Bizim için çok değerli, büyük halk ozanı Aşık Veysel Şatıroğlu 47. ölüm yıldönümünde anıldı. Siz hem torunu hem de Aşık Veysel Kültür Derneği’ne başkanlık yapmış biri olarak bize büyük ozanın halk edebiyatı içerisinde yerini ve önemini biraz anlatır mısınız?
Dedemle yaşanmışlıkları olan bir torun değilim. Onunla kan bağı tanışıklığım doğduğu köyde doğmuş olmam, bastığı toprağa basıp, aynı havayı solumam ve çocukluğumun dedemin hayata gözlerini kapattığı evde geçmiş olmasıdır. Bir de gönül bağı üzerinden tanışıklığım vardır ki bu halen sonlanmamış, devam eden bir tanışıklık sürecidir. Bu süreç dedemin eserlerindeki alt metinleri okuyarak onu anlama ve anlamlandırma sürecidir. Sorunuza gelince: Çocuk yaşta gözlerinin kör olması, dedemde “benliğin uyanması” sürecini başlatmıştır. Ve artık başka bir dünyanın kapıları aralanmıştır onun için. Aşık Veysel, yazılı kültürden uzak olan Sivrialan Köyü’nde sanata, edebiyata, tarihe ve inanca ait birikimini sözlü kültürden almıştır. Kırklı yaşlarının ilk yarısına kadar beslendiği yegâne kaynak budur. Daha sonra özellikle Köy Enstitülerinde, usta saz öğreticiliği yaptığı yıllarda cumhuriyetin yeni kültürüyle tanışmıştır. Bu süreç, öğrendiği ve beslendiği köy kültürü ile yazılı kültürü de içeren şehir kültürünün harmanlandığı dönemdir. Dedem Aşık Veysel cumhuriyet öncesi doğmuş ama cumhuriyetle pişmiş, olgunlaşmış bir halk aşığıdır. O, dili etkili ve güzel kullanmış, söylenmeyeni duygu yoğunluğu içinde söylemiştir. Türkülerinde deyim ve atasözlerine yer vermiş, metaforlar da kullanmıştır.
“Sen bir ceylan olsan ben de bir avcı
Avlasam çöllerde saz ile seni
Bulunmaz dermanı yoktur ilacı
Vursam yaralasam söz ile seni” sözleri en güzel örneklerden biridir. Yaşadığı dönemde âşıklık geleneğini arkaik sayan anlayışa direnmiş, geleceğin gelenekten beslendiğinin sembolü olmuştur. Kısaca anlatmaya çalıştığım bu özellikler dedemi âşıklık geleneğinde öncülleri gibi çok özel bir yere koyarken, yazılı kültürde de yer bulmasını ve daha geniş kitlelerle buluşmasını sağlamıştır. Bugün baktığımızda kendinden sonra gelenleri aşk, toprak ve ölüm gibi arketipleri ile etkilediğini görüyoruz. Dedem eserlerinde “benliğin uyanması” ile başlayan süreci; “kendini arama” ve “zihnin arınması” ile devam ettirmiş, “doğaya, doğal olana aidiyet” ile sonlandırmıştır. Bu pencereden baktığımızda dedemin dilinin hem bugüne hem de ezoterik zamana ait olduğunu fark ederiz. Edebiyatı etkileme alanının da tam bu nokta olduğunu düşünüyorum. Takdir edersiniz ki sadece bu konu bile başlı başına yazılması, konuşulması gereken bir konudur.
Aşık Veysel âşıklık kültürü açısından kimlerden etkilenmiş?
Dedem âşıklık kültürünün içine doğmuş, bu havayı teneffüs ederek büyümüş biridir. Çocukluğunda Molla Hüseyin ve Çamşıhlı Ali sazla ve gelenekle ilk tanışıklığını sağlayan kişilerdir. Kul Abdal türküleri söylemeyi çok severmiş. Hatta saz öğrenip topluluk önünde ilk seslendirdiği türkü de Kul Abdal’a ait olan “Takdirden gelene tedbir kılınmaz/ Ne kılayım çare ben şimden geri/ Yaram türlü türlü merhem bulunmaz/ İstersen merhemi çal şimden geri” dörtlüğü ile başlayan türküdür.
Buradan da anlaşılacağı üzere Kul Abdal başta olmak üzere Âşık Veli, Pir Sultan Abdal, Âşık Agahi, Âşık Hüseyin ve daha pek çok âşıktan etkilenmiştir. Ayrıca yakın çevresinde bulunan Salman Baba, Ali Özsoy Dede ve Hıdır Dede etkilendiği ve etkileşimde bulunduğu kişiler arasındadır.
Aşık Veysel büyük bir Atatürk sevgisi ile karşımıza çıkıyor. Onun bu düşkünlüğünün altında ne yatıyor?
Dedemin gençliği Kurtuluş Savaşı yıllarına denk düşer. Babaannemim deyimiyle gözünün gönlüne akması en çok bu dönemde dokunur ona. Çünkü ülkeyi ateş çemberinden kurtaracak mücadelede yer alamamıştır. Âşık, sözlü kültürün taşıyıcısı ve aynı zamanda temsilcisidir. Sazı omzunda adım adım gezerek çalar, söyler türkülerini. Dedem de öyle yapmıştır. Önce yakın çevresi sonra tüm Anadolu’da çalmış, söylemiştir türkülerini. Bu serüven cumhuriyetin ilk yıllarında başlamış, sadık yârine kavuşuncaya dek sürmüştür. Anadolu’yu gezmesi ve Köy Enstitülerinde usta saz öğreticiliği yapması, Atatürk’ün önderliğinde kurulan cumhuriyetle gelen değişime yakın tanıklık etmesini sağlamıştır. Hatta ilk şiirini cumhuriyetin 10. yılı için yazmıştır. “Atatürk’tür Türkiye’nin ihyası/ Kurtardı vatanı düşmanımızdan/ Canını bu yolda eyledi feda/ Biz dahi geçelim öz canımızdan” dizeleri ile başlar Cumhuriyet Destanı. Şiirin tamamı okuduğunda hem Kurtuluş Savaşı’nın ne zorluklarla kazanıldığını hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün olağanüstü kişiliğine duyulan hayranlık kendini gösterir. İlk şiirin Atatürk ve cumhuriyet konulu olması elbette tesadüf değildir. Onu öncülleri ve çağdaşlarından farklı kılan ilk mayalardan biridir bu. Dedem bu ilk şiirini Atatürk’e okuyabilmek için yürüyerek tam üç ayda ulaşır Ankara’ya. Lakin ne o zaman ne de sonrasında Gazi Kemal’le yüz yüze gelemez. Bu içinde hep bir ukde olarak kalır. Atatürk sevgisinin büyüklüğü ile dedem, siyasi olarak da safını her daim Atatürk’ün partisinden yana belirlemiştir. Atatürk’ün ardından yazdığı “Ağlayalım Atatürk’e” türküsü bir ağıt olmaktan öte Atatürk’ün çağa damgasını vuran bir lider olduğunu anlatır.
Dedemdeki Atatürk sevgisi vatan ve millet sevgisiyle özdeştir. Pek çok türküsünde barışı, kardeşliği bir Atatürkçü âşık olarak dillendirir.
Aşık Veysel’i Kızılırmak’a benzeten, onunla bütünleştirici bir gelenek var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Kızılırmak, Kızıldağ’dan doğar, küçük akarsularla beslenerek çoğalır, çağıldar ve Karadeniz’e ulaşır. İç Anadolu’dan Karadeniz’e uzanırken geniş bir yay çizer. Kızılırmak’ın suları farklı iklim, farklı yeryüzü şekilleri ve farklı bitki örtülerinin can suyu olarak yol alır Karadeniz’e. Dedem de Anadolu’nun can suyu gibidir. İnancı, mezhebi, etnisitesi ne olursa olsun herkesi kucaklar. Demokrasiye olan inancı her türküsüne nüfus etmiştir. Dedem eşitlik olmadan adalet olamayacağına inanır ve bunu “Beni hor görme kardeşim/ Sen altınsın ben tunç muyum/ Aynı vardan var olmuşuz/ Sen gümüşün ben saç mıyım” türküsü başta olmak üzere birçok türküsünde açıkça dile getirir.
Aşık geleneği bir bakış açısıyla öykü anlatıcılığıdır. Buradan bakınca Aşık Veysel’i aşık, ozan, gelenek ve öykü anlatıcılığı bağlamında nereye oturtmak gerekir?
Âşıklık geleneği sözlü kültürümüzün merkezinde oturur. Sözlü kültürümüze ait olan pek çok unsur bu gelenek içinde yer bulur. Örneğin, âşık türküsünde deyimlere, atasözlerine, mecaz anlatılara yer verirken; destanlardan, masallardan da alıntılar yapar ya da kahramanlarına yer verir. İşte bu nedenledir ki, Âşık Veysel âşıktır ve bu geleneğin tüm kapsayıcılığı onun eserlerinde yer bulur.
Aşık Veysel’in Alevi geleneği içerisinde duruşu, doğaya, insana ve barışa yakın bir felsefi ilkeye dönüşüyor. Günlük yaşamı içerisinde bu ilkenin gelişimi ve gerekçeleri için neler söylersiniz?
Dedem yaklaşık kırklı yaşlara kadar Emlek yöresi ve Sivas’ın Alevi köyleri dışına çıkmamıştır. Bu süreç cemleri, Alevi tekkelerinde dede-baba sohbetlerini kapsar. Alevi inancının sosyal ve kültürel yaşama yansımaları dedemde karşılığını bulur. Şöyle ki: Dedemde var olan cümle varlığa sevgi, diğer taraftan; çağdaşlaşmaya, bilime, eğitime, demokrasiye ve eşitliğe önem vermesi Alevi öğretisinin de özünü oluşturur. Dedemi diğer Alevi âşıklardan ayıran özellik bunları doğrudan dillendirmek yerine çoğu zaman ezoterik olarak dillendirmesidir. Bu yöntem de yine Alevilikte söz söyleme biçimini en yaygın olanıdır.
Özellikle son yıllarda siyasilerin, sanatçıların Âşık Veysel’e daha fazla yöneldiklerini gözlemliyoruz. Türküleri farklı tarzlarda yorumlanıyor, siyasilerin hem türkü hem şiir olarak Âşık Veysel’i dillerinden düşürmediklerine tanıklık ediyoruz. Bu sürece dair düşünceleriniz nelerdir?
Bu süreç doğal olmayan ama doğal bir süreçtir. Doğal olmayışı kültürel farkındalığın son yıllarda kültürel değerler üzerinden değil, oluşturulan gündemler ve bu gündemlere bağlı popülist kültür üzerinden gelişmesi. Doğal olan ise bu coğrafyanın geleneğini toplumsal yaşayış imbiğinden geçiren Âşık Veysel’in sesinin, sözünün yankılanması. Diğer yandan ülkenin içinde bulunduğu süreç toplum katmanlarının gerilimini arttıran ve kültürü manipüle eden bir süreç. Bu süreçte toplumun farklı düşünen kesimlerinin Anadolu’nun mayası olan bir geleneğin temsilcisine sahip çıkması yadırganır bir durum olmamalı. Çünkü farklılıklar üzerinden zenginleşmek gibi de bir geleneğimiz var. Dedem bunu “Dava insanlık davası” diyerek çok net ifade etmiş.
0 comments on “GÜNDÜZ ŞATIROĞLU: ÂŞIK VEYSEL ANADOLUNUN CAN SUYUDUR”