31 Mart 2019 Yerel Seçimleri AKP’nin 1994’lere dayanan ve Refah Partisi çatısı altında başlayan belediyecilik ve 2002’de başlayan iktidar süreci açısından bir dönüm noktası oldu. 24 Haziran 2018’deki genel seçimlerde ise devletin bütün imkânlarını kullanmasına rağmen sönük bir zafer elde etmiş, HDP’nin mecliste olmasından dolayı aldığı oydan çok daha fazla sayıda koltuğa sahip olduğu günler geride kalmıştı. Her ne kadar 24 Haziran 2015 seçimlerinde azalan oylarını 7 Kasım seçim süreci ile telafi etse bile mecliste fazladan koltuğa sahip olma günleri geride kalmıştı. Nitekim 24 Haziran seçimlerinde oy oranları düşmeye devam etti ve iktidar meclisteki varlığını MHP ile sürdürmek zorunda kaldı.
Bu eğilim aslında 31 Mart yerel seçimleri ile devam etti.(1) 1 Nisan günü iktidarın iki kaybı ortaya çıktı. İlki AKP’nin kalesi olan Türkiye’nin en büyük iki kenti İstanbul ve Ankara’yı kaybetmesi. İkincisi ise kayyım atadığı illerde HDP daha yüksek oylarla kazanması.
Yerel seçimlerde büyük kentleri kaybetmesi ve kayyım yüzünden fark yemesi neticesinde iktidar 3 temel yaptırımı telaffuz etti: Birincisi AKP’nin belediye meclislerinde çoğunluk olduğu yerlerde başkanları kilitleme. İkincisi ise yatırımları Cumhurbaşkanlığının denetlemesine sokarak izin vermeme. Üçüncüsü ise İller Bankası gibi kurumlar üstünden kaynakları azaltma. Bu üç yaptırım aracı ile muhalefeti yönetemez hâle getirmeyi baştan ortaya koyarak siyaseti belirlemeye çalıştı.
AKP’nin uzun ve kesintisiz iktidarı ile 73 belediyeciliğinin bağını kurmak çok kolay görünmüyor. Hele o günün koşulları ile karşılaştırıldığında konu biraz daha zorlaşıyor. İşin içine rejimdeki değişiklik, değişen ekonomik büyüklük ve dönemsel koşullar girince bir benzerliği olduğunu düşünmek daha zor gelebilir. Ama aslında bunlar sadece birer ön yargıdır. 1973’te koşulların ne olduğunu bildiğinizde ve yapılanları incelediğinizde bugün o eksenlere sahip olmayacağınız aşina iken o politik açıları bugün seçilenlerin tutturulabileceğini görebilirsiniz. Bugün sorunlar çok daha büyük ama imkânlar da bir o kadar yüksek. Diğer yandan 73 belediyeciliğinin ortaya koyduğu sorun çözme becerisi, problemleri halktan yana çözme arzusu, o koşullara ve engellemelere rağmen siyasetin sınırlarının ne kadar geniş olduğunu ortaya koyması açısından çok önemlidir.
73 ÖNCESİ
1960 darbesi sonrası yeni anayasa yapılmış, ilk genel seçim 1961’de, belediye seçimleri ise 1963’te yapılmıştı. 1961 seçimlerinde İnönü’nün liderliğinde CHP %36,74 ile mecliste sadece 173 sandalye kazanmıştı. %34,8 oy alan Adalet Partisi ise DP sonrası sağın boşluğunu hemen doldurmuştu. 1963’te yapılan belediye başkanlığı seçimlerinde ise sol partiler belediye başkanlığında %36,4 oy alarak belediyelerin %32,3’ünü aldı.(2) 1968 seçimlerinde ise solun oyları %33,2’ye düşerken belediyelerdeki payı %23,3’e kadar düştü. Adalet Partisi 39 ili ve başta İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük illeri kazanmıştı. CHP ise sadece 21 ili kazanmış ancak İzmit’te Leyla Atakan’ı aday göstererek ve seçilmesini sağlayarak bir ilke imza atmıştı.
1973 seçimleri solun elinde güçlü örneklerin olmadığı bir süreçte gerçekleşmişti. Hatta 1968 seçimleri ile sahip olduğu belediye başkanlığı sayısı 290 gibi çok düşük bir sayıya düşmüştü. O seçimde bütün önemli kaleler sağın elindeydi. Ancak seçim kampanyası çok fırtınalı geçmiş, özellikle ortanın solu söylemini geliştiren Ecevit rüzgârını iyi kullanan adaylar toplumdaki beklentiye karşılık veren kampanyalar yapmışlardı. Güçlü sol söylemleri büyükşehirlerdeki işçi sınıfını heyecanlandırmıştı. 1973 seçimlerinde sol oy oranını %32,24’den %42,42’ye çıkartırken belediye başkanlığı sayısını 290’dan 551’e çıkarmıştı.
73 belediyeciliği 1968 seçimlerindeki havayı tersine çevirmiş, büyük bir başarı elde etmişti. CHP 33 ili kazanırken İstanbul, Ankara ve İzmir’in yanında Adana, Mersin, Kocaeli, Trabzon, Sivas ve Malatya gibi kentleri de kazanmıştı. Ahmet İsvan’ın İstanbul’u, Vedat Dalokay’ın Ankara’yı %60 üstünde oyla kazanması “birleştiren solun” gücünü göstermek açısından önemliydi.
73 BELEDİYECİLİĞİNİN FARKI
73 belediyeciliği dediğimiz şey çok temel bir ayrıma dayanıyordu. Bu tanımı Ahmet İsvan Başkentin Gölgesinde İstanbul adlı kitabının giriş kısmında net bir şekilde tanımlıyor. Kitabında belediye yönetimlerinde politika yapılmaması konusunu tartışır ve burada politikanın tanımını yapar.(3) İsvan bir kesime göre politikanın “iktidar olanaklarını kullanarak yandaşlara çıkar sağlamak, tercihli firmalara ihale kazandırmak, o firmaların mali gücü ve çıkar sağlanan o yandaşların oylarıyla kendi iktidarını pekiştirme sanatıdır” derken bugünleri ne güzel anlamaktadır. İsvan devamında politikanın bu olmadığını söyler ve aslında 73’te seçilen belediye başkanlarının ortak özelliğini ortaya koyar. Namuslu insanlar için politikayı “kamu kaynaklarının, toplumun farklı kesimlerini arasında nasıl farklı paylaştırılacağının ve kamu gücünün hangi kesimlerin yanında, hangi kesimlerin karşısında ne ölçüde kullanacağını saydam bir biçimde belirlendiği süreçtir” şeklinde tanımlar. Yani politika bir paylaşım meselesidir ve namuslu insanlar için politika adil bir paylaşım, hakkaniyetli bir süreçtir. İşte bu yüzden bir parkı savunurken Adana’nın belediye başkanı Ege Bagatur vurulmuştur, Ankara’nın belediye başkanı Vedat Dalokay DGM’de yargılanmıştır.
Bu temel fark her yerde kendini belli eder. 73’te seçilen başkanlar halktan yana politikalar gütmüş, bu noktada kendi partilerini bile karşılarına almaktan çekinmemişlerdir. Parti başkanları kadroların doldurulmasını istemiş ama belediye başkanları direnmiştir. Örneğin İsvan, kendisinden habersiz belediyeye gençlerin alındığını sonradan öğrenmesine rağmen hem partisine direnmiş hem de işe alınan gençlerin en az diğer çalışanlar kadar çalışmasını sağlayacak formüller üreterek çalışma hakkını savunmuştur.
73’ün adayları halkın gözünden bakan, düzene eleştirel yaklaşan, sorgulayan ve çözüm üreten insanlardır. Ne kadar eleştirel olduğuna dair basit bir örnek vereceksek olursak Dalokay kentin solunamayan havası için “Hava Kirliliği Düzenin Gereğidir” gibi bir başlıkla binalarda yakılan kömürde dönen dolapları çok iyi çözümlemiştir.
Para Yolu ile Terbiye Etme
73 belediyeciliği iktidarın baş belası olmuştur. Bugün Erdoğan’ın söylediği gibi, o gün de iktidar parasız bırakarak bu devrimci belediye başkanlarını terbiye etmeye çalışmıştır. Bunun için iki aracı hükûmet çok iyi kullanmıştır. Birincisi elindeki düzenleme yetkisi ile belediyelere bir dizi görev çıkartır. Ahmet İsvan anılarında bundan çok bahseder. Ama iktidar bu görevler karşısında yerine getirmesi için para vermez. Yani aynı para ile daha çok iş yapmalarını ister. İkincisi ise merkezî bütçeden belediyelere para aktarılmaz. Hatta borç verilir. Dalokay başkanlığının ardından yazdığı kitabında şöyle der:
“Aç midenin kulağı sağırdır. Belediyelere yardım yapmak için yasa mı var? diyor. Artık borç vererek yardım yapmayacağız diyor Başbakan ve Maliye Bakanı. Elbette yasa var. Anayasa emretmiş, bir de giderlerimizle orantılı gelirler sağlanmasını.”(4)
Böylece iktidar belediyelere daha çok iş vererek ve merkezî bütçeden para vermeyerek dönemin belediyelerine karşı partizanlık yapar. İlginçtir, belediye başkanları bunlara rağmen borçları azaltmayı başarmış, çok ciddi yatırımları hayata geçirmiştir. Hatta para vermeyerek belediyeleri maaş veremez noktaya getirmişler, belediye başkanları böylesi durumlarda bile işçi sınıfının emeğine saygı duymuş, durumu sendikalarla paylaşmış, grev kırıcılığa bile gitmemişlerdir.
Davalar Yolu ile Terbiye Etme
O dönemde belediye başkanlarını açılan davalar ya da görevden almalar yoluyla terbiye edilmesi iktidarın başvurduğu yollardı. Ancak bütün bunlara rağmen belediye başkanları ve meclis üyeleri kendi politikalarından asla taviz vermediler. Örneğin 1976 yılında İspanya hükûmetinin Bask halkından beş kişiyi idam etmesi Türkiye’de çok yankılandı. Diyarbakır Belediye Meclisi İspanya’nın Ankara Büyükelçiliğine bir kınama telgrafı gönderirken Ankara Belediyesi ise elçiliğin elektriğini, suyunu ve havagazını keserek İspanya devletine karşı Bask halkının yanında yer aldılar. Bu olay nedeniyle Dalokay DGM’de yargılandı, Diyarbakır Belediye Meclisi ise feshedildi. Dalokay DGM’deki savunmasına “Gelincik koparır gibi beş gencin kafasını kesmedik biz; elçiliğin suyunu kesecektik.” dedi. Belediye Meclisi kararı Danıştay’a götürüldü ve “anayasal haktır” kararı çıktı. Görevlerine geri döndüler.
Diğer bir olayda ise aynı yıl Dalokay işçi grevlerini kırmadığı için görevden alındı. Tıpkı bugün yaşanan kayyımların bir türü uygulandı. Ama muhalif belediye başkanları boş durmadılar, birbirlerini örgütlediler ve İstanbul Belediyesinde toplanarak bir basın açıklaması ile protesto ettiler. Öyle ki bu süreçte iktidarın belediye başkanlarını da ikna ettiler. Dalokay da Danıştay’a başvurdu. Danıştay bir hafta sonra göreve dönmesine karar verdi.
73 belediyeciliği halkın oyları ile seçilen başkanların her koşulda nasıl politika yapılacağının, iktidarın tehditlerine ve sıkıştırmalarına rağmen açık, dürüst ve soldan tavır alınacağının örnekleri ile bezeli olduğu bir dönemdi. O dönemle bu dönem tıpa tıp aynı değil. O dönemde belediye başkanlarının durumları da aynı değildi. İstanbul’un belediye başkanı Ahmet İsvan büyük bir kenti büyük bir il örgütüne rağmen yönetmeye çalıştı. Dalokay ise devletin kalbinde devlete karşı halktan yana politikalar üretti. İzmir’de İhsan Alyanak, Kocaeli’nde Erol Köse, Adana’da Ege Bagatur, Diyarbakır’da Okay Kalfagil hep farklı sorunlarla, farklı koşullarda uğraştı.
O günün yasal arka planı, belediyecilik düzenlemeleri çok farklıydı. Özellikle 1984’te yapılan düzenlemeler bugün ile o günü çok ciddi bir şekilde ayırıyor. İsvan, Özal tarafından yapılan o düzenleme ile belediyelerin ne kadar rahatladığını kitabında söylüyor.
Diğer yandan o gün ile bugün arasında ölçek farkı da var. Hem nüfus çok farklı hem mali imkânlar. Yani ölçek meselesi her açıdan bir sorun. O günlerde belediyeciliğin birikimi çok sınırlıyken bugün belediyeler çok ciddi birikime sahipler.
O gün ile şimdinin arasındaki en büyük fark ve belki bugünün avantajı, geçmiş referansların varlığı idi. O dönemde belediye başkanları her sorun üstünde tek tek çalıştılar ve çözdüler. O günün başkanların çözümleri bugün uygulanana belediyeciliği ataşadır. Ancak şimdiki adaylar o dönemin çözüm üretme becerisinin eksikliği ile beraber o dönemin birikimlerini bilmeme sorununu yaşıyor.
Bahane Değil, Politika
Son yıllarda ne zaman bir siyasetçiye talepte bulunan bir soru sorsanız mutlaka sizlere bir engelden, bir sorundan, bir kısıtlamadan bahseder. Aslında sizleri sadece onlara oy ve onay vermeniz gerektiğine ikna ederler. Bu durum, tonu farklı olsa da hem muhalefet hem de iktidar siyasetçileri için aynıdır. O dönemde ise bunun yerine politika üreten yerel siyasetçiler vardı. O yıllarda sadece 3-4 yıl gibi bir sürede halk ekmekten bugün metrobüs diye bilenen tahsisli yola kadar pek çok konuda çözüm üretilmiş, bütün bu adımlar engellemelere rağmen başarıya ulaşmıştır.
İşte 73 belediyeciliği iktidarın yerel demokrasiyi dizginleme arzusunun olduğu bir dönemde yeşerdi. Belediye başkanları toplumun hayallerini gerçekleştirdikçe iktidarın öfkesi arttı, TBMM’de sert tartışmalar yaşandı. Özellikle Adalet Partisi, Millî Selamet Partisi, Cumhuriyetçi Güven Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi’nin oluşturduğu 39. Hükümetin politikaları ile bugünkü iktidarın demokrasiyi daraltma arzusu, kayyım politikası ve seçileni bile engelleme adımlarına benzeyen yanları vardı. Bu durumu o dönemde açılan davalardan ve görevden almalardan çok rahat görebiliyoruz.
73 belediyeciliği bahane değil politika üretme belediyeciliğiydi. Başarısı ülkedeki iktidar kadar partideki iktidarı da mutsuz etti, hırçınlaştırdı. Ecevit liderliğindeki CHP örgüt marifeti ile başkanların aday olmasının önüne geçmeye çalıştı. Bugünlerde gördüğümüz ayak oyunlarının, üye yazma, sandık manevralarının hepsi yapıldı ve İsvan yerine Aytekin Kotil, Dalokay yerine Ali Dinçer gibi isimlerin ön seçimde kazanmaları sağlandı. Bunun için İl örgütü kadroları, gençlik örgütleri mobilize edildi.
1973 belediyeciliğinin önderlerinin önemli bir kısmı 1977 seçimlerinde artık yoktu. 1989’a kadar bu süreç devam etti. Sosyal Demokrat Halkçı parti SHP’nin 87 bahar eylemlerini arkasına alarak yükselttiği sol belediyecilik 89 seçimlerinde büyük bir zafer kazandı. Bugün iktidarın sevmediği Nurettin Sözen’e (kaderin cilvesine bakın) Ahmet İsvan’ın tasfiyesi için 1976’da adaylık teklif edilmiş, ama ilkeli bir şekilde hayır cevabı vermişti. Hatta Sözen kazayla aday olmamak için aday bildirim sürecinde Kıbrıs’a kaçarak kendini kaybettirmişti.
Ne acıdır ki 89 belediyeciliği de benzer bir tasfiyeyi 94 seçimlerinde yaşadı. Sözen aday gösterilmedi ve sol partiler SHP’yi bölmek için büyük bir çaba sarf etti. DSP Nurettin Özkan’ı, CHP Ertuğrul Günay’ı aday gösterdi. Üç sol aday neredeyse %36 oy toplamına sahipken %25 ile Erdoğan seçildi. Günay solu bölerek Erdoğan’ın önünü açması sonrası kendine AKP hükûmetinde bakanlık koltuğu buldu. İlginçtir o seçimde Doğru Yol Partisi adayı İlhan Kesici’nin ise daha sonra CHP’den vekil olmasının yolu açılmıştı.
73 belediyeciliğinin ardılı 89 belediyeciliğinin 1994’te tasfiye edilmesi bugün başımızdaki iktidarın ilk başarısıdır ve altında solun da imzası vardır. Tıpkı 94 seçimlerinde Ankara’da solu bölen Ali Dinçer, 1999’da Karayalçın’ın oylarını bölen Doğan Taşdelen gibi. Bu bölmeler sayesinde Gökçek 24 yıllık iktidarını sürdürmüştür.
Çifte Krize Derman Bir Belediyecilik
Şimdi karşımızda iki kriz var. Biri ekonomik kriz, diğeri iklim krizi. AKP iktidarda olduğu 2002-2018 arası 606 milyar dolar fosil yakıt ithalatı ile hem ülkenin cari açığını uçurdu hem de iklim değişikliğini hızlandırdı. Böylece 1990-2017 arası atmosfere saldığımı seragazları miktarını %140 arttırırken ülke en sıcak, aşırı iklim felaketleri ile dolu yıllarını yaşamaya başladı. Bugün Türkiye kişi başına çeyrek ton buğday üretirken bir ton çimento üretiyor, kentlere ve doğaya kişi başına bir buçuk tın asfalt döküyor. Böylece iklim krizi ve ekonomik kriz birbirini tetikliyor.
Seçimle beraber bir nebze de olsa siyasi bir krizimiz de oldu. Bu üçüncü krizi derinleştiren iktidarın tehditleri olsa da asıl mesele bu krizde rol sahibi olmak değil, senaryoyu yazmak. Kazanılan belediyelerle iktidarın istediği asfalt-beton belediyeciliği mi yapılacak yoksa doğa ve toplumdan yana bir belediyecilik mi yapılacak?
2019 yılı ekonomik kriz, iklim krizi ve 31 Mart seçimlerinin derinleştirdiği siyasi kriz ile geldi. Yeni başkanlar için 1973 ya da 1989’de seçilen başkanların yolundan yürümekte, ya da o belediyeciliği tasfiye eden 1977 ya da 1994 belediyeciliği yolundan yürümek de bir politik tercih.
73 belediyeciliği her türlü engellemelere rağmen 77 seçimlerinde solun %48 oy almasında, solun sahip olduğu 551 belediyeyi 711 belediyeye çıkartmasında büyük rol oynadı. Bu tarihi bir başarıydı. Ülkede artan sınıf hareketinden hem etkilendi hem etkiledi. Bugün ise o dönemin devrimci problem çözme, halkın sorunlarını halktan yana çözme ve de namuslu politika için bir başka şansa sahibiz. O şans ancak 73 belediyeciliğini anlamak ile mümkün.
Dipnotlar
(1) 31 Mart seçimlerini de içeren detaylı analiz için bakınız: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2019/04/05/topal-ordek-ve-son-baskan/
(2) Arslan A. İnsan Bilimleri Dergisi, 2007, “1963’ten Günümüze, Yerel Seçim Sonuçları Temelinde Türkiye’nin Siyasi Yapısı”, erişim için: https://arastirmax.com/en/system/files/dergiler/161047/makaleler/4/1/arastrmx_161047_4_pp_1-32.pdf
(3) İsvan A., Eylül 2011, İş Bankası Yayınları, Başkentin Gölgesinde İstanbul, sf. xxv
(4) Dalokay V., Yelkenimizden Rüzgarı Çaldırlar! Yılmadık, sf.54
0 comments on “73 BELEDİYECİLİĞİ BUGÜN NE ANLAMA GELİYOR?”