KONUŞMALAR

Mark Leonard: Avrupa Birliği, ulusal egemenlik konusundaki düşüncelerinde yeni bir devrim yapmalı

Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Direktörü Mark Leonard geçtiğimiz günlerde Avrupa bütünleşmesi ve yeniden canlanan ulusal egemenlik tartışmaları konusunda Project Syndicate’in sorularını yanıtladı. 2007 yılında kurduğu Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin direktörlüğünü yürüten ve yakında çıkacak olan “Huzursuzluk Çağı” kitabında ulusal egemenlik kavramını tartışan Mark Leonard; “yirmi birinci yüzyılın büyük hikayesi, bizi bir araya getirmesi beklenen çoğu şeyin aslında bizi ayırdığıydı” diyor.

Project Syndicate‘de yayınlanan söyleşinin özetini sunuyoruz.

 

Avrupa Birliği’nin yeni bir yaklaşıma ihtiyacı olduğunu öne sürüyorsunuz. Bu nasıl başarılabilir?

Mark Leonard: Yeni çıkacak kitabım Huzursuzluk Çağı’nda (Age of Unpeace Mayıs 2021’de çıkacak) tartıştığım gibi, yirmi birinci yüzyılın büyük hikayesi, bizi bir araya getirmesi beklenen çoğu şeyin aslında bizi ayırdığıydı. Küresel ticaret, göç ve internetin herkes için zenginlik ve fırsatlar yaratması bekleniyordu. Ancak, bunları yerine getirdikleri ölçüde, ticaret savaşlarının tırmanmasına, eşitsizliğin hızla artmasına ve siber saldırılara da yol açtılar.

Geçmişte, çok uluslu kuruluşlar küreselleşmeyi yönetmek için neoliberalizmden beslenen bir yaklaşım benimsediler. Ulusal hükümetlerin rolünü azaltmaya çalıştılar ve sıradan vatandaşları, global güçlerin insafına bıraktılar. Eşitsizlik arttıkça, çok sayıda insan küreselleşmenin kontrolden çıktığı hissine kapıldı. Bu da, “kontrolü geri alma” arzusuyla beslenen, geniş kapsamlı bir siyasi kriz yarattı.

Çok uluslu kuruluşların yeniden meşruiyet kazanması için vatandaşları haklarından mahrum bırakmak yerine güçlendirebileceklerini göstermeleri gerekir. Bu, çokuluslu şirketleri paylarını adil ödemeye zorlayan etkili bir küresel vergi rejimi geliştirmek anlamına gelir. Ulusal hükümetlere kendi ekonomilerini nasıl yönetecekleri konusunda daha fazla söz hakkı vermek anlamına gelir. Ve vatandaşların verileri üzerinde kontrol sahibi olmalarını sağlamak anlamına gelir.

AB liderleri, birlikte çalışarak devletlerin kontrolü yalnızca büyük güçlerden değil, aynı zamanda Google, Facebook ve Huawei gibi dijital devlerden de geri alabileceğini göstermelidir.

AB “kontrolü geri alma” konusundaki kaygıyı paylaşarak, ortak eylem için arzusunu 750 milyar Euro’luk COVID-19 kurtarma fonu kurarak gösterdi. Yine de size göre bu kaygı “kurum kurma iştahını yansıtmıyor.” Kurumsal gelişimin “daha ​​güçlü ve birleşik bir Avrupa” yaratmak için gerekli olduğunu varsayarsak, liderler halkın buna olan iştahını nasıl artırabilir?

AB’nin egemenlik hakkındaki düşüncelerinde bir devrim yapması ve bu yaklaşımının faydalarını halka göstermesi gerekiyor.

On yıllardır Avrupa entegrasyonunun ana hedefi, yirminci yüzyılın yıkıcı savaşlarına yol açan ulusal egemenliği evcilleştirmekti. AB, bu savaşların silahlarını üreten kömür ve çelik endüstrileri üzerindeki egemenliği bir araya getirerek, birbirine bağlanan ülkelerin barışı nasıl destekleyebileceğini gösterdi.

Ancak yirmi birinci yüzyılda, Avrupa güvenliğine yönelik en büyük tehditler artık Avrupa ulus devletleri arasındaki rekabetten kaynaklanmıyor. Bunun yerine tehdit dışarıdan geliyor ve iklim değişikliğinden salgınlara, ABD, Rusya ve Çin gibi büyük güçler arasındaki siber savaş ve jeopolitik çatışmalara kadar her şeyi içeriyor. Ulusal egemenliği evcilleştirmek, Avrupa’yı bu tehditlerden korumayacaktır.

Bugün Avrupa, ulus ötesi güçlerin ve rekabet halindeki hiper güçlerin egemenliğini geri almaya odaklanmalıdır. AB liderleri, birlikte çalışarak devletlerin kontrolü yalnızca büyük güçlerden değil, aynı zamanda Google, Facebook ve Huawei gibi dijital devlerden de geri alabileceğini göstermelidir. Bu, popüler algıları dönüştürecektir: ulusal egemenliğin düşmanı olmaktan uzak AB, onun en büyük güçlendiricisi olarak görülecektir. Ancak o zaman kurumsal yapılanma uygulanabilir hale gelir.

Kriz AB’nin Çin ekonomisine olan bağımlılığını ortaya çıkardı. Bu konuda bir dönüm noktası olacağını ticareti çeşitlendirmesi konusunda AB’nin bir stratejik hesap içinde olduğunu düşünüyor musunuz? Bu süreç nerede başlayacak? Çin ticaretine ve yatırımına olan bağımlılığını azaltmayı başarırsa, AB’nin Çin politikasında başka hangi değişiklikler mümkün olacak?

COVID-19 krizi, Avrupa başkentlerinde artan bir kırılganlık duygusunu besledi. Temel tıbbi ekipmanı (ventilatörler, yüz maskeleri, ilaçlar) tedarik etme mücadelesi, tek bir üreticiye, özellikle de hayati ekipman tedariğine siyasi koşullar eklemeye istekli bir üreticiye güvenmenin ne kadar riskli olduğunu gösterdi.

Sağlık hizmetleri sektöründe başlayacak olan şeyin, teknoloji, gıda ve diğer temel malzemeler dahil olmak üzere diğer kritik sektörlere de yayılması muhtemeldir. Pandemiye bağlı korkuların iklim değişikliği ve dijital egemenlik konusundaki uzun vadeli endişelerle birleşmesi, küreselleşmenin toptan yeniden şekillenmesinden başka bir şeye yol açmayacaktır.

AB, Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkilerini de yeniden düşünüyor. Mart ayında, “Avrupa’nın şu anki liderleri seleflerinin aksine, Amerika’yı -ya da en azından Trump’ın Amerika’sını- çözümden çok sorunların kaynağı olarak görüyorlar ” diye yazmıştınız. Ama aynı zamanda transatlantik ilişkilerin, Irak’taki ABD önderliğindeki “feci” savaş ve Amerika’da yapılan küresel mali kriz sayesinde Trump’tan çok önce gerildiğini de not ediyorsunuz. Kasım ayındaki ABD başkanlık seçimlerinden sonra, Avrupa son birkaç yıldaki hasarların bir kısmını onarma fırsatı yakalarsa, çabalarını nereye odaklamalı?

Trump’ın Amerika’sı birçok kişi tarafından “kırık” bir hegemon olarak görülüyor. ABD’nin müttefiklerine karşı kötü muamelesi ve öngörülemeyen politikaları, ülkenin bir ortak olarak güvenilirliği hakkında soru işaretleri uyandırdı. Ve onun COVID-19 salgınına karşısı son derece başarısız tepkisi, ülkenin küresel bir lider olarak güvenilirliğini yok etti.

Kasım ayındaki seçimler, Beyaz Saray’da karar almayı şekillendiren felsefe açısından oyunun kurallarını değiştirecek bir potansiyele sahip. Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden için olası bir zafer, transatlantik ittifakını yeniden keşfetmek için bir fırsat yaratacaktır. ABD açısından bu, NATO’ya, Paris iklim anlaşmasına ve hatta muhtemelen Ortak Kapsamlı Eylem Planının (İran nükleer anlaşması) değiştirilmiş bir versiyonuna yeniden bağlılığı içerebilir. Tam bir kutuplaşmayı içermeyen ve diplomasi için marj bırakan yeni bir Çin politikası da gündeme gelebilir.

Ancak yeni bir başkanın seçilmesi, ABD’nin önceliklerindeki uzun vadeli coğrafi değişimi tersine çevirmeyecek veya Amerikan halkının ulusal egemenliğe bağlılığını ortadan kaldırmayacaktır. Halkın ABD’nin aşırı genişlediğine dair korkusu fazlasıyla canlı kalacaktır. Böylelikle, Avrupalıların kendi bölgesel güvenliklerinin sorumluluğunu üstlenirken, Amerika’nın Çin ile nasıl ilişki kuracağına dair kararını giderek daha fazla bekleyecekler.

Biden yönetimi öncelikle Japonya, Hindistan ve Avustralya gibi Hint-Pasifik’teki ana ortakların ihtiyaçları ve hedefleri de dahil olmak üzere Avrupa’nın çıkarlarını ve bakış açılarını diğer önceliklerle dengelemesi gerekecektir. Bu, Kasım ayındaki sonuç ne olursa olsun, Avrupalıların gelecekteki güvenlik ve ekonomik refahları için merkezi birçok konuda kendilerini politika yapıcılar yerine politika belirleyenler rolünde bulabilecekleri anlamına geliyor.

Ertelenen “sert” bir Brexit, reddedilen sert bir Brexit olmayabilir. İngiltere’nin AB’den sonraki geçiş dönemi 1 Ocak’ta sona erecek; Başbakan Boris Johnson, o tarihe kadar tek pazarı, gümrük birliğini ve Avrupa Adalet Divanı’nın yetkisini terk etme kararlılığını sürdürüyor ve iki taraf da yeni ilişkilerinin şartları konusunda uzlaşmadan uzak duruyor. Anlaşmasız bir anlaşma, özellikle COVID-19 krizi sırasında, Birleşik Krallık ve Avrupa için şu anda ne anlama geliyor?

Ekonomik maliyetler çok büyük olabilir, ancak bunların tamamı COVID-19 krizi tarafından engellenebilir. Her durumda, insani ve politik büyük maliyetleri olacaktır. Birleşik Krallık ve AB, yüzyılların ortak tarihiyle birbirine bağlıdır. Dahası, iklim değişikliğinden, küresel baskılarla boğuşmaya, Trump’ın Amerika’sından Facebook’a kadar gelecekteki aynı zorluklarla da karşı karşıyayız.

Milyonlarca İngiliz AB’de yaşıyor ve milyonlarca AB vatandaşı Britanya’nın hastanelerini, bakım evlerini, üniversiteleri, süpermarketleri, çiftlikleri ve fabrikalarını işler durumda tutuyor. Bu işbirlikçi ilişkileri egemenlik için sıfır toplamlı bir savaşa dönüştürmek, hayatta kalmak için birbirimize ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda hem İngiltere’ye hem de AB’ye ciddi zararlar verecek.

Yakın tarihli bir Avrupa Dış İlişkiler Konseyi raporu, pandeminin Avrupalıların iklim değişikliği de dahil olmak üzere gelecekteki şoklara karşı duyarlılığını artırdığını gösteriyor. Küresel ekonomi benzeri görülmemiş bir durgunluk ile karşı karşıya kaldığında, siyasi görüşlerdeki bu tür değişikliklerin etkili bir eyleme dönüşeceğinden ne kadar umutlusunuz?

yüzyılda siyasetin yeniden keşfedileceğinden çok umutluyum. Gelecek kitabımda tartıştığım gibi, çok taraflı kurumlardan ticarete ve dijital dünyaya kadar entegrasyonun araçları ve güçleri, “bağlantı savaşlarında” birbirimizle savaşmak için kullandığımız silahlar haline geldi. Ama bağlantının toplumlarımızı, politikamızı ve aslında doğamızı değiştirdiği gerçeğiyle yüzleştiğimizde, farklı yaşamak için stratejiler geliştirebiliriz.

Raporun önerdiği gibi, insanlar deneyimlerden öğreniyor ve zihniyetler değişiyor. Bu, dönüşüme giden ilk adımdır.

 

0 comments on “Mark Leonard: Avrupa Birliği, ulusal egemenlik konusundaki düşüncelerinde yeni bir devrim yapmalı

Bir Cevap Yazın

%d blogcu bunu beğendi: