2010 yılı gerçekten önemli şeyleri değiştirdi. Yaşanan siyasi gelişmelere baktığımızda bu değişikliklerin önemli bir kısmının öngörülebilir şeyler olmadığı aşikar.
Bugünkü CHP’nin ne kadar farklı bir yapıda olduğu, kendisini bir yıl öncesine göre ne kadar farklı bir noktaya taşımaya gayret ettiğini gördüğümüzde şaşkınlıkla izliyoruz olanları.
Artık önümüzde çok değil 6 ay sonra bir genel seçim var. Bu seçime hazırlanan CHP yönetim olarak çok farklı bir noktada. Dahası siyaset yapma alışkanlığımızda ve zihniyetimizde önemli şeyleri değiştirecek görünüyor. Sıradan seçmene, vatandaşa bizim halk deyip uzaktan izlemekle yetindiğimiz kalabalığa çok farklı bir yerden seslenmeye hazırlanıyor. Bu değişiklikler genel başkanın şahsiyetinde simgeleşse de artık yönetim kadroları da bu değişikliğe ayak uyduracak, uydurmaya gayret edecek. Uyduramayanlar görevlerini bu işe talip olanlara devredecek.
Yeni CHP’nin sesleneceği büyük kitle, çeşitli nedenlerle ve çeşitli şekillerde kendisini ötelenmiş, ötekileştirilmiş, küçümsenmiş ve yıllardır mağdur edilmiş görüyor. Bunu biz söylemiyoruz, araştırmalar söylüyor, seçmenin tercihleri söylüyor, halkımızın bizzat kendisi söylüyor.
Bu mağduriyet alanları şimdi yeni çalışmaların, yeni tartışmaların odağı haline geldi. Kendine oy veren büyük kalabalığı büyütmeye niyet edinmiş her kesim bu mağduriyet alanları üzerinden siyaset alanını tanımlamaya bu alana dahil olmaya çalışıyor.
Yani doğrudan mağdur kitle ve mağduriyet kavramının kendisi bir siyaset alanı oldu.
Brezilya’nın becerikli lideri Lula da Silva başarısını önemsizmiş gibi duran bir cümle ile ifade ediyor: “Sıradan insanlardan yana olmak”
Sadece sıradan insanlardan yana durarak önemli bir değişime imza atıyor.
CHP de şimdi bunu gerçekten içselleştiren bir liderle yoluna devam ediyor. Kılıçdaroğlu’nun kişiliğindeki abartısız ve “bizden biri” olma özelliği onun da sıradan insanlardan yana durarak gerçekleştireceği büyük değişime olan beklentiyi büyütüyor.
Sadece doğruları söyleyerek. Sadece hak ettiğini isteyerek. Sadece herkesle eşit olmayı talep ederek. Sadece çocukları daha iyi şartlarda yaşasın diye, sadece özgür ve eşit olduğuna yürekten inanarak. Sadece sıradan insanlar evlerinde huzur bulsun diye siyaset yaparak Türkiye’de sessiz ve büyük bir devrime hazırlanıyor CHP.
Yıllardır başörtüsü sorununu hem yaratıp, hem de yarattığı sorundan beslenen, hem mağdur edip hem de mağdur ettiklerini sömüren, bu yolla iktidarını kuran, kurduğu iktidarını yandaşları ve küçük mutlu azınlık için kullanan bir siyaset ile yönetiliyoruz.
Bunun karşısında yıllardır çözülmeyen başka mağduriyet alanları, bu mağduriyet üzerinden büyüyen başka bir siyasetler de var.
Yoksulluğu büyümüş, fırsat eşitliğinden nasibini alamamış, baskının her türünü görmüş, hep öteki olmuş ama hep bir oyu olmuş büyük bir mağdur kitle olarak Kürtler.
Şimdi islamın tek tipleştirilmesine karşı duran, zorunlu din eğitimini istemeyen, yıllardır baskıların izini yüzlerinde taşıyan, siyasetin ötekisi Aleviler.
Görünen o ki, bir siyaset alanı olarak mağduriyet, kavram ve olgu olarak önümüzdeki siyasal dönemi belirlemeye devam edecek.
CHP istemese de kendisini bu alanda, bu kavramlarla tanımlanırken bulacak.
Yukarıda sözünü ettiğimiz “sıradan insanlardan yana” tavrı CHP’yi ve dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nu mağdurun yanına itecek.
Boğaziçi Üniversitesi’nden Nazan Üstündağ CHP’nin siyasetin solunu doldurarak, bu alanda kürtlerin, göç edenlerin, işsizlerin, yalınayak çocukların, tersane işçilerinin, ev kadınlarının, temizliğe giden gündelikçilerin “yoksulluğa dair” mağduriyetlerinin siyasi temsilcisi olacağını söylüyor. Bunu da ancak bu sol alanı doldurarak yapabileceği ortada.
Bu alana ilişkin olarak yoksulları tek bir sosyolojik kitle olarak görmek yerine tek tek her alanın kendine has sorunlarının büyük ve önemli hatta özel olduğuna vurgu yapılıyor. İstanbul’da tekstil sektöründeki son ütücünün durumu ile Van’daki inşaat işçisinin durumunu ayrı ayrı ele almak, ayrı ayrı dilllendirmek ve sorunlarının aslında ayrı olduğunu kavramak ama bunların savunuculuğunu topyekun üstlenmek yeni CHP’ye düşecek.
Başka bir mağduriyet alanını da Enver Aysever dillendirdi. CHP sosyalist sol’dan bazı isimleri milletvekili listelerine koyarak TBMM’ye sokmalıdır diyor. Yani artık sosyalist sol’un meclis’te temsil edilememesinin önüne böyle geçilmelidir, bunu da bizzat CHP yapmalıdır demektedir.
Seçim yasası bu kitlelerin temsiliyetinin önünde engeldir. Bu engeli aşacak tek şey CHP’nin kendine olan güven duygusudur. Bunu ancak kendinden emin, kendi soluna güvenen, kendi kadrolarının yetkinliğine, etkinliğine, kadrolarının partiye bağlılığına olan güveni tam olan bir siyasal duruş yapabilir.
Kendine güveni tam olan siyaset iktidarı hedefleyebilir, değişimi o savunabilir ve sıradan insanların sözcülüğünü o yapabilir.
Üniversitelerin özgürlüğünü, gençlerin itaatsizliğini, ifade özgürlüğünü, farklı tercihlerin yaşama hakkını o anlayabilir. Ve ancak anlayabildiği şeyleri çözebilir. Anlamak istediklerini o dinleyebilir, o küçük, büyük demeden farklı sesleri dinlemeyi siyaseten görev görür.
Bunlardan kurulu bir cumhuriyet özlemini ancak o yerine getirir.
İşte bu yüzden duvarlardan vazgeçmeyen gençliği çok önemsiyorum. Onlar hep vicdanımızın sesi olmaya devam edeceklerdir.
0 comments on “BİR SİYASET ALANI OLARAK MAĞDURİYET”