POLİTİKA

AKP SÖYLEMİNDE KOMPLOCULUK VE ANTİEMPERYALİZM ÖĞELERİ

Türkiye’nin yakın tarihinde dört önemli olayın belirleyici bir konuma sahip olduğu söylenebilir. Bu olaylar sırasıyla Gezi, 17-25 Aralık süreci ve 15 Temmuz darbe girişimi ve 16 Nisan referandumudur. 2013 yılı Mayıs ayı sonu itibariyle Gezi başladı. Hükümet karşıtı bir söylemde kendi pozisyonlarını açığa vuran milyonlarca insan yakın tarihin en büyük toplumsal kalkışmasını yarattı. Bu eylemin Türkiye siyasetinde ve siyasi kültüründe kalıcı sonuçları olmadı. Ama başta İstanbul olmak üzere ülkenin pek çok vilayetinde eylemlere destek veren insanların hayatlarında ciddi değişikliklerin gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Gezi’yi 17-25 Aralık süreci izledi. Hükümetin dört bakanı görevinden istifa etmek zorunda kaldı. İktidara göre gerçekleşen şey yolsuzluk suçlaması adı altında örtülü bir darbe girişimiydi. Muhalefet ise bahsi geçen soruşturmaları yapan savcı ve polislerin cemaat bağına değil de, gazetelere ve televizyonlara düşen kanıtlara odaklandı. 15 Temmuz’da ise ordu içerisindeki cemaatçi cunta darbe yapmaya kalktı. Darbe’nin ardından OHAL süreci başladı. Darbeye karşı demokratik siyasetin ortak mücadele hattı ise çok üzün sürmedi. AKP ile MHP’nin ülkeye başkanlığı getiren bir süreci başlatması 15 Temmuz ve cemaatçi terörle mücadelenin önüne geçen bir 16 Nisan referandum sürecini ön plana çıkardı. Gezi’den 16 Nisan’a kadar geçen sürede içeride muhalefetin ağırlıklı bir kısmı iktidarın otoriterleştiği, demokratik siyasetin alanının daraldığı ve hukukun işlemez hale geldiği üzerine bir dizi eleştiriyi dile getirdi. Ayrıca mevcut iktidarın batılı kamuoyundaki pozitif algısı çok belirgin bir şekilde olumsuz bir kerteye kaydı. Farklı toplumsal dinamikler tarafından organize edilen ve (veya) sahiplenilen bu süreçler karşısında başta Erdoğan olmak üzere AKP ileri gelenlerinin tavrı ise ortaktı. Onlara göre özel olarak AKP iktidarını devirmeye yönelik, genel olarak ise yeni ve güçlü Türkiye’nin önünü kesmeyi amaçlayan büyük komplo Gezi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuzun arkasındaki asli unsurdu. Başkanlık ise bu büyük komplo karşısında devletin bekasını ve ulusun birliğini korumak için atılmış bir adımdı.     

Bu yazıda iktidarın Türkiye’de olup bitenleri emperyalist kuşatma üzerinden açıklayan söylemi tartışmaya açılacaktır. Öncelikle şu söylenebilir: Komplocu bakışta ortaya somut kanıtlar koymadaki eksiklik nedeniyle hemen her zaman bir inandırıcılık sorunu vardır. Entelektüel kapasite yükseldikçe komplo üzerinden toplumsal gerçekliği analiz etmeye dair okuma tarzı tartışmalı hale gelir. Komployla dünyayı yorumlayan insanlar hayal gücünü illiyet bağı yerine ikame etmeye eğilimlidirler. Mesela Gezi olaylarını Almanlar kışkırttı. 3. Köprü ve 3. Havalimanının yapılmasını engellemeye çalışıyorlar. Bu nedenle Türkiye’yi küçük düşürmek ve İstanbul’u karıştırmak istediler dediğinizde aslında özel olarak bir şey demiş olmayız. Ya da benzeri bir şekilde 15 Temmuz darbe girişiminin ardında ABD var, bu işi CIA tezgahladı argümanı da boşta kalıyor. Bu arada gerçekten de Gezi olaylarıyla Almanya, 15 Temmuzla ABD arasında bir bağlantı olabilir. Ancak ne bahsi geçen veya olduğuna inanılan iddiayı ne de aksi yöndeki iddiaları kanıtlamak olanaklı değil. Çünkü ortada güvenilir nitelikte yeterince kanıt yok. Zaten komployu çekici kılan da bu. Bir argümandan diğer argümana geçerken büyük sıçramalar yapan ve kanıt sunma sorumluluğu olmadan devasa genellemelere varan anlamlandırma tarzı komploculuğun nirengi noktasını ifade ediyor.    

Geldiğimiz yer bakımından şöyle bir ara değerlendirme yapılabilir: Mevcut uluslararası ilişkiler düzeni bağlamında komplocu bakışı olası kılacak bir ortam her zaman için söz konusu olabilir. Küresel güçler ve başka ülkeler çeşitli nedenlerle iktidarı belli sınırlar içerisinde tutmak veya tümüyle yıkmak için çaba gösterebilirler. Ancak ilgili çabanın değerlendirilmesi noktasında kamuoyunun daha fazla bilgiyle donatılmış olması gerekir. Dahası tutarlılıkla ilgili kaygı sadece kanıtların ortaya konulması bakımından değil, aynı zamanda komploya karşı ne yapılacağı noktasında da önem arz eder. Şöyle ki, bir an için AKP liderliğinin kendi tezlerinde haklı olduğunu varsayalım. Erdoğan’ın dediği gibi iç ve dış güçler Yeni Türkiye’ye karşı düşmanca bir tutumla hareket etmekte ve sistematik bir yıpratma kampanyası yürütmekteler. Peki, bu olağanüstü durum karşısında devlet ve parti ileri gelenleri ne yapmıştır? Türkiye hala Batılı emperyalist-kapitalist sistemin parçası değil mi? NATO üyeliği devam ettiği, İsrail ve ABD gibi açıkça hedef gösterilen ülkelere bile ambargo konmadığı, ne Gezi ne 17-25 Aralık ne de 15 Temmuz olayında hiçbir Batılı devlete Türkiye’nin iç işlerine karıştıkları gerekçesiyle nota verilmediğine göre ya ortada komplo yok, bu nedenle tepki vermek de yersiz ya da komplocu unsurlara açıkça karşı koyacak güce sahip değil Türkiye. Şüphesiz ki bu iki olasılığın ikisi de son derece sorunlu.

Bir diğer tartışmaya değer husus AKP söylemiyle Kemalizm arasındaki benzerlikte somut bir içeriğe kavuşuyor. Bilindiği üzere Atatürk ilkelerine dayalı Türkiye Cumhuriyetinin sürekli bir şekilde tehlike altında olduğuna, iç ve dış düşmanların rejimi yıkmaya çalıştığına dair iddia Kemalist kamuoyu içerisinde oldukça popülerdi. Meseleleri komployla açıklamak ve Kemalist olmayan herkesi hain, düşman veya terörist ilan etmek Kemalist aklın standart düşünme biçimini yansıtıyordu. Bahsi geçen yorumlama tarzı bugün itibariyle AKP üst yönetimi tarafından devralınmış durumda.

Sonuç olarak şöyle bir değerlendirmede ısrar edebiliriz: Komplocu okuma güçlendikçe ülkedeki reel sosyolojik durumun somut analizi yerine polisiye ve casusluk literatürü ön plana çıkıyor. Ayrıca antiemperyalizm ve komploculuk kolaylıkla özgürlüğe karşı güvenlikçi paradigmayı destekleyip özgürlük taleplerini öteleyebiliyor. AKP rejimine yönelik otoriterlik suçlamasının bir nedeni de ülkede ve dünyada olup bitenleri komplo üzerinden açıklayan yorumlama biçiminin süreç içerisinde ön plana çıkmasıdır.   

0 comments on “AKP SÖYLEMİNDE KOMPLOCULUK VE ANTİEMPERYALİZM ÖĞELERİ

Bir Cevap Yazın