsanoğlu’na oy verin. Akıllı, âlim, centilmen vs. olduğu için değil. Sadece seçilmesi ve ona verilen oylar başkanlık sistemine karşı duruşu ifade edeceği için.
Ancak dar kafalılar kendi özlemlerine uygun aday ararlar. Geniş ve stratejik düşünenler, karşı tarafın içinde de taraftar bulacak; önyargıları yıkacak; karşı taraftaki bölünmeleri ve tereddütleri arttıracak adaylar; formülasyonlar ararlar ve onlara oy verirler.
Tam da seçimlere fazla bir değer vermedikleri için böyle yaparlar.
24 Temmuz 2014 Perşembe
0 comments on “CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE BOYKOT”