Öncelikle teşekkür ediyoruz bize zamanınızı ayırdığınız için.
Ben teşekkür ederim. Önemli bir fırsat verdiniz. Üstelik Politus da takip ettiğim ve önemsediğim bir dergi.
Kitabın hikayesinden başlamak istiyorum. NotaBene Yayınlarından çıktı kitabınız ve oldukça etkili bir ismi de var: “Aşk Bütün Yalnızlıkların Anasıdır”. Kitapta bir insanın evinin duvarıyla olan konuşmaları yer alıyor. Bu insanın hikayesi nedir? Bu denli yoğun bir yalnızlık vurgusu ve aşk üzerine sohbetlerin anlamı nedir? Neden bu kadar yalnız bu insan?
Elbette tam da başlamamız gereken yer belki de. Yani şu yalnızlık denilen icat. Siz neden adam dediniz bilmiyorum kahramanımıza. Ben onu bir kadın olarak da düşlemiştim çoğu zaman. Kahramanımız aslında herkesi temsilen orada ve o duvarın önünde. Bir aşk tarifi yok. Zaten görmüşsünüzdür kitapta, kitap böyle bir tarifin olanaksızlığı üzerine kurulmuş durumda. Aşk ne tarif edilebilir ne de anlatılabilir bir şey. O nedenle aşk tek kişilik yaşanan bir olgu bu kitaba göre. Yalnızlığına gelince. Yani onun neden yalnız olduğuna: Bence onun yalnızlığı biraz kalabalıklar içindeki yalnızlıklardan. Hepimizin muzdarip olduğu, kaçarken yakalandığı tipten bir yalnızlık. Yani tam da gündelik ilişkilerimizden, işimizden, ev ve aile hayatından bunaldığımız anda kaçamamanın, bir cendere içerisinde debelenip durmanın ama bir şey yapamamanın getirmiş olduğu bir yalnızlık. Biz buna yalnızlık diyoruz ama aslında bu bir yalıtılmışlık. Bir yerinde duvara “çoklu yalnızlıklar istiyorum” derken aslında aşmak istediği de bu. İnsanın kendisiyle yalnız kalması anlamındaki yalnızlığın ötesinde bir durumda. O nedenle de aşka sığınıyor. Sığınmaya çalışıyor. Ama sığındıkça görüyor ki aslında ölüme ve tükenişe yakın olacağı yer tam da orası. Bir kısır döngü yani.
Neden adam yalnızlığını duvarla paylaşıyor? Duvar ki ifadesizliğin sembolüyken aslında bir ironiye mi niyetlenildi kitapta?
İroni değil aslında. Tamı tamına duvar söz konusu olan. Duvar ifadesizliğin tepkisizliğin ifadesidir dilimizde de doğru. Ama duvarla somutlaşan bu ifadesizlik ve tepkisizlik aslında hayatın her alanında var. Hasta olduğunuzda çalıştığınız iş yerindeki duyarsızlıkta. Canınız kadar çok değer verdiğiniz bir arkadaşınızla gündelik koşturmalar nedeniyle bir şey paylaşamaz hale gelişinizde. Sevgilinizin yanınızdayken size dokunmayışında. Akıllı telefonların sohbetlerin ortasında konumlanmasında. Ve daha birçok örnekte var bu duvar. Bunların hepsi görünür görünmez duvarlar ve biz de bu duvarlarla çevriliyiz. Derdimizi, kaygılarımızı anlatıyoruz ama hiç kimsenin bir diğerini düşünmemesi gereken, daha doğrusu öyle kurgulanmış bir dünyada her kelimemiz bir duvardan geri dönüyor. Hatta şunu söylemek isterim, bu kitaptaki duvar insaflı ve en azından kaale alan bir duvar.
Kitapta aşkı anlatırken ölümle eş değer tutmuşsunuz. Aslında insanların kafasında farklı imajları olan bu iki sözcük nasıl aynı tarafta yer alabiliyor?
Elbette iktidar aşkı, ölümü, tutkuyu, arzuyu ve diğer üretici, yaratıcı, yıkıcı etkileri olan bir çok kavramı birbirinden ayırmak durumda. Ancak böyle ayakta kalabilir. Ölüm çoğu zaman yaratıcı olabilirken, arzular yıkıcı hale gelebilir. Doğanın düzeni bu şekilde zaman zaman oluşan kontrollü kaoslarla anlaşılabilir. Bu kavramların imajları farklı ama aslında tek bir yerden köken alıyorlar. İnsan varlığından. Aşk da ölüm de ontolojik bir durumu işaret ediyor. İkisi de bizzat insan varlığının en saf halini temsil ediyor. Bu nedenle bunlar arasında müthiş benzerlikler kuruyorum ben. Aşk iyi ölüm kötü diyemezsiniz. Bunun aksini de iddia edemezsiniz bana göre. Aşk da ölüm de iyiyi ve kötüyü içerisinde barındırır ve zamanla değiş tokuş edebilir. Bunu da yine kitaptaki bir bölümde açıklamaya çalışmıştım.
Bu kitaptan sonra aşkı, kalmak ve yaşamak değil de gitmek ve ölmek demektir şeklinde mi anlamamız gerekmektedir?
Bence aşkı öldüren ilk şey ilk dokunuştur. Aşık iki beden birbirine dokunmak ister. Birbirinden beslenmek birbirine kendini anlatmak ister. Birisi diğeri üzerinde iz bırakmak ister. O nedenle dokunur. En azından bunu arzular. Ama o ilk dokunuş aynı zamanda aşkın celladıdır da. Aşkın tepe noktası ve celladı aynı yerdedir ve o ilk dokunuşun kendisidir. O nedenle bir aşkı ölümsüz kılmak istiyorsanız gitmek en geçerli yol olacaktır. Ama yaşamak ve aşkı öldürmek istiyorsanız kalırsınız. Peki aşk öldürülmeden kalmak mümkün mü? Evet. O da derin bir tutkunun varlığıyla mümkün ki bunu bulabilmek başlıbaşına zor.
Kitapta aslında insanlar için klişeleşmiş bütün aşka dair terimlerin ne kadar gereksiz olduğunu anlatıyorsunuz. Rutin, huzur, güven, romantizm vb. Peki gerçek bir aşk için ne öneriyor bu kitap?
Evet güzel bir noktaya değindin. Özellikle rutin aşkın mezar kazıcısıdır. Romantizm ise kandırmaca. Bunları da kitapta açıklamıştım. Gerçek bir aşk ancak birlikte gidebilme ihtimalini barındırmakla mümkün. İki insanın bir aşkı değil, bir aşkın iki insanı olabilmekle mümkün bu da.
Bu kitabın kahramanı muhtemelen bir erkek. Kadın olsa nasıl olur bu yalnızlık tasviri?
Dehşet güzel olurdu. Aslında kadınların yalnızlığına ilişkin şeyler de çok. Çünkü cinsiyetsiz bir karakterimiz var ortada. Ama yalnızca ve belirli olarak bir kadın karkter olsaydı farklı olurdu. Çünkü kadın erkek gibi değil. O ruhunun yarısıyla yaşar. Diğer yarısını hayata kattığında olabilecekleri tahmin edemiyorum. O nedenle o yalnızlığı, yani kadın yalnızlığını, anlayabilmek için önce kadın olmak gerekiyor ama inan bu da yetmeyecektir.
Bu kitabı size yazdıran duygu neydi? Nasıl bir eksiklikten sonra bu kitaba karar verdiniz?
Eksiklikten değil de fazlalıktan oldu bunlar. Aşkla ilgili elbette. Yalnızlık ve aşk insana herşey yaptırır. Bana da bu kitabı yazdırmıştı.
Peki son bir soru sormak istiyorum. Çünkü kitap terk edişe bir övgüyü de içeriyor. Seven kişi terk eder mi? Daha doğrusu edebilir mi?
Evet eder. Sevgi buna engel değil ve hatta bazen etmelidir de. Sevgi ve aşk varlığını sürdürmek için terk edişlere ihtiyaç duyabilir. Ancak arada tutku varsa bu terk edişler olanaksız hale gelir. Aşk beslenir, sevgiden bağımsız hale gelir o zaman.
0 comments on “ALİ MURAT İRAT: KAÇARKEN YAKALANDIĞIMIZ BİR YALNIZLIKTIR BU”