Dışişleri Bakanı Davutoğlu, verdiği röportajda ulusçulukla hesaplaşılmalıdır diyor. Ulusçulukla hesaplaşma nasıl okunmalıdır görüşlerinizi alabilir miyiz?
Bu aslında çok uzun bir konu. Ulus devlet ve ulusçuluk meselesi insanlık hayatında çok yeni 150-200 yıllık bir tarihi var.
Fakat burada Türkiye şöyle bir problemi yaşıyor; ben eski cumhuriyetten şikâyetçi olan birisiyim. Benim şikâyetlerimle bugün AK Parti tabanındaki kimi insanların şikâyetlerinin kesişiyor olması, çözümlerimizin ve beklentilerimizin de aynı olması anlamına gelmiyor. Örneğin ben askerin (NATO askeri olmakla birlikte) Türkiye de Amerikancı sağcı bir mantığı kurduğunu, özellikle 12 Eylülden sonra Özal meselesiyle birlikte tarikat cemaat ilişkilerinin sentezinde, organize bir hareket içerisinde olduğunu biliyorum. Askerin bu tavrından son derece rahatsızım. Gizli vesayet budur. Ve dolayısıyla ben bir sosyalist olarak Türkiye’nin kaderini olumsuz etkilediği için eleştiriyorum.
Şimdi karşımdaki insanın da askeri eleştiriyor olması ikimizin de aynı yerde olduğumuz anlamına gelmez. Dolayısıyla ulusçuluk meselesi hesaplaşılması gerekilen bir meseledir. Doğrudur ancak ulusçuluğun yerine Davutoğlu’nun Neo-Osmanlıcılık denen ümmetci bilincini koymayacağız.
Antonio Negri ve Michael Hardt’ın Ayrıntı Yayınlarından çıkan çok iyi bir kitabı var. Amerika da yeni kavramsallaştırılan, yeni imparatorluklar çağını anlatır. Orada da bunu söylüyorlar zaten “Yeni İmparatorluklar Çağı” diye. Yeni imparatorluklar çağını bir akademisyen olarak çok iyi bildiği için oraya mesaj yolluyor aslında Davutoğlu. Fakat yeni imparatorluklar çağı demek yeni emperyalizm çağı demek. Kaldı ki, senin bu türden bir imparatorluk olabilecek ne iktisadi, ne askeri bir gücün var.
Peki, ben neden ulusçuluktan şikâyetçiyim? Çünkü ulusçuluğun istediğiniz kadar Atatürk milliyetçiliği gibi bir tarif yapın, yumuşatın, nihayetinde milliyetçiliğe denk geleceğini düşünüyorum. Nihayetinde milliyetçiliğe denk geldiği zaman kaçınılmaz olarak o motifin altında toplumsal bir tabanın ırkçılığa doğru savrulma olasılığı vardır. Bu anlamda ben ulusçuluğun çok riskli olduğunu her zaman düşünürüm. Benim buna karşı önerdiğim şey sınıfsal bakabilmektir. Bence milliyetçilik ilkel bir duygudur ama şunu da kastetmiyorum; Olimpiyatlarda bizim kızımız birinci olduğu zaman duygulanmayacağız.
O zaman hepimiz duygulanıyoruz, bu milliyetçilik duygusu değil bu aynı havayı soluma duygusu. O kızların burada yoksulluktan çıkıp dünyanın tepesine gelmesini bir mucize olarak görüyorum. Bu milliyetçilik ise her insanın içinde bu vardır. Ama milliyetçiliğin temel ilkel dürtüsü ile hareket ettiğimiz zaman durum farklı olur.
Ben, bugün Türkiye’de kendimi bir zenci gibi hissediyorum. Her sebepten dolayı. Laik olduğum için kendimi zenci gibi hissediyorum, Alevi olduğum için zenci gibi hissediyorum aslında sosyalist olduğum için de zenci gibi hissediyorum. Edebiyatla ilgilendiğim, klasik müzik sevdiğim için kendimi zenci gibi hissediyorum. Hepsini aşağılıyorlar, hepsine düşmanlık var.
Biz ulusçuluğa karşı hala şuna inanırız “dünyanın bütün halkları kardeştir”. Ben burada sınıfsal bakmak mecburidir diye yaklaşırım meseleye, böyle olduğuna inanırım. Dolayısıyla işin özünü iyi tahlil etmek gerekiyor. Ulusçulukla hesaplaşacağız da, ulusçuluk yerine Davutoğlu’nun ümmetçiliğinin derin stratejisini koyacak halimiz yok. Ulusçuluğun yerine biz uygar dünya dediğimiz emeğin saygı gördüğü, dünya kaynaklarının paylaşıldığı kapitalizme karşı direnen ortak bir entelektüel ve sınıfsal cephe oluşturacağız. Çünkü böyle ulusçuluk olmaz.
Amerika’nın şeker yapmak için Brezilya’daki yağmur ormanlarını katlederek mısır yetiştirmesi sadece Brezilya’yı bitirmiyor. Benim de çocuğumun geleceğini bitiriyor. Dolayısıyla bunun ne ulusu olacak. Brezilya ulusunu yok etmiyor sadece. Beni de yok ediyor. Ulusçulukla böyle hesaplaşacağım.
Benim sınırlarım içerisinde olup biten bir isyan bütün uluslara saldırı ise, ki öyle. Buna karşı direneceğiz. Bu saldırının, küresel kapitalizmin parçası Davutoğlu. Üstelik bizde daha büyük bir tehlike var; müslümanlık ve kapitalizmin uzlaştığı en korkunç hal. Hani derler ya Türkiye İran olur mu? Hayır, Türkiye İran olmaz. Türkiye Dubai olur. Yani kentin göbeğinde her türlü fuhuş, her türlü eğlence, saltanat, para çeperlerinde ise bir elde Kuran bir elde bayrak olur ve yoksulluk olur. O yüzden kapitalizm alçaklığın adıdır ve alçaklığın adına karşı direnmekte namusluların işidir.
Türkiye bölünür mü diye sormuşlar Can Yücel’e “bölünsün anasını satayım” demiş. Nasıl yani demişler. “İkiye ayrılalım” demiş Can Yücel “namuslular ve namussuzlar olarak”. Bende böyle bakıyorum.
Peki, oradaki Osmanlı tahlili doğru mudur? Onu organik, şahane, her şeyin yolunda aktığı bir motto olarak gösteriyor?
Olur mu, öyle şey. Ben cumhuriyet çocuğuyum. Ben Cumhuriyeti Osmanlıcılarla tartışmam. Cumhuriyeti, Cumhuriyetin çocukları ile tartışırım. Cumhuriyet mi Osmanlı mı tartışmasında yüzde yüz Cumhuriyetin yanındayım.
Yeni bir Cumhuriyete ihtiyacımız var mı o ayrı bir şey. Cumhuriyetin kuruluş hatası nedir? Cumhuriyet Sünni-Türk ve erkek kurulmuştur. Oysa ki, bu üç unsur cumhuriyetin temel zafiyetini oluşturmuştur. Alevilerin de kimliğinin ortada olduğu, gayrimüslimlerin ve bütün etnik grupların da kendini ifade edebileceği bir zemin olması gerekirdi. Olabilir miydi? Belki o günkü koşullarda olmazdı ama cumhuriyet bunu özellikle köy enstitüleri aşamasında birlikte daha solcu olabilirdi. Bence cumhuriyet köy enstitülerinin kapandığı gün bitti. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan bunun doğal sonucudur.
Köy enstitülerinin kapatılmasının da hedefi belki de zaten budur. Yıpratmak.
Evet. Tabii. Sağcılık kötü bir şeydir. Hastalıktır. Dolayısıyla yapacak bir şey yok yani. Sağcı olunca da hasta oluyorsun.
İnsanın ruhunda bir özgürlük olmalı, olması lazım. Ruh özgürlüğü bir yerde tıkandığında birilerinin sizi yönetmesine, tepenize inmesine, bastırmasına ve oradan sizi sürekli aşağı çekmesine razı oluyorsunuz.
Enver Bey, bu ulusçuluk kelimesini kullanmasına nasıl söylem analizi ile bakmak lazım. Yani 30 Eylül’de AKP kongresinde başbakan 1071’e papatya yolluyor.
Milliyetçilik muhafazakâr çevrelerin, ulusçuluk laik çevrelerin kavramıdır. Türkiye’nin trajik olarak algılamamız gereken tarafı şudur. Ak parti ve CHP tabanının tarafının yüzde yüz birleştiği bir taraf vardır. O da milliyetçi ortak paydadır. Biri laik milliyetçidir. Biri dindar milliyetçidir. Dolayısıyla bu büyük bir sorun. Türkiye’nin sorunu laik, milliyetçi, seküler hayata entegre olmuş ve bu millet kavramı üzerinden kapitalizmi inşa eden aslında sistemle kavgası olmayan bir burjuvazidir.
Muhafazakâr dediğimiz islamcı milliyetçiler, islamcı burjuvazinin de oluşması ile birlikte dindar bir yaşam biçiminde ayrışmamaktadırlar. Bunların küresel kapitalizme bir itiraz yoktur. CHP’nin travması da aslında budur. Çünkü CHP bu sorunu aslında zamanında görüp, dönüştürmekle meşgulken asker geldi kesti, CHP’yi. Ecevit bunu görmüştü. Dünyada rüzgâr esiyordu. Ortanın solu kavramı Ecevit’in durup dururken oluşturduğu bir şey değil. Üniversiteler ayağa kalkmış, Türkiye İşçi Partisi (TİP) parlamentoya girmiş, Türkiye’de siyaseten bir dönüşüm söz konusu. 12 Mart ve 12 Eylül’de askerler bunların önünü kestiler. Askerlerin günahı ordadır. Askerler aslında bugünün mimarıdır. Askerlerin anlamadığı da o.
Şimdi bu Balyoz meselesi ile ilgili bana kızıyorlar asker eşleri. Ben dedim ki, eğer 90’larda kocalarınız bilerek ya da bilmeyerek, doğrudan ya da dolaylı o acılara ortak olduğunda, cumartesi anneleri feryat ederken siz asker eşleri olarak bizde anneyiz diyerek onların yanında otursaydınız bugün de o anneler sizin yanınızda otururdu.
Şimdi neden çok büyük bir kitle oh olsun diyor? Çünkü ya askerde dayak yemiş ya toplumsal fark olmuş. Kürtlerin acısı var, solcuların acısı var, kimse dönüp bakmıyor. İşte temel sorun da bu.
CHP bir kitle partisi olarak sosyal demokrat olma gayretinde çalışırken iki askeri darbe -özellikle 12 Eylül- bunu bitirdi. Ben SHP hareketini çok önemserim. SHP, içinde kadınların da Alevilerin de, Kürtlerin de olması vaadiyle önemli başarılar kazandı. Tüm belediyeleri aldı. O günün simge isimlerinden hala Ercan Karakaş’ı, Fikri Sağlar’ı, Yaşar Seyman’ı görebiliyoruz.
RÖPORTAJ: AYŞE MERVE ÖZDEN
0 comments on “ENVER AYSEVER: CUMHURİYETİ OSMANLICILARLA TARTIŞMAM”