Sevgili Erhun Altun, yeni belgeselin “Dönüşüm”le İşçi Filmleri Festivali’nde izledik seni. Biraz kendinden bahseder misin?
İstanbul Üniversitesi Radyo Televizyon ve Sinema mezunuyum. Çocukluğumdan beri öyküler yazardım. Edebiyat öğretmenimin beni bu alana yönlendirmesi etkili oldu. Üniversite sınavlarına girdiğim ilk yıl birçok bölüme puanım tutmasına rağmen bir bölüm kazanamadım. Asıl istediğim hep sinemaydı. Babam da benim hep asker olmamı isterdi ama benim hep bir sinema hayalim vardı.
Üniversiteye yerleşemeyince Rusya’da inşaat işleri yapan bir arkadaşım yanına çağırdı beni. O sırada kardeşimin bir arkadaşı Çankaya Belediyesi’nin konservatuar sınavlarının olduğunu haber verdi. Ben biraz kararsız şekilde başvurunun son günü başvuru yapmaya gittim. Kapıyı yeni kapatmışlar, çıkıyorlardı. Başvuruyu alan kadın benim gözüme baktı “Sen bunu çok mu istiyorsun?” diye sordu. “Çok istiyorum” dedim. Dönüp kapıyı açtı bana form verdi. Bir tirat verdi. “Buna hazırlanacaksın, sınava öyle geleceksin” dedi.
Sınav Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde yapıldı. Bahadır Tokmak, Gülçin Üstüntaş gibi isimler vardı jüride. Çok kalabalıktı, sahneye çıktım. Tiradı oyna dediler. Ben oynamaya başladım ama yarıda kestirdiler, başka sorular sordular. Ben “Eyvah, sınavı kazanamadım!” diye bakıyordum. On gün sonra bir telefon geldi “Sınavı kazandın” dediler.
Benim için bir dönüm noktası oldu, tiyatroyla tanıştım. Bir azim, istek vardı bende, ideallerim için çok disiplinli çalıştım. Zamanla roller almaya başladım. Çankaya Belediyesi bizi işe aldı. O süreç içerisinde ben bir taraftan sınavlara hazırlanıyorum. Sinemaya azmetmişim, olacak! Üniversite sınavına ODTÜ’de girdim. Sınava girerken yanımda bir kalem, bir silgi var. Kalemin ucu kırılsa yedek kalem yok. Ama o azimle ben İstanbul Üniversitesi Radyo Sinema TV bölümünü kazandım. Üniversite dönemim çok yoğun ve hareketli geçti. Buradan mezun oldum. Çok değerli isimlerle çalıştım ama “Benim hocam Metin Erksan” diyorum. Ondan çok etkilendim, onun toplumsal gerçekçi çizgisinde bir yönetmen olmayı amaç edindim.
Diğer hocalarımın da yönlendirmesiyle süreç beni belgesele itti. Metin Erksan ve Prof. Dr. Battal Odabaş beni belgesele yönelten en büyük etmenler oldu.
Belgesel çalışmalarında nereden etkilendin? İlk çalışmalarından bahseder misin?
Okulumun bitmesine yakın Çankaya Belediyesi’nin tiyatrosu lağvedildi. Beni de Bademlidere bölgesine görevlendirdiler, 2010 – 2012 gibi. O dönem bir taraftan istifayı düşünürken bir taraftan da Bademlidere bölgesini tanımaya çalışıyorum. Zamanla bölgenin içine girdim, bölge beni çok etkiledi, burada çok şey üretebileceğimi fark ettim.
Bademlidere, Çankaya’nın gecekondu bölgesi. Çocuklar bir tarafta teker yuvarlıyorlar, diğer tarafta ata binenler var, lastiklerden ateşler yakılıyor.Bölge bir taraftan doğudan göç alıyor, diğer yandan kentsel dönüşüm nedeniyle Altındağ bölgesinden buraya bir iç göç var. Ankara’nın içinde bir güneydoğu oluşmuş.
Bölgede Çankaya Belediyesi’nin bir merkezi var, biz burada çocuk çalışmaları yapıyoruz. Kurslar, etkinlikler vs. Çalışmaların bir yerinde katılan çocukların sayısının bir anda azalmaya başladığını farkettim. Ben gelmeyen çocukların peşinde düştüm, azalmanın nedenini bulmaya çalışıyorum. Farkına vardım ki, kentsel dönüşüm burayı da etkilemiş, gecekondular yıkılmaya başladıkça buradan Karataş’a, Hüseyin Gazi bölgesine bir yer değiştirme başlamış. İnsanlar zaten köy boşaltmalarla topraklarını bırakıp buralara gelmişler şimdi şehrin içerisinde sürgün ediliyorlar.
Ben hemen bunu nasıl anlatırım diye düşünmeye başladım. Elimde sinema gibi bir silahım var. Ben de bunun hikayesini düşünmeye başladım. Mahalleye kamerayı koydum ama çok zor oldu. Çocukları buldum, çocuklar konuşmak istemiyorlar. Alışmaları ayları buldu. Sonra konuşmaya başladılar. Ailelerini, yaşadıklarını, kentin içerisindeki sürgünü, göçü anlatmaya başladılar. Özel bir hikaye çıktı ortaya: “Ankara’nın Güneydoğusu.”
Bu hikaye çok yere gitti, çok ödüller aldı. Altın Koza Film Festivali’nde açılış yaptı. Dünyadaki en iyi 7 yapım arasına girdi. İran’dan en iyi 2.film ödülünü aldı.
Filmin bu başarısı bir taraftan da tepkiler almaya başladı. Ben artık kentsel dönüşümle ilgili aktivistliğe başladım. Nerede kentsel dönüşümle ilgili bir sorun olsa ben oradayım. Aradan belli bir zaman geçti. Kısa filmler, sinema filmleri yaptım.
Dönüşüm’den bahseder misin biraz da, nasıl ortaya çıktı?
Belgeselin içerisinde atık kağıt işçisi Vedat isimli bir çocuk var. Hakkari’den Van’a, Van’dan Ankara’ya gelen bir aile, bölgede hatırı sayılır bir nüfusları var.
Burada binalar büyüdükçe kentsel dönüşüm artıp binalar yükseldikçe gecekondu bölgesi daralmaya başladı. Vedat “Artık biz ne yapacağımızı şaşırdık. Bölgeden gitsek mi, gidersek atık kağıt burada nasıl yapacağız bilmiyoruz” dedi.
İşte burada ben Vedat’a bunu film yapmayı önerdim. 8 aya yakın bir çalışmaya içerisine girdik. Günlerce Vedat’ın günlük hayatını birlikte yaşadık. Gün gün hayatını kaydettik.
Sinopsisini de söylemek isterim filmin: Hakkari’den Van’a, Van’dan Ankara’ya gelmiş bir ailenin çocuğu Vedat. Atık kağıt işçisi. Gecekonduların yoğun olduğu bölgede yaşıyorlar. Bölgedeki gecekonduların yıkımıyla beraber, Vedat hayatındaki dönüşüm hikayesini anlatıyor. Gecekondudan binaya nasıl geçtiklerini, niye göç ettiklerini anlatıyor.
Filmimiz birçok festivalde gösterilmeye başladı. Ödüller alıyor. En son İşçi Filmleri Festivali’ndeydik. Orada da bayağı değer gördü filmimiz. Şu an böyle gidiyor. Hikaye insanların içinden gelen bir hikaye. Ben de artık yavaş yavaş toplumsal gerçekçi sinemaya yaklaştığımı seziyorum. Büyük bir haz alıyorum. Hayatını buna adamış yönetmenler, sinemacılar, sanatçılar var, hala toplumdan besleniyorlar.Ben de ömrüm yettiğince bundan besleneceğim galiba. Toplumun her şeyinden besleniyoruz. Ben de bir sinema üslubu oluşturmaya çalışıyorum. Bir hikayem var, kendime has çekimlerim, kamera hareketlerim oluşmaya başladı. Yavaş yavaş anlaşılacağımı zannediyorum.
Belgesel senin çalışmalarının içinde nerede duruyor?
Sinemanın başlangıcı, mihenk taşı belgesel aslında. Lumiere kardeşlerin trenin gara girişini çektikleri ilk filmden başlayarak belgesel yapılıyor aslında. Kurmaca hikayeler falan sonra gelişiyor. Belgesel hayatın hiçbir yerinden kopmuyor. Belgesele sıcak bakmamdaki en önemli şey, toplumsal gerçekçilik hikayelerini anlatabileceğim en iyi yolun belgeselle olduğunu düşünmemdir.
Yeni projelerin nedir? Yine ödüllü çalışmalarda görecek miyiz seni, ne tür çalışmalar planlıyorsun?
Yeni projeler çalışıyorum. Yine kentle ilgili bir hikayeye çalışıyorum.
Benim derdim ödüller değil, filmlerim beni popüler bir noktaya getirsin değil. Benim derdim bir dert anlatmak. Ben kurmaca hikayelerimde bile bir derdi anlatmak peşindeyim. Ben bundan sonraki projelerimde de toplumdan besleneceğim, dert anlatacağım, derdi olan projeler yapacağım.
0 comments on “ERHUN ALTUN: BELGESELİN DERDİ “DERT ANLATMAK”TIR”