08-KIZLI ERKEKLİ YENİ MUHAFAZAKARLIK KENT YAŞAM

ALİ GÖKMEN: ASLINDA ODTÜ’DE NE OLDU

Yüzüncü yıl mahallesini temsilen bir deklarasyon yayınladınız biz de web sitemizde buna yer verdik. ODTÜ’de gerçekte bizim görmediğimiz neler oluyor?

Son birkaç yıldır ODTÜ’de yaşananlar kamuoyunun gözü önünde oluyor. Türkiye genelinde yaşananları bir cümleyle ifade etmek istersek, yaşam alanları ve özgürlükleri sınırlanan insanlar buna itiraz ediyorlar, karşı çıkıyorlar. ODTÜ son iki yıldır ülkemizin içinde bulunduğu baskıcı ortamı protesto eden öğrencilerimizin eylemlerine sahne oldu. Başbakan ODTÜ yerleşkesinde bulunan TÜBİTAK Uzay Merkezini son yıllarda iki kez ziyaret etti. Bu ziyaretler sırasında bir grup öğrencimiz Başbakan’a eleştirilerini iletmek istediler. Ancak bu polis gücü ile engellendi ve bazı öğrencilerimiz atılan gaz kapsülleri ile yaralandı. Tüm yerleşkede eğitim kullanılan gaz nedeni ile aksadı. Bu olaylardan sonra İlhan Kaya’nın da içinde bulunduğu bazı öğrencilerimiz ve mezunlarımız polisin düzenlediği sahte raporlarla ve tanıklarla tutuklandılar ve bir seneden fazla eğitimden ve işlerinden uzak kaldılar. Halen tutuklu olan ve haklarında soruşturma yürütülen çok sayıda öğrenci bulunmaktadır.

Son olarak Temmuz 2013 tarihinde Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yasal süreçleri tamamlanmasını beklemeden başlattığı otoyol projesi de yine ODTÜ’lülerin benzer bir tepkisiyle ile karşılandı. ODTÜ’nün birinci derece SİT alanı olan ormanı büyükşehir belediyesi ve polis işbirliği ile bir gece yarısı baskını ile binlerce ağaç yok edilerek tahrip edildi. ODTÜ’ye komşu Yüzüncü Yıl İşçi Blokları ve Çiğdem Mahalleleri 8 şeritli otoyol ile bölündü. Erişim kontrollü bu otoyolla mahallelerde yaşayan öğrencilerimizin ve personelimizin ODTÜ’ye yaya ve bisikletle ulaşımı engellenmiş oldu. ODTÜ hazırladığı koruma amaçlı imar planı Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı koruma kurulu tarafından değiştirilerek Ankara’nın en önemli yeşil alanlarından biri rant için saldırıya açık duruma getirildi. Gerekli izinler alınmadan başlanılan yol inşaatını durdurmak için öğrencilerimiz ve mahalle sakinleri çok sayıda protesto gösteri düzenlediler. Ancak bunların hepsi polis şiddeti ile bastırıldı. ODTÜ’lülerin ve mahalle halkının araç öncelikli bir otoyol yerine metronun tamamlanmasının beklenmesi ve daha insani ölçekli bir projeye dönüştürülmesi önerileri gözardı edildi. İdare mahkemesinde açılan çok sayıda dava halen sonuçlanmadı.

Ortadoğu Öğretim Elemanları Derneği  başkanı olarak bu süreçte hem şahsınız hem de eşiniz sosyal medyada sürekli Melih Gökçek’in hedefi oldunuz.  Dernek olarak yapmış olduğunuz çalışmalarda gözlemleyebildiniz mi?  Ankara’da bir kent muhalefeti oluşabildi mi?

Temmuz ayından bu yana Ankara’da yaşananlar, ODTÜ mezunları, öğrencileri, mahalleli, Orman Bakanlığı ve çok sayıda vatandaşın katılımıyla yaratılan bu eşsiz zenginliğin Ankara’nın ulaşım sorununa çözüm getirmeyecek bir otoyol yapımı için belediye tarafından hoyratça yok edilmesi, özellikle ODTÜ ormanının oluşumuna katkı veren ve burada oluşan zengin doğal yaşamın tanığı olanların gönlünde derin yaralar açtı. Yaşanan bu acılar insanların belleklerine hiç silinmemecesine işlendi. ODTÜ olayları tüm ülkeyi kapsayacak toplumsal bir muhalefete dönüşemedi ama mahalle forumları ile kentsel sorunlarımızın ve demokrasinin yaşama geçirilmesine katkı verebilecek bir şekilde gelişiyor. Ankara’nın 16 semtinde mahalle forumları düzenli toplanmaya devam ediyor. Bu toplantılarla mahallelerinin sorunları tartışılıyor, kentsel yönetimde katılımcılığın sağlanması için çözümler üretiliyor ve forum tutanakları paylaşılıyor ve birleştirilmiş toplantılar düzenleniyor. Bu forumlarda mahallelerin yerel sorunları, örneğin yoksul halkın barınma hakkını rant yaratmak için tehdit eden kentsel dönüşüm projeleri, mahalle halkının istemediği projeleri dayatan anlayışa karşı çıkışın yanı sıra, geleceğin Ankara’sının planlaması gibi konularda yaklaşan yerel seçimlerde yerel yönetimlere ışık tutacak çalışmalar da yapılıyor. Ben tüm bunları ülkemiz adına çok yararlı buluyorum.

Gezi olayları da esasında tüm Türkiye’yi etkileyecek kitlesel bir eylem olarak planlanmamıştı, sadece bir parkın talan edilip yerine bir başka yapı yapılmasıydı. Yaşam alanına müdahaleye karşı çıkan insanlara yapılan zulümden sonra tüm Türkiye ayağa kalktı. 81 ilin 80’inde protestolar yapılmışken sizce neden ODTÜ olayları tüm Türkiye’ye yayılamadı?

Toplumsal olayların gelişimini önceden tahmin etmek mümkün değil, hatta dünyanın hiçbir yerinde de mümkün olmuyor. Toplumsal olayların çok bileşeni var. Bunlar birbirleri ile değişik düzeylerde etkileşiyorlar. Hiç kimsenin beklemediği bir olay tüm toplumu içine alacak bir dönüşüme neden olabiliyor. Biliyorsunuz Tunus’ta bir öğrencinin olaylarda yaşamını kaybetmesi tüm kuzey Afrika ülkelerinde iktidarlarının değişimine neden olan süreci başlattı. Benzer toplumsal olaylar Gezi’de de yaşandı. ODTÜ’de daha önce yaşananlar, iktidarın halk üzerinde uyguladığı baskılar ve yaşam şekline müdahalesi, bunların tümü toplumsal belleği oluşturuyor. Yani bu bir birikimle oluyor ama kitlesel harekete dönüşümünü planlamak da pek mümkün değil. Gezi parkının merkezi bir yerde olması, ulaşımın kolay olması oradaki durumu farklı şekillendirdi. Ankara’da bu şekilde olmadı ama bence önemli olan bu süreçte yaşanılanların Türkiye’nin ve Ankaralıların hafızasına kazınması. Eylemler oluyor sonuç çıkmıyor, oluyor sonuç çıkmıyor ama bir yerde bir bakmışsınız kitlesel dönüşüm başlayıvermiş. Önemli olan bu değişimin toplumun geniş katılımı ve uzlaşısı ile sağlanması, genç neslimizin gelecekte çevresi ile uyumlu, sürdürülebilir bir yaşama doğru evrilmesidir.

Melih Gökçek aleni bir şekilde adresinizi Twitter’dan paylaşarak sizi hedef gösterdi. Sadece o mahallede oturuyorlar ve gürültüden korkuyorlar dedi. Ses çıkarmanızın itiraz etmenizin sebebi korkmanız mıdır?

Esasında belediye meclisinde yolla ilgili karar çıkar çıkmaz biz yasal süre içerisinde bu yola itiraz ettik. Eşim İnci Gökmen ve ODTÜ öğretim üyeleriyle beraber elliye yakın imzayla belediyeye bir dilekçe verdik.  Sonrasında Fen İşleri Müdürü arayıp telefonla yolun gerekliliği hakkında açıklama yapmaya çalıştı. Ben de yüz yüze görüşmeyi talep ettim. Bu görüşmede yapılacak yolun boyutları ortaya çıktı. Yayaların ve canlıların hiçe sayıldığı  erişim kontrollü bir yol planlanmış. Günde 40 bin aracın geçeceği bir yolun yapılacağını ilk defa orada duyduk.  Aslında yolun ilk ortaya konulduğu nazım planı 1994 senesinde yapılmış.  Bu yol küçük bir ara bağlantı yolu olarak düşünülmüş. Şimdi haftanın yedi günü, neredeyse 24 saat, toz ve gürültü yaratarak önümüzde 40 metre genişliğinde, 10 metre yüksekliğinde çirkin bir duvar oluşturdular. Mahalleli ve ODTÜ’lü olarak bu duruma yasal platformlarda itiraz ettik, Böylesine büyük bir otoyol yaşamımızı doğrudan etkiliyor. Öncelikle günde 40 bin aracın yaratacağı hava ve ses kirliliği, diğer taraftan yaya olarak ODTÜ’ye ulaşımımız ve mahalleyle bağlantımız da kesilmiş oluyor.  Melih Gökçek bizim belediyeye yaptığımız itirazdan sonra Twitter hesabından bizi halkı kışkırtmakla suçlayan ve tehdit eden açıklamalarda bulundu. Biz de basın savcılığına suç duyurusunda bulunduk. Yasal süreç devam etmektedir. Ayrıca mahalle halkı ve ODTÜ’lülerin katılımı ile yolun hukuksuz yapıldığı iddiası ile davalar açtık. Ancak, ne yazık ki bu süreç çok yavaş ilerliyor. Yol bittikten sonra bir durdurma kararının çıkmış olması ne işe yarayabilir ki? Fiziksel olarak doğa geri dönülmeyecek şekilde tahrip edilmiş oldu. Doğrusu, yasal sürecin tamamlanmasından sonra yol yapımına başlanmasıdir.

Yayınladığınız deklarasyonda petrol kullanımından, karbon dioksit gazının doğayı ve sağlığı tehdit etme durumundan bahsettiniz. İdealinizdeki Ankara’da toplu taşıma tamamen entegre olmuş bisiklet ve yürüme yolları olan kaliteli park ve bahçelerde çocukların zehirli oyuncaklar olmadan oynayabileceği bir resim canlanıyor mu?

Canlanıyor doğal olarak, idealimiz öyle bir ortamda yaşamak. Ulaşım tabii ki kolay olmalı. Modern şehirlerde ulaşım toplu taşıma ile sağlanıyor. Keşke belediye en az 10 yıl önce başladığı metroyu ulaşıma açabilmiş olsa idi, bugün böyle sorunları yaşamıyor olabilirdik. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığının en büyük sebebi, petrolde dışa bağımlılığıdır. Ulaşım için yılda 4 milyon ton civarı petrol kullanıyoruz. Bunun iki buçuk katını, yılda 10 milyon ton karbondioksiti havaya atıyoruz.  Karbondioksit sera gazlarından olup iklim değişikliğine neden olmaktadır. Milyonlarca yılda oluşan ve binlerce ürünün hammaddesi olan petrolü araçlarda yakarak yok etmek ilerde bu ürünlerin de yapılamayacağı anlamına gelir. Bu gelecek nesillere büyük bir haksızlıktır. Bu sorunun başlıca nedeni de kent içinde ulaşımın özel araca göre planlanmasıdır. Çocuklarımızın geleceklerini karartarak onlara en büyük haksızlığı yapıyoruz. Bunlar hükümetlerin çözüm üretmesi gereken sorunlardır. Çocuklarımızın geleceklerini var olan az ormanlık alanları yok edip, oralara büyük otoyollar, yüksek binalar yaparak karartıyoruz. Bu betonlar geleceğe geri çevrimi mümkün olmayan atık olarak kalacak. Onları kaldıracak yerimiz de yok. Halbuki bizim doğal maddeyle yapılan ömrünü doldurunca geri dönüştürebileceğimiz malzemelere ve teknolojilere ihtiyacımız var. 

Avrupa’nın pek çok şehrinde arabaya hiç ihtiyaç duymazsınız, şehrin her yerine toplu taşıma araçlarıyla, bisikletle kolaylıkla ulaşırsınız. Zaten şehir demek ihtiyaçları karşılanmış, sorunları çözülmüş birliktelikler demektir. Yani ben komşumla, mahallemde yaşayanlarla insani ölçekte ilişki kurmak istiyorum. Arama bir perde duvar oluşturulmasını istemiyorum.  Beton duvarı özgürlüğün önüne çekilmiş bir Berlin duvarı gibi algılıyorum Duvarlar yıkılır. Çünkü onlar özgürlüklerin önüne koyulan sınırlardır. Geçtiğimiz yıl Atatürk Orman Çiftliğinden de büyük bir otoyol geçirildi. İstanbul’da kuzey ormanları da hızla yok ediliyor.

ODTÜ’de yaşayan tüm canlılar bu kategoriye ağaçları da dahil edelim, kepçelerle yol kaldırılırken ölen kaplumbağayı da dahil edelim. ODTÜ’lü olmak kamuoyunda anarşist olmakla eşdeğer tutuluyor. Deklarasyonunuzda Armada’nın karşısındaki Demir Kafes örneğini vermiş, yıkımı yapımından uzun ve masraflı oldu demiştiniz. Yol konusunda geri adım atıldığını varsayarsak , geri döndürülemez bir tahribata ODTÜ o zaman ne der?

Geri döndürülemez değil, bakın ben geri döndürülmüş felaketleri size anlatayım; Kanada’da çok sayıda HES (hidro elektrik santral) vardır.  Doğası uygundur Kanada’nın elektrik enerjisinin büyük kısmını HES’lerden üretirler.  Zaman içerisinde bu HES’lerin doğanın en büyük katilleri olduğu görüldü. Çünkü suyun doğal akışı önüne çekilen duvar ile kesiliyor ve eko-sistem bundan büyük zarar görüyor. Şimdi Kanada’da o barajların bir kısmı yıkılıyor. Avrupa ve Asya’da özellikle şehir içinde yapılan otoyollardan vazgeçilip yıkılanlar var. Güney Kore’de yöneticiler yükseltilmiş otoyolları gelişmişliğin ölçütü olarak görmüşler ve şehrin içinde binaların arasına şimdi bizde olduğu gibi yollar yapmışlar. Şimdi halk bu çirkin yapıları istemediği için yönetimler bunları söküyor. Bizde de insanlarımızın doğal yaşama olan farkındalığı arttıkça, bu “aykırı yapılar” da ortadan kaldırılacaktır.

Ama bunun maliyeti ne olacak? Bence bunun maliyetinin kararları hukuksuz olarak alan şahıslara ödetilmesidir. Belediye meclisinde o karara imza atanların Belediye başkanı ile birlikte bedelini ödemeleri lazım; çünkü normal süreçte bir otoyol yaparken ÇED (Çevre Etki Değerlendirme) raporu hazırlanması kuralı vardır. Orada yaşayan insanlara yasa gereği sorulması gerekiyor. Ama bunlar ne yapıyorlar? Yasayı değiştiriyorlar. Benim yasal hakkımı kim koruyacak? Yasa esasında güçsüz olanın hakkını korumak için gerekli değil midir? Bunları ortadan kaldırırsanız işte o zaman adaletin yok olduğunu görürsünüz.

2012 senesinde tutuklanan ve aylarca serbest kalmak için duruşmalarının görülmesini bekleyen ODTÜ Öğrencileri Barış Önal ve İlhan Kaya, kamuoyunu duruşmalarını izlemeye davet ederken yayınladıkları mektupta, “polis kirli postallarıyla ODTÜ’yü kirletmesin” dediler. Polis- ODTÜ ilişkisini nasıl yorumluyorsunuz?
ODTÜ ’de yaşananların sembolü İlhan ve Barış oldu. Her ikisi de bu olaylardan sonra tutuklandılar ve uzun süre F-tipi cezaevinde kaldılar. İlhan 15 ay Barış ise 10 ay. Ben mahkemelerini takip ettim. Bu davada tutuklu yargılanan 23 sanık polis tarafından bir terör örgütünün üyesi ve bölge temsilcisi olmak, protesto yürüyüşlerine katılmak, cem evine gitmek, Ankara’da bulunan bir derneğin toplantılarına katılmak, bir meslek odasının yayınladığı derginin editörü olmakla suçlandılar. Aslında savcının fezlekesini polis vermiş. İlhan’ın üçüncü duruşmasına tanıkları getirdiler. O kadar üzüldüm ki o tanıkları duyunca yaşadığım acıyı hayatım boyunca unutamayacağım.

Tanıklardan biri Yozgat’ın bir köyünden. Çocuğu üniversiteye girmiş, bir süre sonra tutuklanmış, bırakılmış, sonra da kaybolmuş. Hakim sanıkların isimlerini tek tek okuyarak “bunlardan hangisini tanıyorsun?” diye sorduğunda, tanık,  “bunlardan hiç birini tanımıyorum, ben çocuğumu arıyorum” diye yanıtlamıştı. Hakimle olan diyalogdan adamın çocuğunun kaybolduğunu ve onu bulmak için Ankara ve İstanbul’daki oğlunun arkadaşları vasıtası ile araştırdığını öğrenmiştik. Daha sonra babayı Ankara Emniyetine çağırıyorlar ve burada İlhan Kaya ve arkadaşlarının yargılandığı davanın suç tutanaklarını imzalatıyorlar. Mahkemede o davaya tanık olarak yapılan adaletsizlikleri gördüm. Barış Önal ilk duruşmada, İlhan Kaya üçüncü duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Bu davada gördüm ki Türkiye’de binlerce öğrenci protestolara katıldıkları için polis tarafından terör örgütü üyesi olarak suçlanmakta ve çıkarıldıkları mahkemeler tarafından tutuklanarak, uzun süre cezaevlerinde tutulmakta ve eğitim haklarından mahkum edilmekteler.

Ben polisin içine düşmüş olduğu durum için de çok üzgünüm. ODTÜ A4 kapısının çıkışında iki restoran vardı. Yol güzergahında olan bu restoranlardan birinin sahibi bahçesini meyve ağaçları ile yemyeşil yapmıştı. O ağaçları yol için kesmeye geldiler, biz de dışarıdayız itiraz ediyoruz kestirmemek için. O ağaçların önünde CHP’li milletvekilleri Aylin Nazlıaka, Hüseyin Aygün ve İlhan Cihaner ile duruyoruz.  Belediye iş makinaları ile ağaçları kesip yok edecekler. Orada çevik kuvvet polisleri de var, birinin yanına gittim, yirmili yaşlarında bu genç polisle diyaloğumuz oldu; “burada bu ağaçları kesiyorlar biz ne için buradayız biliyor musun? Bu ağaçların altında yemek yiyoruz, bak üzerlerinde meyveleri var, onların kesilmesini istemiyoruz. Senin köyün var mı? Orada hiç ağaç diktin mi?” diye sordum. Genç polis  “biz her şeyin farkındayız, hiç içimize de sinmiyor bu durum” dedi.

Yani onlarla yakın diyalog kurduğunuzda görüyorsunuz ki onlar da insan. Onların da köyü var, ağaç dikmişler, ama emre uymak zorunda kaldıklarını söylüyorlar. Polis yaptıklarını görevi gereği zorlamayla yapıyor, bu şartlar değiştiğinde polise hiç gerek kalmayacak.

Esas olan toplumun bir ihtiyacını karşılamaksa bu insani şekilde de yapılabilir. Bunu orada yaşayan insanlara danışarak, uzlaşma ile de yapmak mümkün. Ama “yok hayır, ben sizi dinlemiyorum bunu zorla yapacağım” diyen bir yönetim anlayışı var, polis de buna araç ediliyor. Burada temel sorun ülke olarak birbirimizi anlamanın, dinlemenin, görmenin yollarını bulamamış olmamız.

Maalesef ülkemiz şiddete başvurularak, çok kötü yönetiliyor. Bunların hiç birine ihtiyaç yok esasında, biz barış dilini kullanıyor olsak, karşımızdakinin ihtiyacını görsek ben senin için ne yapabilirim diyebilsek şiddet kalkacak ortadan.

Evlerin değerinin artmasını avuntu olarak gören bir belediye başkanı, ucuz ve kaliteli barınma hakkını savunmayı algılayabilecek düzeyde midir?

Türkiye’de kentsel dönüşüm projeleri, olan yapıyı yok et, yerine yüksek katlı apartmanlar yap. 100. Yıl İşçi Blokları mahallesinin makul yükseklikteki binaları yok edilip yerine beton yığınları konulmak isteniyor. Ben 40. katta yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünemiyorum bile. Ayağım toprağa basmadan, kendimi güvende hissedemem. Bana korkutucu geliyor.
 
Acaba var olan yapı stokumuzu iyileştiremez miyiz? Mahalle sakinlerini, komşularımızı kentsel dönüşüm sürecinde şehrin dışına istemleri dışında sürülmelerini haklı bulmuyorum. Yani İşçi Bloklarında yaşayan insanlar işçiler, vakti zamanında emekleri ile üretmişler, emekli olmuşlar. Mahallemizde komşularımızın bir kısmı emekli insanlar, arabaları yok ulaşımlarını toplu taşıma araçları ile yapıyorlar.

Bize şimdi büyük bir şehirde yaşamanın bedeli budur, beğenmiyorsan başka yere göç et deniliyor. Biz buraya yüksek apartmanlar yapıp her bir daireyi de 1.000.000 liraya satacağız diyorlar. Ben yaşam kalitesini parayla değil komşumla, onlarla paylaşarak ve doğal bir ortamda bulunmakla ölçerim. Benim bahçemde bitkilerim var, sebze yetiştiririm. Ben öyle bir ortamda yaşamak istiyorum. Gökdelenin 38’inci katında yaşamak istemiyorum. Böyle bir dayatmaya  mahkum değiliz, mahkum da olmayacağız. Burada önemli olan insanların yaşam koşullarını iyileştirmek, yaşam yerlerini yok etmek çözüm değil, olmayacak da. Ayrıca Ankara’da yapı stoğu fazlalığı olduğu bilinmekte.

İkinci bir yol projesi var. Eskişehir yoluna paralel. O proje ne aşamada?

ODTÜ yönetimi bu projeye karşı çıktı. Bu yol ODTÜ yerleşkesini ikiye bölecek bir yol.. Yerleşkenin bölünmesi kabul edilmedi ve belediyenin aldığı karara karşı dava açıldı. Yolun ancak  üniversiteyi aç kapa olmadan, derin bir tünelle geçmesi koşuluyla kabul edilebileceği ifade edildi. Bu dava kazanıldı. ODTÜ büyük bir kısmı doğal ve arkeolojik sit alanı olan yerleşkesinin bütününü korumak amacı ile bir imar planı hazırlayarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlı koruma kuruluna sundu. Ancak proje bakanlıktan bazı değişikliklerle çıktı. Koruma amaçlı imar planında yapılan değişikliklerin ODTÜ yerleşkesinin rant amaçlı parçalanmasına neden olacağı gerekçesi ile bu değişikliklere itiraz edildi. İtiraz süreci hala devam ediyor. İki ay değerlendirme süreci sonunda büyük bir olasılıkla bu tehditlere karşı dava açılacaktır. 

ODTÜ’de genel olarak gördüğünüz destek nasıl?

Maalesef yönetimin tavrı bizim çok hoşumuza gitmedi. Bu yolun yapılmasını yönetim engellenemez gördü. Bu şekilde bir tavrı biz doğru bulmadık. Üniversite yönetimi 20 sene önce hazırlanmış planın bağlayıcı olduğunu kabul etti. Yolun yapılacağı yerde bundan 30-40 sene önce dikilen ağaçlar ormana dönüştü, orada Ankara için çok önemli ekolojik bir alan oluştu. Bu süreçte mahalleler yoğunlaştı, yeni yerleşkeler oluştu. Ormanın tahrip edilmemesi için çareler aranabilir, daha küçük ölçekli bir yol alttan tünelle geçebilirdi. Üzerinde trafik ışıkları olan, üniversite ile mahalle arasında ilişkiler yaratabilecek insani boyutlu bir proje hazırlanabilirdi.

Öğrencilerimiz, mahalle sakinleri bu sürece çok itiraz ettiler ancak Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin uzlaşmaz ve katı tutumu nedeniyle bir çözüm üretilemedi. ODTÜ ormanı biraz da üniversite yönetimin tavrı sebebiyle kaybedildi. Mahalleye de bizim sınırlarımız dışında denilerek sahip çıkılmadı. Oysa orada binlerce öğrenci, mezun, çalışan yaşamakta. Bu yol nedeniyle ODTÜ ve Mahalle kucaklaşabilir ve ODTÜ toplumsal görevini yerine getirebilirdi.


​PROF. DR. ALİ GÖKMEN:  ODTÜ Kimya Bölümü öğretim üyesidir. Aynı zamanda ODTÜ Öğretim Elemanları Derneği Başkanı olan Ali Gökmen ODTÜ’den yol geçirmek isteyen belediye başkanı tarafından hedef gösterilmiştir. Aynı bölümden Prof.Dr. İnci Gökmen ile evlidir. Her iki hocamızda kibarlığı ve aydın kimlikleriyle Ankara’ya ve doğaya olan düşkünlükleriyle tanınmakta ve örnek gösterilmektedir.


0 comments on “ALİ GÖKMEN: ASLINDA ODTÜ’DE NE OLDU

Bir Cevap Yazın