Bruce Sterling’in internetin görece kısa tarihin başlangıcında dile getirdiği bu hakikat, yani iletişim ve topluluk arasında her zaman var olmuş olan asli bağ, internetin hayatımızda, özellikle de sosyal, ekonomik, kültürel ve politik hayatımızda bugün kapladığı yeri anlamlandırmak için iyi bir hareket noktası. “Topluluk” ve “iletişim”, Latincede aynı kökten türüyor: “Communis”… Yani ortak olan, ortaklık… Ancak bir ortaklık temelinde topluluk kurabilirsiniz ve ancak ortak bir dil ile iletişimde bulunabilirsiniz…
İletişim ve topluluk arasındaki bu ortaklık paydası, aynı zamanda iletişimin bir örgütlenme ortamı olduğunu da ifade eder. İletişim sayesinde ortak paydada buluşanlar bir araya gelip, topluluk içinde geçici birlikler oluşturup eyleme geçebilirler. İletişim olmadan örgütlenme olmaz. Örgütlenme bir katılım pratiğidir ve iletişim sosyal, politik, kültürel katılımın olmazsa olmaz koşullarından biridir. Bu durum da, iletişimi her türlü toplumsal hareketin, topluluk inisiyatifinin, sosyal kalkışmanın, isyanın, devrimin, eylemin asli parçası haline getirir.
Hızlı koşan haberciler olmadan Spartaküs isyanlarını, el konulmuş matbaalarda basılan bildiriler olmadan 1848 Devrimi’ni, telgraf ve rotatifler olmadan Ekim Devrimi’ni, teksir makineleri olmadan 60’ların, 70’lerin gençlik hareketlerini, fotokopi ve fanzinler olmadan 80’lerin ve 90’ların alt kültürlerini düşünmek imkansızdır. Bugün de internet ve sunduğu çok katmanlı iletişim imkanlarını hesaba katmaksızın herhangi bir toplumsal hareketi düşünmek mümkün değildir.
Üstelik internet doğası gereği, gayrimerkezi, dağıtık, sınır aşan, gerçek zamanlı, kesintisiz, küresel, etkileşimli bir yapıda, çoktan çoka bir iletişim ortamı olduğu, herhangi bir devletin yönetimine tabi olmadığı için, örgütlenme bakımından geçmişteki baskın iletişim biçimlerine kıyasla çok daha fazla imkan sunmaktadır. Nitekim, devletler, çokuluslu şirketler, çıkar lobileri ve uluslararası kuruluşların internetin bu temel yapısına yönelik saldırıları ve onu denetimleri altına çabaları katlanarak artmaktadır. Çünkü denetimlerinden kaçan bu ortamın varlıklarına yönelttiği tehdidi hepimizden önce kavramış bulunuyorlar. Bir zamanlar önce hızlı koşan habercileri oklamaya çalışan, telgraf ve telefonları kesen, matbaaları, rotatifleri, teksir ve fotokopi makinelerini “suç aleti” sayan iktidar aklı değişmemiştir. Sadece işi “biraz” zorlaşmıştır.
Dijital Aktivizm ve Fanus Etkisi
Aslında “dijital aktivizm”, internet ve aktivizm arasındaki ilişkilerin sadece bir boyutunu dile getirir. Artık interneti kullanmayan herhangi bir aktivizm türünü düşünmek hayli zordur. Bu yüzden, belki de yakın bir gelecekte “dijital aktivizm” terimini kullanmayacağız. Çünkü aktivizm genel olarak dijital bir boyutu zaten kapsıyor olacak.
“Dijital aktivizm” teriminde beni rahatsız eden şey, aktivizmi sadece dijital alana hapsediyor görünmesi. Terim, “dijital ortamda yürütülen her türlü aktivist faaliyeti” tanımlamak için kullanılıyor. Bu haliyle nötr bir tanımlama bu. Ama beni rahatsız eden o sınırlama belli bir gerçekliğe sahip. Bu gerçekliğe işaret etmek için “digital slacktivism” (dijital tembelcilik), “clicktivism” (tıklamacılık) gibi terimler üretildi: Bu terimler, dijital ortamın, aktivizmi, sadece internette bir şeyler yazarak, başkalarının yazdıklarını paylaşarak, bir şeylere tıklayarak günlük aktivizm kotasını doldurup huzura eren kitlelerin ataletine indirgeme tehlikesine işaret ediyor. Bu, eylemi etkisizleştiren bir tür “dijital fanus etkisi”.
Gerçi belli bir kitleselliğe ulaştığında bu gevşek “eylem” bile bir fark yaratabiliyor, mesajın ve bilginin yayılımını artırıyor, farkındalık sağlıyor; ama etkisi dijital ortamla sınırlı kalıyor. Bu tür bir etki doğrudan internet kullanıcılarını ilgilendiren durumlarda, mesela, son dönemde SOPA, PIPA, ACTA gibi aşırı baskıcı telif düzenlemelerinin haddini aşarak internete karşı küresel bir tehdit oluşturmasına karşı gelişen tepki, bu tür düzenlemeleri destekleyen internet endüstrisi şirketlerinin boykot edilmesi gibi örneklerde işe yarayabiliyor; çünkü tepkinin etkililiği internet kullanıcı nüfusunun katılımı ile doğru orantılı olarak gelişiyor. Ama hükümetlerin baskıcı ve faşizan uygulamalarına karşı düzenlenen çevrimiçi imza kampanyalarındaki çokluğun aynı etkiyi yaratmadığını görüyoruz; çünkü söz konusu baskı internetin dışında olup bitiyor. Hatta bu tür kampanyalar kimi zaman gerçek bir tepkinin doğmasını engelleyecek bir tampon bölge bile yaratabiliyor. Elbette bu, tüm çevrimiçi imza kampanyaları için geçerli değil. Örneğin seçilenlerin önüne yığılan on binlerce seçmen imzası bambaşka etkiler yaratabiliyor; ya da iyi yönetilen geniş katılımlı bir kampanya küresel bir eşiği aştığında hükümetler üzerinde uluslararası baskı oluşturup onlara geri adım attırabiliyor.
Öte yandan “dijital aktivizm” teriminin ifade ettiği alan, olumsuz örneklerle sınırlı değil. Mesela internet sansürüne, çevrimiçi özel hayat ihlallerine, kişisel verilerin ele geçirilmesine, iletişim dinleme ve fişlemelere karşı yürütülen aktivizm, doğrudan interneti ilgilendiren bir alanı ilgilendirdiği için öncelikli olarak internette gerçekleşmek zorunda. Geçtiğimiz yıl hem Birleşmiş Milletler hem de Avrupa Birliği, internete erişim özgürlüğünü üçüncü kuşak insan hakkı olarak uluslararası sözleşmelere eklediyse bu yoğun faaliyetler yüzünden ekledi. Artık politik mücadelenin bu boyutuna kısaca “internet özgürlüğü” diyoruz; bu boyut hak ve özgürlükler platformunun bir parçası haline gelmiş durumda. Doğrudan bu özgürlüğü savunmak amacıyla kurulmuş ve internet üzerinden örgütlenip faaliyet gösteren bir çok uluslararası ve ulusal sivil toplum kuruluşu var ve dijital aktivizm bu inisiyatiflerin asli eylem alanı. Gerçi, bir yandan bu hareketlerin de giderek sokağa taştığına tanık oluyoruz.
Ancak internet üzerinde gerçekleştirilebilen, ama oldukça da etkili de olan başka bir dijital aktivizm türünden de bahsetmek gerek: “Hacktivizm”.3 Politik amaçlı “hack” eylemi anlamına gelen ve son dönemde özellikle” Anonymous” ve “LulzSec” eylemleriyle adını duyuran bu tür, aslında dijital aktivizmin tarihine ait. Ama internetin gelişmesi, özellikle de P2P ağlar ve sosyal medyanın ortaya çıkışıyla etki ve kapsamını artırmış durumda. Anonymous’u Arap Baharında otokratik yönetimlerin internet sitelerini çökertirken, veya WikiLeaks’e saldıran şirketlere karşı saldırılar düzenlerken gördük. Bu arada WikiLeaks gibi, internetle durdurulamaz hale gelen “sızıntı gazeteciliği” de tamamen internet temelli bir diğer dijital aktivizm türü sayılabilir. WikiLeaks çoklanabilir bir model haline geldi ve bu model, çevre sorunlarından kirli ticaret sırlarına, yerel, bölgesel, küresel ölçeklerde çeşitlenerek yeni mecralar yaratıyor (böylece medyayı başlangıcındaki kamusal fayda dinamiklerine geri döndürüyor).
Dijital Aktivizm mi, Aktivizm mi?
Dijital aktivizm, internet henüz “internet” olmadan, daha Pentagon ile birkaç üniversite arasında koza halindeyken bile oradaydı. “ARPANET” projesinde çalışan akademisyen ve öğrenciler BBS’lerde (Bulletin Board System) bir yandan bilim kurgu ve siber-punk muhabbeti yapıyor, diğer yandan da gizli gizli, anonimliği korumak için bireylerin güçlü şifre algoritmaları kullanma hakkına sahip çıkan “kripto-anarşist”, bilginin özgür dolaşımını savunan “hacktivist” (“hacker etiği” temelli politik aktivist) faaliyetler örgütlüyor, yani “dijital aktivizm” yapıyorlardı. Bugün internet hepimizin ortak alanıysa, bu biraz da onların sayesinde; internetin “demilitarize” edilmesinde önemli katkıları oldu. İnternetin küreye yayılmasıyla birlikte bu dijital aktivizm kozası da kaçınılmaz olarak çatladı ve durdurulamaz bir gayrimerkezi hareket içerisinde çeşitlendi, yaygınlaştı.
Dijital aktivizm ile bildiğimiz anlamda “sokak aktivizmi”nin kültürel çarpışmasından da belli tepkiler doğdu kaçınılmaz olarak. Bu tepkileri kabaca üç kategoriye ayırabiliriz:
“1) İnternetin katılımcı, şeffaf ve doğrudan demokrasiye ulaşmak için öncelikli yol olduğunu savunanlar;
2) İnternetin neoliberal sömürü politikaların yeni bir aracı olduğunu, sadece ayrıcalıklı kesimlerin kullanabildiği bu aracın toplumsal muhalefet için değersiz olduğunu düşünenler;
3) İnternetin iktidar sahipleri tarafından yönlendirilmesine ve geniş kesimlerin dışlanmasına rağmen, sunduğu imkanlar nedeniyle etkili bir mücadele aracı olabileceğini kabul edenler”…4
Son zamanlarda oldukça geniş bir literatür yaratan bu (dijital) iyimserler / kötümserler ikilemine girmeden de bu alanı anlamlandırmak mümkün. Nitekim üçüncü seçenek de bu yönü işaret ediyor. Yukarıda da dediğim gibi, artık interneti kullanamayan herhangi bir aktivizm türü olabileceğini kabul etmiyorum. Bu da dijital ortamın atalet yaratabilecek fanus etkisi ve hükümetlerin ve diğer iktidar odaklarının internet üzerindeki baskıcı faaliyetlerinin farkında olmayı ve buna karşı önlemler almayı gerektiriyor elbette. Dahası, dijital aktivizmin sokakla buluştuğu zaman gerçek etkisini yaratabileceğini düşünüyorum.
2011, bize bu etkiyi açık seçik bir biçimde gösterdi. İnternet, özellikle de sosyal medya, Tunus ve Mısır’da “Arap Baharı”nı başlatan isyanların ayrılmaz bir parçasıydı. Elbette bu hareketlerin “Facebook devrimi” veya “Twitter isyanı” diye adlandırılması, vaktinin çoğunu bu ortamlarda geçiren batılı gazetecilerin medyatik aymazlığından ibaretti ve aklı başında kimse bu boyutta bir toplumsal hareketin sadece sosyal medya sayesinde mümkün olabileceğini düşünmedi; ama yine olayları yakından izleyen hiç kimse de bu hareketlerdeki internet etkisini hesaba katmamazlık edemedi (telgrafı, rotatifleri ve Ekim Devrimi’ni hatırlayın). Yine aynı yıl, Yunanistan, İspanya, İngiltere, İtalya ve hatta İsrail’de patlayan isyan dalgası, yani “Öfkeliler Hareketi”nde (Los Indignados) internet güçlü bir etkide bulundu. İspanya’da “Demokrasi Hemen Şimdi” hareketinin manifestosu5 internette yayınlanır yayınlanmaz derhal kitlesel bir biçimde imzalandı ve sokağa çıkanlar arasında zaten bir kolektif bilinç oluşmuş durumdaydı. Yıl biterken bu sefer, küresel ekonomik krizin merkezde patlayıp çevreye yayılması hareketine bir cevap olarak, çevreden dalga dalga gelip merkezi patlatan “Occupy Wall Street” (Wall Street’i İşgal Et / OWS) hareketi ortaya çıktı ve önce ABD’nin diğer şehirlerine sonra da küreye yayılan bir işgal hareketine dönüştü (şimdilerde de üniversiteden bilime, gıda zincirinden iklim yıkımına bir çok farklı boyutun işgaline doğru genişliyor). “Biz %99’uz”6 sloganıyla yayılan ve parkları, meydanları, sokakları işgal eden, çadırları, kitapları, cep telefonları, bilgisayarlarıyla göçebe komünler yaratan, halk meclisleri kuran, sermayenin el koyduğu kamusal alanı yeniden kamusallaştıran bu küresel hareket de interneti gayet etkili bir şekilde kullanıyor. Bütün bu hareketler interneti hem mesajlarını iletmek, karşı çıktıkları güçler üzerinde baskı kurmak, hem de örgütlenip bir araya gelmek için gayet yaratıcı ve etkili bir şekilde kullanıyorlar.
İnternet ve Toplumsal hareket: Katılım, Örgütlenme, Eylem
Son yıllarda gündeme gelen tüm toplumsal hareketlerde internetin güçlü mevcudiyetine tanık oluyoruz. Bu aslında tamamen yeni bir şey değil. İnternet ve cep telefonlarıyla örgütlenen Seattle protestolarından veya Zapatistaların Meksika’daki milis katliamlarını internetle dünyaya duyurup hükümet üzerinde baskı kurmalarından beri internetin toplumsal katılım ve örgütlenme imkanlarının farkındayız. “1999‘daki Seattle Dünya Ticaret Örgütü toplantısı, mobil iletişim ve internetin akıllı örgütlenme etkisiyle küreselleşme karşıtı hareketin simgesine dönüştü. Bir milyon Manilalı, 20 Ocak 2001’de virüs gibi yayılan SMS mesajlarıyla Filipinler Başkanı Joseph Estrada’yı düşürdü. Bu tarihe “en kalabalık miting” olarak geçti. Avrupa’nın şehirlerinde yeni bir toplumsal eğlence / performans / gösteri / eylem biçimi, birbirini tanımayan insanların mobil mesajlarla örgütlenerek herhangi bir mekanda öngörülmedik bir kısa eylemde bulunup dağılması, ‘flash mob’ adıyla kent kültürünün bir parçası oldu. Şili’de, devlet okullarında okuyan öğrenciler yüksek harç ücretleri ve eğitim yetersizliğine başkaldırılarını YouTube, anlık mesajlar ve sosyal ağları kullanarak örgütlediler. Buna ‘Penguen Devrimi’ dediler. 700 bin yetişkin de protesto eylemlerinde onlara katıldı. Eğitim bakanı istifa etti, hükümet taleplerini kabul etmek zorunda kaldı.”7 Ama bu imkanlar artık giderek derinleşiyor ve zenginleşiyor.
İnternetin politik faaliyet için taşıdığı potansiyeller bakımından üçlü bir işlevi var: İlki, etkileşimli yapısından ve anlık akış özelliği bakımından sunduğu “Agora” işlevi. Burada sosyal medya, bir zamanların internet gruplarının ve forum alanlarının sunduğu tartışma imkanlarını, gerçek zamanlı olarak ve çok daha geniş kitlelere sunması bakımından öne çıkıyor. Sosyal medya küresel bir meydana dönüşüyor. Böyle bir ortamın hem politik fikirlerin olgunlaşması hem de politik katılım açısından taşıdığı önem tartışılamaz. Diğer işlev ise, internetin gayrimerkezi yapısından kaynaklanan engellenemezliği sayesinde, özellikle politik aktivizm için sunduğu örgütlenme, eylem organize etme, inisiyatifleri gerçekliğe dönüştürme işlevi… Bu ikinci işlev gençliğin politik hayata katılımı bakımından hayati bir önem taşıyor. İnternetin, özellikle de sosyal medyanın örgütlenme işlevini, özellikle Arap Baharı sonrası daha iyi anladık. Totaliter yönetimlerin denetleyemeyeceği bir şekilde Tunuslu, Mısırlı, İranlı gençler bu mecraları son derece yaratıcı ve bilgili bir şekilde kullanarak büyük avantaj sağladılar. Sosyal medya sayesinde on binlerce eylemci, hiç tahmin edilemeyecek bir biçimde bir araya gelme, eylem gerçekleştirme ve dağılma gibi yetenekler kazandı. Elbette bu bakımdan dikkatli olunması ve anonimleştirici teknolojilerin kullanılması gerekiyor. Yoksa internetin kendisi iktidarların elinde elverişli bir takip, fişleme ve baskı aracına dönüşebilir. İnternetin üçüncü işlevi ise, tamamen küreselliğinden, uluslar ötesi yapısından gelen sınır aşma özelliği sayesinde bilginin önlenemez bir biçimde dolaşıma sokulması işlevi. Politik aktivistler bu sayede, herhangi bir hak ihlalini, baskıyı anında uluslararası toplumun bilgisine sunarak iktidarları zor durumda bırakabiliyorlar. Mesela Mısır’da devrim sırasında iktidarın interneti kesmesi, öncelikle bu enformasyon akışını keserek eylemcileri bastırmaya yönelikti. Ama işe yaramadı. Mısır borsası çökerken, eylemciler düşük teknolojili araçları yaratıcı bir biçimde kullanarak (internet fax bridges, ham radios vb.) tweet geçmeye devam ediyorlardı. Türkiye’de de gerek internet sansürüne gerekse genelde basın engellemelerine karşı en önemli kozlardan biri de bu bilgi akışı. İnternetteki engellenemez bilgi akışı sayesinde Avrupa Birliği’nden uluslararası kuruluşlara farklı odaklara ulaşıp, onların dolayımıyla hükümet üzerinde ciddi bir baskı oluşturulabiliyor.
“Dijital aktivizmin ve ağ örgütlenmesinin en etkili olduğu boyutlardan biri de, paradoksal bir biçimde yerel ölçekteki eylemler. Dijital aktivizmin ağ etkisi bir yandan muhalefeti küresel çoğulluklarla etkileşime sokup beslerken, öte yandan yerel tekillikleri küresel bağlama taşıyarak etkilerini büyütüyor. Özellikle kent, hatta mahalle ölçeğinde örgütlenen yerel toplulukların eylemleri, ağ etkisiyle bölgesel, ulusal, küresel ölçeklerde ses getirerek etkilerini artırabiliyor. Mutenalaştırma projeleriyle dışlanmaya direnen, sağlık, eğitim, ulaşım, hijyen gibi büyük kentsel sorunlar etrafında örgütlenen toplulukların kurduğu işbirliği ağlarından yayılan dijital aktivizm, farklı coğrafyalardaki benzerleriyle ağlar oluşturarak kritik kütle etkisi yaratabiliyor. Dijital aktivizmin etkili olabilmesi için gerçekliğe genişlemesi gerekiyor…”8
Halkın, özellikle de gençliğin politik katılımı üzerine odaklanan herhangi bir hareket interneti yaratıcı bir biçimde kullanmanın yolunu keşfetmek zorunda; ama bunu internetin atalet yaratabilen yan etkilerini bertaraf etmenin yollarını bularak yapması gerek. Bu, oldukça zor bir denklem. Üstelik bu denklemin çözümü için her duruma uygulanabilir genel bir formül yok.
Her hareket internetin sunduğu yeni katılım teknolojilerini kullanarak örgütlenmenin yolunu kendi bağlamına, koşullarına uygun bir biçimde yeniden keşfetmek zorunda. Ama başka bir yol da yok. Çünkü örgütlenmek iletişimle başlar. Çünkü internet giderek hayatımıza “gömülü” hale geliyor. İnternet sadece toplumu, ekonomiyi, kültürü, medyayı vb. değil siyaseti de dönüştürüyor. Daha şimdiden internet ana akım siyasetin bir parçası haline geldi. Yeni siyaset yapma biçimleri interneti mecburen kullanacak. Bir kuşak sonra bu dönüşüm tamamlanmış olacak ve bu yazının tartıştığı bazı sorunlar artık sorun olmaktan çıkacak. Çünkü “dijital göçmenler” yerini “dijital yerliler”e bırakmış olacak. Dijital yerlilerin yeni politik diline 2011’de Tunus’ta, Kahire’de, Atina’da, Madrid’de, Tel Aviv’de, Wall Street’e tanık olmuştuk: “Biz sisteme karşı değiliz, sistem bize karşı”, “Hata 404: Sistem çökmesi”, “Demokrasi indiriliyor”, “Oyun bitti”…
İnternet: Yeni Cephe
Bu arada iktidarlar da (devletler, çokuluslu şirketler, askeri-endüstriyel kompleksler, çıkar lobileri, uluslararası kuruluşlar, geleneksel medya vb.), her zaman yaptıkları gibi topluluk ve iletişim arasındaki bağı kesmeye çalışacaklar, yani varlıklarına yönelik tehdit olarak algıladıkları internete saldıracaklar. Halklar ve iktidarlar arasındaki bu savaşın yükselerek süreceğini öngörmek mümkün. Eski ekonomi ve bunların internetteki kurumsal uzantılarının çıkarlarını koruyan devletler ile internetin gerçek sahipleri arasındaki savaş giderek kızışıyor. Dijital öncüler yerini dijital yerlilere bırakmaya, yani internet nüfusu fiziksel dünyayla örtüşmeye başladığından bu yana, hükümetler, uluslararası kuruluşlar, kurumsal dünya ve internet vatandaşları, “netdaşlar” bu alanın egemenliği için kıyasıya bir mücadele içinde. Elektronik casusluktan sistem saldırılarına, gözetim tekniklerinden erişim engellemeye, sansür ve filtre çabalarından interneti ulusal sınırlar içerisine kapatma veya BM türü uluslararası bir otorite oluşturma sevdasına, devletler ve endüstriyel kompleks her yolu deniyor.
Bunun karşısında da, ağın gayrimerkezi yapısından güç alan mahremiyet koruma, anonimleştirme, kriptolama, sanal veri limanları, derin ağ gibi “görünmez internet projeleri”, yani savunma hattı ve çok çeşitli karşı saldırı teknikleri netdaşların kullanımına açık. Buna internetin yarattığı yeni alternatif medya yapılarını, özellikle de politik katılımın en etkili yollarından biri olan “yurttaş medyasını” da ekleyelim, ki tablo belirsin…
“…Oyunun kuralları değişti… Bu oyunda artık sadece devletler ve çokuluslu şirketler oynamıyor. Yeni ve davetsiz oyuncular oyuna girdi. WikiLeaks’in temsil ettiği, kurumsal ve endüstriyel medya düzenini bozarak bilginin dolaşımı önündeki engelleri yıkarak, onların yanından dolaşarak iktidar odaklarının kirli sırlarını ifşa eden yeni bilgi oyuncuları da var oyunda. Daha da önemlisi, halk, yeniden oyunda. Arap Baharı, çok uzun zamandır görülmemiş bir biçimde, halkların, tarih sahnesine artık beklenmedik ve özellikle de davet edilmemiş bir şekilde yeni bir oyuncu olarak çıktığı an olarak da anılacak. Bu yeni güçlerin, kuşkusuz, internet başta olmak üzere ağ teknolojileriyle doğrudan ilgisi var. İnsanlar artık yeni güçlerle sahip: Çok hızlı bir şekilde bir araya gelip dağılabilme; gayrimerkezi bir örgütlenmeyle öngörülemez davranışlarda bulunabilme; iç ve dış iletişimi önlenemez bir şekilde sürdürebilme; yerel eylemlerine küresel iletişim kanallarını kullanarak destek yaratabilme; küresel iletişim yetenekleriyle dünya kamuoyunu etkileyebilme ve iktidarlar üzerinde görülmemiş bir baskı yaratabilme; her şeyden önemlisi, baskının koşulu olan görünmezlik duvarlarını yıkarak ülkeleri dünyaya şeffaflaştırabilme…Evet artık oyunda yeni oyuncular var ve bu iktidarları ölesiye korkutuyor. İktidarlar ürküyorlar, çünkü ipin ucunu çoktan ellerinden kaçırdılar ve çabaları, ister sözde hukuki, ister teknolojik olsun, anında boşa çıkarılıyor. Çıta giderek yükseliyor: Artık “Büyük Birader”in her adımı, onun teknolojisini yine ona karşı kullanan “küçük biraderler” tarafından izleniyor ve hiçbir şey gizli kalmıyor! Halk bilgiyi talep ediyor ve bilgi eyleme dönüşüyor. Dezenformasyonla enformasyon, gösteri ile hakikat arasındaki bu savaşın cephesi ise, sadece ağlar değil, zihinlerimiz…
Bilginin iktidarın denetiminden kaçması, yani açıklık ve şeffaflık, önemli bir kısmında otoriter hükümetlerin iş başında olduğu, demokratik ülkelerde bile otoriter eğilimlerin yükseldiği, hesap vermekten kaçan neo-korporatist düzenin sirayet ettiği bir dünyada, komplo, yozlaşma, sömürü ve baskının ilacı haline geliyor. Otoriter hükümetler, baskıcı kurumlar ve yozlaşmış şirketler, sadece uluslararası diplomasi, bilgi özgürlüğü yasaları, hatta düzenli seçimler yoluyla değil, bunlardan çok daha güçlü bir şeyle, yani halkın vicdanıyla baskı altında tutulmak zorunda. Halkın vicdanı ise konuşmak, eyleme katılmak, örgütlenmek ve demokratik baskıya dönüşmek zorunda. Bunu internet özgürlüğüne sahip çıkmadan, yani iletişim ve topluluk arasındaki asli bağı korumadan nasıl yapacak?
İletişim örgütlenmektir, evet. Ama eylem sokakta yapılır. İletişimle örgütlenen kitleler sokağa çıkar. Birlikteliğin karnavalı, doğrudan demokrasiyi sokağa, meydana taşıyor. Bugün, yeni bir aktivizm, yine iletişimle sokağın buluştuğu yerde doğuyor…”9
Dipnotlar
1 http://www.ozguruckan.com, İstanbul Bilgi Üniversitesi öğretim görevlisi, Alternatif Bilişim Derneği üyesi, http://www.alternatifbilisim.org/
2 Bruce Sterling, The Hacker Crackdown, Bantam Books, 1993, sf.14 (çevrimiçi versiyon: http://ebooks.adelaide.edu.au/s/sterling/bruce/hacker/complete.html# )
3 Bkz. Ali Pekşen, “İnternet ve Hacktivizm: Yeni toplumsal muhalefet”, İzinsiz Gösteri, Asalsayı 239, http://www.izinsizgosteri.net/new/?issue=64&page=1&content=539#
4 Özgür Uçkan, “Dijital aktivizm ne kadar etkili?”, Gennaration, S:5, Mayıs 2010, http://www.gennaration.com.tr/yazarlar/dijital-akt… ; Ayrıca bkz. Gamze Göker, “Yeni Toplumsal Hareketler ve İnternet İlişkisi”, Evrensel Kültür, Aralık 2009
5 “Democracia Real Ya!”, http://www.democraciarealya.es/manifiesto-comun/ma…
6 http://wearethe99percent.tumblr.com/
7 Özgür Uçkan, “Akıllı Ağ Çeteleri ve WikiLeaks”, Digital Age, 2011 / 01, sf. 90 – 91
8 Özgür Uçkan, “Dijital aktivizm ne kadar etkili?”, a.g.y.
9 Özgür Uçkan & Cemil Ertem, WikiLeaks: Yeni Dünya Düzenine Hoşgeldiniz, Etkileşim Yayınları, Nisan 2011, sf. 18
0 comments on “SOKAK + (DİJİTAL) İLETİŞİM = AKTİVİZM”