Yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, partiler arası rekabetin, iletişim araçlarının –özellikle televizyonun- belirlediği düzlemlere kaymasıyla klasik propaganda çalışmalarının biçim ve içeriğinde farklılıklar meydana gelmiştir. Bu farklılıklar yeni propaganda sürecinin televizyon ve televizyon üzerinde gerçekleşen siyasal reklam çalışmalarıyla açıklanabilmektedir. Reklam endüstrisinin siyasal alana kayması, adayların ve partilerin bu yeni düzlemde rekabet edebilmesi için yüksek bütçeli kampanya sürecinin oluşumunu da beraberinde getirmiştir.
Siyasal Reklamlar ve Yüksek Bütçeli Kampanyalar
Amerika’da 1952 yılında General Eisenhower için yapılan Başkanlık seçimi kampanyasıyla başlayan Amerikanvarileşen siyasal kampanyalar dönemi, yüksek finansmanlı kampanya sürecinin başlangıcı kabul edilmektedir. Türkiye’de ise bu dönem 1983 yılında 24 Ocak Kararları doğrultusunda, siyasal reklamcılık uygulamasına izin veren maddeyle hayata geçmiştir. ANAP, Man Ajans ile anlaşarak siyasal reklam uygulamalarına başlamış ve Türkiye’de ilk kez bir siyasi parti, bir reklam ajansına o döneme kadar ödenmeyen yüksek ücretler ödeyerek seçim kampanyasını yürütmüştür. Siyasal pazarlama meselesi işte tam bu noktada devreye girmektedir. Pazarlama alanının siyasal alanın sınırlarına girmesi, siyasal partilerin giderlerinin artmasına ve pahalı kampanya süreçlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu süreç, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de aynı seyirde gerçekleşmiştir. Medyanın siyasal kampanyalarda etkin rol oynaması ve siyasal reklamların önem kazanmasıyla çeşitli reklam ajanslarıyla çalışma zorunluluğunun doğması, siyasal partiler açısından kampanya süreçlerindeki harcamaların artmasına, böylece ödenek bulmanın elzem olduğu yeni bir döneme sebep olmuştur.
Devlet Yardımları
Ülkemizde bir partinin finansmanı; devlet yardımları (kamu finansmanı), bağışlar ve üyelik aidatlarıyla yürütülmektedir. Kimi partiler, yüksek oy oranı aldığında parti üyelerinden aldıkları aidatlara son verirken, kimileri bu üyelik aidatını sürekli devam ettirmektedir. Öte yandan, Türkiye’de %7 oy oranına erişen siyasi partilere devlet yardımı yapılmaktadır. 2014 torba yasayla bu oran %3’e düşürülmüştür. Bu yardım, mevcut yıldaki genel bütçenin gelirlerini içeren B cetvelinin beş binde ikisi kadardır. Türkiye’de siyasal partilere yapılan devlet yardımları konusundaki adaletsizlik yalnızca %3 oy oranı ve ya %10’luk seçim barajını geçme zorunluluğundan kaynaklanmamaktadır. Bu eşitsizliğin bir diğer sebebi, demokrasinin gereği olan çoğulculuk ilkesinin, iktidar partisi öncelikli olmak üzere ana muhalefet partilerinin devam ettirdiği güce göre şekillendirilmesidir. Bir siyasal partinin oy oranı arttıkça, partiye yapılan devlet yardımının miktarı da artmaktadır. Böylece iktidar partisi dışındaki partilerde, oy oranı düştükçe maddi yardım da düşmektedir.
Seçim Harcamalarında Sınırlamalar
Seçim kampanyalarında yüksek bütçelerin kullanılmasıyla birlikte partilerin maddi imkânlara erişim sağlama sorunu ortaya çıkmıştır. Bu, yolsuzluk ve siyasal eşitsizlik konularını da beraberinde getirmiştir. Yüksek bütçeli kampanya sürecini yürütemeyecek adaylar ve-/ ya da partiler, maddi imkânı olanlara göre dezavantajlı konuma düşmüştür. Böylece siyasal katılım oranında da azalma meydana gelmiştir.
Tüm bu problemleri ortadan kaldırmak için, Amerika başta olmak üzere çeşitli ülkelerde kampanya çalışmalarındaki bütçelere sınırlamalar getirilmiştir. ABD’de 1974 yılında Federal Seçim Kampanyası Yasası (FECA) ile siyasal kampanyalar sürecindeki mali harcamaların düzenli olarak bildirilmesini öngören bir yasa çıkartılmıştır. Bu yasaya göre gelir seviyesi yüksek olan adayların kampanya harcamaları kısıtlandırılarak diğer adaylarla aralarında finansman eşitliği sağlanmıştır. Ayrıca adaylara yapılan bireysel bağışlarda da sınırlamalar söz konusudur. Öte yandan 2002 yılında ABD, İki Partili Kampanya Reformu Yasası (BCRA) ile sendikalar, özel şirketler ve bireylerin adaylara sınırsız bağış yapmasını kısıtlamıştır. Böylece ABD’de yapılan düzenlemelerle, seçim kampanyaları dönemindeki finansman problemi şeffaflaşarak adaylar arasında siyasal eşitliğin sağlanması için bir çaba sarf edilmiştir.
Türkiye’de ise siyasi partilerin finansman sistemi, böyle bir sınırlamadan yoksundur. Çünkü anayasada siyasi partilerin ve-/ya da adayların seçim harcamalarının sınırlandırılmasına yönelik herhangi bir madde yer almamaktadır. Aslında sınırlamadan ziyade, şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesi bundan daha önemli bir konudur. Partilerin ne kadar harcadığı değil, harcadığı bütçenin miktarına nasıl ve nereden ulaştığının kamuyla paylaşılması gerekmektedir.
ABD’de “opensecrets.org” isimli bir sitede, Center for Responsive Politics adı verilen bağımsız bir sivil toplum kuruluşu, seçimlerde ve siyasal sistemin sürdürülmesinde paranın ve lobicilik faaliyetlerinin etkisini ölçmektedir. Başkanlık seçimleri sırasında adayların topladıkları bağış miktarını an be an takip etmektedir.
Harcamaların Şeffaflaştırılması
Yaşadığımız yüzyılda, seçim kampanyalarındaki harcamaların sınırlandırılması değil, partilere ve-/ya da adaylara yönelik finansman faaliyetlerinin kamuya açılması daha doğrudur. Siyasi faaliyetler üzerinde harcanan paraların ifşa olmaması politik sistemin şeffaflığını ve yurttaşın siyasal katılımdaki aktif rolünü engellemektedir. Türkiye’de finansman konusundaki şeffaflık sistemi oldukça çetrefillidir. Çünkü siyasal faaliyetlere katılarak aday olma ve siyasal fonlar arasında güçlü bir ilişki vardır.
Düşük ve orta gelirli sıradan vatandaşların ve dezavantajlı grupların, siyasal alana katılım açısından kısıtlı imkânları bulunmaktadır. Bunun sebebi, söz konusu yurttaşların sivil toplum kuruluşlarından ve özel şirketlerden alınan bağışlardan yoksun olmaları, bununla bağlantılı olarak devlet yardımını da alamamaları ve-/ya da çok düşük devlet yardımlarıyla siyasal hayata tutunmaya çalışmalarıdır. Varlıklı ve çevresi olan üst düzey insanların erişebildiği Türk siyasal sistemi, sıradan yurttaşı göz ardı etmektedir. Yüksek gelirli çevreler ile iktidar arasındaki yakın ilişkiler iktidar partilerinin gücünü arttırırken, siyasete atılmak isteyen normal vatandaşların erişimini engellemektedir. Dezavantajlı grupların ve bireylerin ulaşamadığı siyasal düzen, Türkiye’de herhangi bir yasayla engellenmemektedir. Yüksek bütçelerle kampanyalarını sürdüren partilerin kaynakları da açıklanmadıkça bu adaletsizlik son bulmayacaktır.
Türkiye’de Siyasal Finansman Döngüsü
1983 yılı itibariyle ülkemizde başlayan Amerikanvarileşen seçim kampanyaları dönemi, Türkiye siyasal yaşamında “reklam ajansı- siyasal parti” birlikteliğindeki bol maliyetli kampanyalar döneminin başlangıcıdır. 1983 yılı genel seçimlerinde, en basit tabirle “parası olanın güçlü kampanya çalışmaları yürüttüğü, bütçesi olmayanın ise kendi içerisinde bir kampanya hazırlamaya çalıştığı” yeni bir dönem başlamıştır. ANAP, genel başkanı Turgut Özal’ın devlette ve özel sektörde aktif olarak yer alması ve ekonomiye hâkim olmasıyla, hem Özal’ın kişisel maddi birikiminden hem de ANAP’ı destekleyen iş çevrelerden güçlü finansmanlar sağlamıştır. Necdet Calp’in başında bulunduğu Halkçı parti ise bütçe yetersizliğinden herhangi bir ajansla anlaşamamış, medyada aktif olarak yer alamamıştır. Bu durum güncel seçim kampanyalarımızdaki durumu açıklayan küçük bir örnektir. Özelleştirmelerin öne çıktığı ve siyasal reklamlarla yüksek bütçeli kampanya çalışmalarının yer aldığı Amerikanvarileşen seçim kampanyaları dönemi, gelir seviyesi yüksek olan grupların siyasette daha aktif olduğunun ilk örnekleridir.
1991 yılına kadar partilerin kendi malvarlıklarından elde ettikleri gelirlerle, üyelik aidatlarıyla, parti içerisindeki düşünce gruplarının meydana getirdiği gazete ve dergi satışlarından elde edilen bütçelerle seçim kampanya süreçleri yürütülürken, 1991 yılında farklı bir finansman kaynağı ortaya çıkmıştır. MSP geleneğini sürdüren Refah Partisi’nin seçimlere girmesiyle, partilerin kampanya finansman boyutlarında değişim meydana gelmiştir. 1983 yılından itibaren elde edilen gelirlere, 1991 yılında cemaat ve örgüt destekleri eklenmiştir. RP, hazine yardımlarının yanı sıra bağışlarla bütçesini genişleten bir parti olmuştur. RP’nin kapatılma nedenlerindeki deliller arasında gösterilen “Devrim Yasaları’na aykırı olarak bazı tarikat şeyhlerine Başbakanlık konutunda verilen yemek” maddesi, partinin aldığı finansman yardımlarına ve bu finansmanlarla ilişkilerin koparılmadığına ilişkin ipuçları içermektedir. 2000’li yıllardan itibaren cemaat yardımları geleneği devam etmiş, kişi ve kuruluşlardan alınan finansman yardımları artmıştır. Ayrıca partilere gelen mevduat ve kira gelirlerinden bütçe kaynakları elde edilmiştir. En önemli finansman kaynağı olarak kabul edilebilecek olan “çıkar grupları” önem kazanmıştır. Özel kişiler tarafından çeşitli partilere yapılan maddi yardımlar, yardımı yapan grubun isteklerinin ön planda olması ve partinin finansmanı olan bu grupların partinin düşünce politikasını belirlenmesinde önemli rol üstlenmesine sebep olmuştur. Bu yüzden destek alınan kuruluşların kendi çıkarları doğrultusunda partileri yönlendirdiği bir gerçektir. Öte yandan son yıllarda, büyük medya kuruluşlarının bazı partilere maddi yardım sağladığı ve böylece mecliste kendi çıkarlarıyla ilgili konularda söz hakkı kazanmaya başladığı görülmektedir.
Kısacası siyasi partilerin devlet yardımları, üyelik aidatları, milletvekili aidatları gibi yasal düzenlemeler dışında aldıkları finansman kaynaklarının ülkemizde bir sınırlaması yoktur. Siyasal partilere yapılan bağışlar ve finansman destekleri, özel kuruluşlar, cemaatler, medya tekelleri gibi çeşitli gruplarla sağlanmaktadır. Anayasamızda bu konuda bir sınırlamanın ve şeffaflık ilkesinin olmaması, yapılan finansman yardımlarının partiler üzerinde baskı kurmasına ve kendi çıkarları doğrultusunda partilerin düşüncelerini etkilemesine sebep olmuştur. 2820 sayılı Siyasi Partiler Yasasına göre yapılan sınırlama yalnızca kamu kuruluşlarının ve yabancı ülkelerin siyasi partilere bağış yapmasının yasaklanmasıdır.
Seçim kampanyalarının dünyada önem kazanmasıyla, kampanya süreci boyunca en fazla harcama yapan partinin en yüksek oyu alacağı görüşü ortaya çıkmıştır. Bu da yüksek bütçeye duyulan ihtiyacın artmasına, finansman desteği arayışının hızlanmasına ve seçimlerin ekonomiyle iç içe geçmesine sebep olmaktadır.
0 comments on “SİYASAL KAMPANYALARDAKİ DÖNÜŞÜM”