Günümüzde pek çok insan iş bulma, daha iyi eğitim görebilme, sağlık hizmetlerinden yararlanabilme, daha iyi koşullar altında yaşayabilme vaadiyle modern, kentli hayata özenmektedir. Kentteki yaşam koşullarını düşününce insanların, bu vaatlerin aksine, kendi yaptıkları gecekondularda yaşamak zorunda kaldıklarını görüyoruz. Günümüzde bir milyondan fazla insan dünyanın çeşitli yerlerinde gecekondularda yaşamaktadır. Yeşil alanların hızla yok edildiği, ulaşım imkanları ve alt yapının düzgün olmadığı, hizmetten uzak yerlerdir gecekondular. Kente göç amaçlarının aksine; gecekondu bölgelerinde yaşayan insanlar oturma güvencesinden yoksun, standartların altında yaşayan, sağlık hizmetlerinden, iş imkanlarından, eğitimden yararlanamayanlardır.
Kent; tarımsal olmayan büyük yerleşim birimidir. Suç da; yanlış ya da zararlı olduğu için yasaklanan ve bazı durumlarda cezalandırılan davranıştır. Hukuki anlamda suç, bir toplumdaki hukuki kurumlar tarafından ceza; veya güvenlik tedbiri yaptırımına bağlanmış fiildir. Kente karşı suç ise Mithat Arman Karasu’nun tanımlamasıyla; kentlilere gereken saygının gösterilmediği, hukukun ve plan kavramının hiçe sayıldığı toplumların ürünüdür. Kente karşı suç; temsil değerlere, kentli haklarına bir saldırıdır. Kentsel yaşam kalitesinde meydana gelebilecek bir düşüş; ya da kentli haklarının engellenmesidir.
Az gelişmiş ülkelerin yerleşim yerlerinin dörtte üçü gecekondudan oluşur. Bu tablonun çoğu zaman görmediğimiz; hatta görmek istemediğimiz parçasıdır. Suçlu görmek istediğimiz, eşit eğitim koşullarında okuyamayan, sağlık hizmetlerini düzenli alamayan, yok sayılan, ötekileştirilen, ait oldukları dünyadan koparılan milyonlarca insan var. Mike Davis’in Gecekondu Gezegeni kitabı da aslında yıllardır kente karşı işlenen suçun bir parçası olan, kentsel büyüme ile günümüzde, üçüncü dünya ülkelerinin, bir milyar insanın yaşadığı gecekondu mahallelerinin dününü ve bugününü anlatıyor. Yazar gecekonduları, gecekonduda yaşayan insanları, yaşam koşullarını, yaşamak zorunda oldukları olayları, çıkar sahiplerini, çevre tahribatını veriler ve analizlerle ortaya koyuyor.
Yoksulluk; neoliberalizmin de etkisiyle ucu bucağı görülmeyen boyutlara ulaşırken, her geçen gün yoksulların hayatta kalma mücadeleleri artarken kitap, karşılaştırmalı bir şekilde geniş bir haritayı önümüze koyuyor. Davis, Üçüncü Dünya’da aşırı kentleşmenin; iş arzı, yaşam standartlarının artması değil; yoksulluğun yeniden üretimi ve bunun neoliberal bir dünya düzeninin geleceği yönlendirmek için başvurduğu beklenmedik yollarından biri olduğunu söyler.
Elbette kentleşme, Üçüncü dünya ülkelerinde yalnızca ekonomik boyutta değildir. Ekonomik boyutun yanı sıra siyasi boyutu da vardır. Yazar 1950’ler ve 60’larda iç savaş ve isyanları bastırmak için düzenlenen harekatların, enformel kentleşmenin oluşumunda kuraklık ve betondan daha etkili olduğunu söyler. Hindistan yarım adasında yaşanan bölünme ve bunun etnik-dinsel artçı şokları pek çok insanı gecekondu mekanlarında yaşamaya sürüklemişken, Amerika’nın teröre karşı gerçekleştirdiği bombardımanlar köyden kente kitlesel bir göçe sebep olmuştur. Aynı şekilde 70’lerin başlarında yüz binlerce topraksız işçi Tahran’a göç etmiş inşaatlarda iş aramış; ancak 1976’da kitlesel işsizlikle karşı karşıya kalmıştır. Yazar, işsizliğin getirdiği hayal kırıklığı ve öfkenin kısa süre sonra İslam devriminin hammaddesi olduğunu, İslam devriminin gecekondu mahallelerinde büyümesi için benzersiz bir alan olduğunu belirtir. Davis, 1980’lerin sonunda, dünya tarihinin en önemli gecekondu isyanlarıyla siyahilerin yaşadığı kasabalarda baş gösteren “yurttaşlık” hareketini bağdaştırır. Türkiye’de ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında kentlere göçü, Marshall yardımı, tarımın modernleştirilmesi ve ithal-ikameci imalatın körüklediğini söyleyerek, Anadolulu göçmenlerin Ankara ve İstanbul’daki yetkililerle pazarlık yapıp şehrin dış bölgelerine gecekondu yapmak durumunda kaldığını, bu durumun da 1955-65 yılları arasında gecekondu nüfusunun toplam kent nüfusuna oranında %5’ten %23’e çıkarttığını belirtir. Kitap aynı zamanda Türkiye’deki bu durumun gecekonduların ilk dönemlerinde, kendilerini halkın temel konut tarzı haline getirmiş olan siyasi sistemle suç ortaklığı yapmış ve onu suça teşvik etmiş olduğunu belirtmiştir. Politikacıların halkın desteğini almak adına böyle bir keyfi tahsis yoluna gittiğini söyler ve toprağın böyle enformel biçimde mülk edinilmesi, bu tür himayecilik ilişkilerinin sürmesi için de ön koşuldur; der. Davis, gecekonduların üçüncü dünya ülkelerindeki şehirciliğin sihirli sırrı (çok yoksul kesime sunulan planlanmamış koca bir bağış) olduğunu dile getirmektedir. Gecekonducular, arazide yer kapabilmek için genellikle politikacılara, çetecilere veya polislere hatırı sayılır miktarda rüşvet vermek zorunda kalırlar. Bu enformel “kira bedelleri”ni para ve/veya oy karşılığında yıllar boyunca vermek zorundadırlar. Ancak en büyük sorun, hükümetlerinin terk etmesi, verilen sözler, çalınan hayallerdir. Hakim olan düşünce iktidarın bu kentlerde kentsel dönüşüm adı altında gecekondu yıkımlarıyla, suç mekanlarını yok edeceği, siyasal sorunları ortadan kaldıracağı ve görüntü kirliliğine son vereceğidir. Ancak gerçek; yok etmek kentsel dönüşüm adı altında insanları dönüştürme çalışmasına meşruluk kazandırmaktır.
Gecekondu Gezegeni, birbirinden uzak; ancak ekonomik nedenlerden ötürü aynı kaderi paylaşan kentleri mercek altına alıyor. Aslında sorunun en büyüğü; doğdukları yerden hızla uzaklaşmak zorunda kalan insanlar ile orantısız büyümeyle beton yığınına dönen kentlerdir. Ultra lüks havaalanları, yollar, limanlar yapılırken; aslında bir yandan insanların evleri yıkılmaktadır. İnsanlar, yaşamlarını sürdürebilmek için avcılık, tarım gibi evlerine yakın işlerde çalışamazlar, köylüler köylerinden uzak kalır, civar ormanlar apartman yapımları için tahrip edilir, kentlerde yaşayanlar giderek daha fazla yoksulluğa itilir, yaşadıkları çevre kirlenir, insanlar ucuz ve güvensiz işlerde çalışmak zorunda bırakılırlar. Davis, yaşayanlar kötü altyapı şartlarına sahip, düşük standartlı konutlardan “teneke mahalleler” üretir; der.
Kitap, nüfus ve GSYİH arasındaki orantısızlığa da yer vermektedir. Bunun sonucu da aile hayatlarının mahvolması, ruhsal dünyalarının ve geçimlerinin alt üst olmasıdır. Yaşanan bir ortak sorunsa; her zaman olduğu gibi bu adaletsizliği en fazla kadınlar ve çocukların hissetmesidir. Araştırma, alınan hizmet, sağlık, eğitim konusunda ise en büyük farkın, kent ve köy arasında olmadığını; aynı kentte yaşayan kentli orta sınıf ile kentli yoksul sınıf arasında oluştuğunu ortaya koymakta; bu noktada özellikle çocuk ölüm oranındaki artışı karşılaştırmaktadır.
Kitabın özellikle vurguladığı noktalardan biri de; yaratılan bu devasa sorunun çözülmesinde getirilen önlemlerin yoksulların sorunlarını gidermekten ziyade orta sınıfı güçlendirmekte olduğudur. Şehrin mezbele sınırlarında yaşayanların, genellikle kentin geleneksel kültürü ile ilişkisi olmayan yasadışı çalışan sınıfı, teoride görünmeyen emsalsiz bir kalkınmayı temsil etmektedir. Her yıl yüz binlerce yoksul yaşadıkları mahallelerden zorla tahliye edilirken, boşalttıkları yerlere ise orta sınıf yerleşmektedir. Kentsel dönüşüm adı altında insanlar dönüştürülmekte ve buna seyirci kalınmaktadır. Bu da kentte yaşayanlar arasında ciddi bir uyum sorununu getirmektedir.
Yazar geleceğin kentlerini çizerken; ilk kuşaktan şehir planlamacılarının tasavvur ettiği gibi cam ve çelikten değil; büyük oranda kaba tuğla, saman, geri dönüştürülmüş plastik, briket ve hurda tahtalardan yararlanmaktadır. Davis, 21.yüzyılın kent dünyası, gökyüzüne uzanan ışıklı kentler yerine büyük oranda çerçöp, dışkı ve pislik içine gömülmüş kentlerden oluşmaktadır; der.
Davis, kitabında dünyanın en büyük otuz mega gecekondu mahallesi arasında Ankara-Altındağ’ı da vermektedir. Kitapta yer alan tablolarda sıklıkla İstanbul’u da görmekteyiz. Davis, İkinci Dünya Savaşı sonrasında; Türkiye’de artan kentlere göçün nedenleri; göçenlerin Ankara ve İstanbul’da hangi şartlar altında gecekondu yapmak zorunda kaldığını da anlatıyor. Kitap, aslında yıllardır aynı havayı soluduğumuz halde yok saydığımız insanların sosyal, politik, ekonomik ve psikolojik sorunlarını bize gösteriyor. Davis, gecekonduluların, ister kurban, ister kahraman olsunlar; aslında Üçüncü Dünya ülkelerinin en önemli insan simgesi olduğunu söylüyor.
Gecekondu Gezegeni’yle, kent tanımını, suç kavramını ve kente karşı suçun boyutlarını bir kez daha düşünürken; çılgın bir büyüme isteğiyle yaşanamaz alanlar yaratıldığını, insanlığa karşı işlenen suçun boyutunu ve yaşayanlara saygı duyulmadan, yaşam kalitesini yükseltme bahanesiyle unutulan ve hakları elinden alınan insanların haritasını göreceksiniz.
Kitabı elinizden bıraktığınız zaman, şu soruyu kendinize soracaksınız: Yaşadığımız düzende, suç kaleleri olarak görülen yerlerde yoksullukla başa çıkmaya çalışan, yasadışı işlerde çalışmak zorunda bırakılan gecekondu insanları ile sağlık koşullarının yetersizliği nedeniyle bebek ölümlerinin en fazla olduğu, görmezden geldiğimiz veya felaket gibi baktığımız; kimi zaman sadece görüntü kirliliği denilen gecekondular mı suçlu; yoksa tüm bu insanları yaşam alanlarından sürgün eden, kentsel dönüşüm çılgınlığı ile yaşamları bambaşka bir noktaya savuran düzen mi?
0 comments on “MIKE DAVIS: GECEKONDU GEZEGENİ”