Sayın Murat Karayalçın, bir röportajında “Sosyal demokrat belediyeciliğin özü kaliteli kent hizmetlerinin bir ticari ürün olmaktan çıkarılmasıdır” dedi. Biz de bu ifadeden ne anlamamız gerektiğini, kaliteli kent hizmeti tanımını ve sosyal demokrat yerel yönetim politikasının bunu ticari meta olmaktan nasıl çıkarabileceğini konuştuk.
Genelde siyasi eğilimleri ne olursa olsun halkın belediyeden beklentisi çeşitli mühendislik projelerinin başarıyla uygulanması şeklindedir. Mühendislik türleri ya da projeler arasında bir ayrım yapılması çok fazla düşünülmez ama mühendislik projelerinin öne çıktığını biliyoruz.
Kent halkının değişik dönemlerdeki sıkıntılarına ve gereksinmelerine göre öncelikler değişebilmektedir. Bir tarihte konut öne çıkarken bir başka tarihte metro yapımı talep edilebilir. Son dönemlerde de kentsel dönüşüm talepleri yaygınlaşıyor. Bunlar kentlerin gereksinmelerine göre değişebilmekte. Ama genel olarak başarılı belediyecilik denen şey halkın nezdinde, ister sağ eğilimli olsunlar ister sol, bu projelerin hazırlanması, ivedilikle uygulanması ve sonuçlanması şeklinde tanımlanır. Oysa belediyeciliği mühendislik projeleriyle sınırlandırmak yanlış olur. Türkiye’de belediyelerin yönetici kadrosu mühendislik projelerinin dışında diğer konuları da ele almalıdır.
Bizim dönemimizde 2.5 milyar dolarlık mühendislik projeleri uyguladık. Bunun yanı sıra belediyenin saydamlaşması için Ankara halkının kent yönetimine katılması için yeni bir kent kimliği için, sanatın sokağa taşınması için çok uygulamalarımız oldu. Sosyal demokrat belediyecilik olarak bunları da fazlasıyla önemsedik ama akılda kalan metro gibi projeler oldu.
Kentlerde eşitlikçi olmayan bir yapı var
Sosyal demokrasinin özü olan eşitlik, özgürlük ve dayanışma, sosyal demokratlar tarafından çoğu kez merkezi yönetimin örneğin bakanlıkların siyaseti olarak düşünülür. Bunlar, yerel yönetimlerle pek ilişkilendirilmez. Oysa yerel yönetimlerin de bu bağlamda çok önemli görevleri vardır. Kaliteli kent hizmetlerinin ticari ürün olmaktan, metalaşmaktan çıkarılması bu bağlamda önem taşır.
Eşitlik konusu sol siyasetçiler tarafından tarihsel olarak iki yaklaşıma dayandırılmıştır. Nihai amaç olarak sonunda eşit bir topluma ulaşmak için kimileri “üretim araçları devletleştirilmelidir” demiştir. Aslında bunun bazı sonuçlarını bugün de görüyoruz. Bugün Küba’ya, geçmişte doğu bloku ülkelerinin uygulamalarına baktığımızda eğitim, sağlık konusunda nitelikli hizmetlerin herkes için verildiğini görüyoruz.
Sosyal demokratlar bu siyasete, özgürlüklerin kısıtlandığını ve tek parti hükümetlerinin yaygınlaşacağını düşündükleri için karşı çıkmışlardır. Sosyal demokratlar gelirin ikinci el dağıtımı politikasını kabul ederler. Yani vergilendirme yoluyla kamu hizmetlerinin finanse edilmesidir. Eğitim, sağlık ve diğer hizmetlerin halka bedava, kaliteli ve eşit şekilde sunulmasını amaçlarlar.
Aslında bu düşüncenin nitelikli kamu hizmetlerinin metalaştırılmaktan çıkarılması çerçevesinde değerlendirilmesi gerekir. Ben bunu David Harvey’de ilk kez duydum. O kent yoksullarının dışlandığını iddia eder.
Şöyle bir değerlendirme yaptığımızda bunu kolaylıkla görebiliyoruz. Ankara İstanbul ve Türkiye’nin diğer kentlerinde bunu görüyoruz; eşitlikçi olmayan bir yapı var. Ben bunu klasik bir gelir dağılımı farklılığı anlamında dile getirmiyorum.
Zorunlu olarak kullanılan kentsel hizmetlerde sınıf farklılığı ortaya çıkıyor
Aslında kentler tek düze sınıfsal bir temele oturtulamaz. Sadece zenginlerin kenti olamaz, sadece yoksulların kenti de olamaz, kentte herkes vardır. Farklılıkların olması doğaldır. Fakat son yıllarda bu farklılıklar temel hizmetlerde de ortaya çıkar oldu. İnsanlar otobüse, metroya binmek zorunda. Kentsel yaşamın gerekliliği bu, yalnızca maddi durumla ilgili değil. Varlıklı olan da, olmayan da aynı metroyu kullanır. Avrupa’da da böyledir. Ancak kentsel hizmetlerde sınıf farklılığının ortaya çıkmaya başladığını görüyoruz.
Ben belediye başkanıyken EGO genel müdürümüze “otobüslerde oturulan yerleri yıkayalım” dedim. Çünkü bu hizmetin nitelikli verilmesi gerekiyor. İstif halinde insanların taşınması kalitesiz bir hizmettir. Metro için de aynı şey geçerli. Moskova metrosu bu anlamda çok iyi. Bir resim galerisi gibi.
Dünyada bir orta sınıf patlaması yaşanıyor.
Son yıllarda 1 milyar insan bu sınıfın içine girdi. Bu sınıf talepte bulunuyor. İyi öğretmen, iyi okul, temiz okul; hastane için, adliyeler için aynı şekilde. Gelir arttıkça nitelikli hizmet için talep de artıyor. Talep arttıkça nitelikli hizmet fiyatlandırılmaya başlanıyor. Sosyal demokrat belediyenin fiyatlandırma konusundaki duyarlılığı da burada başlamalı. Temiz ve kaliteli hizmet, metalaşmış bir şekilde varlıklı kişilere mi sunulacak yoksa herkese eşit bir şekilde bu hizmetler sunulabilecek mi?
Ben Şehirlerarası Otobüs Terminali yapılırken bu konudaki duyarlılığımı yansıtmaya çalıştım. Varlıklı insanlar uçakla yolculuk yapıyor, yoksul insanlar otobüsle yolculuk yapıyor. Şehirlerarası otobüs terminalini çığırtkanların hakim olduğu bir yer olmasından kurtarmak gerekiyor. Şehirlerarası Otobüs Terminalinin yerlerinde granit kullandık. Bu cilalandığında pırıl pırıl bir görüntü verir. Terminalde çığırtkanlar yerine havaalanındaki gibi elektronik tabelalar kondu. Tabela kirliliği önlendi.
Merkezi idarede ne düşünüyorsak yerel yönetimde de aynısını görmeliyiz
Klasik sosyal demokratların dünyaya bakışına da benzeterek, merkezi yönetimde ne düşünüyorsak yerel yönetimde de aynısını düşünmeliyiz. Yerel yönetimler başarılı mühendislik hizmeti vermeli. Sosyal demokratların kaynakları iyi kullanırız iddiasının bir gereğidir bu. O nedenle sosyal demokratlar mühendislik projelerini başarıyla uygulamalılar. Ancak, sosyal demokratlar insanların harmanlanmasını sağlayacak yeni kent kimliklerinin geliştirilmesinde, saydamlık ve katılımcılıkta ve kaliteli kent hizmetlerinin bütün kesimlere verilmesinde de başarılı olmalıdırlar.
Kent hakkı kavramını Anayasaya konmalı
Ben kent hakkını, yeni kuşak insan hakları arasında değerlendiriyorum. İnsan hakları kavramı son yıllarda çok genişlemeye başladı. Kent hakkı da bunlardan biri. Hatta ben kent hakkının yeni anayasaya konması gerektiğini düşünüyorum.
Gezi davası Türkiye’de kent hakkını yargı yoluyla içtihatlara kazandırdı
Özellikle Gezi Direnişi’nin Türkiye’de kent hakkının kazanıldığı süreç olarak değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Gezi Direnişi’nin mesajı sonuç itibariyle şuydu; benim yaşam alanıma benim onayım ya da görüşüm olmadan müdahale edemezsin. Gezi parkını kullananlarla görüşülmeden yalnızca bir kişinin tercihiyle buraya Topçu Kışlası yapalım fikrine tepki gösterdi insanlar. Şimdi tekrar Gezi davası görülüyor, ama gezi sanıklarının beraatına karar veren mahkeme Türkiye’de kent hakkını yargı yoluyla içtihatlara kazandırmıştır.
Aslında tartışmayı biraz daha genişletmek gerekiyor. Katılımcılık düşüncesi de bu kent hakkı ile bağlantılı. Diyelim ki, bir projeye başlıyorsunuz. O projeden bazı insanlar olumlu bazıları olumsuz etkilenebilir. Bu insanların bu sürece katılması uygun olmaz mı? Türkiye’de bireylerin kendi yaşamlarına dair talepleri oluyor. Bu talepleri kamu yönetimine nasıl iletiyorlar? Toplantılarda görürsünüz; halk belediye başkanını gördüğünde ya da bakanı gördüğünde eline bir pusula verir, daha uygun bir ortamsa dosya verir ya da partide güçlü biriyle randevu ister. Bunlar hep taleplerin iletilme şekillerdir. Gerçi bazı projeler vardır ki bunu halkın istemesine gerek yoktur. Mesela bir mahalleye otobüs verilmesinde talebe ihtiyaç yoktur.
Biz katılımı bir aşama geliştirerek ortaklaşmaya taşıdık
Biz Ankara’nın sosyal demokratları olarak katılımı bir adım öteye taşıdık, bu da “ortaklaşım”dı. Projenin o halkla birlikte belirlenmesi ve uygulanması ortaklaşmadır. Bir proje ortaklık alanı yaratmış oluyorsunuz. Örneğin Dikmen Projesi’nde 5 mahalle var. Burada Türkiye’nin ilk kentsel dönüşüm projesi uygulandı. İki bin gecekondu vardı. Yaklaşık 10 bin hemşerimiz yaşıyordu. Bizden önceki belediye “siz buradan çıkın biz burayı rekreasyon alanı yapacağız tümüyle yeşil alan olacak” demiş. Halk da buna direnmiş, çıkmamış. 1989’da sosyal demokrat belediye yönetimi olarak geldiğimizde halka “çıkmayacaksın burayı birlikte güzelleştireceğiz, yeni bir yaşam biçimine dönüştüreceğiz” dedik. 5 mahallede birer dönüşüm kooperatifi kurduk. Her mahalle halkı o kooperatife üye oldu. temsilci seçtiler. Ben de belediyeden 5 temsilci atadım. 10 kişi ve ben 11 kişi olduk. Dikmen Vadisi Projesi Karar Kurulu’nu kurduk. Bunu biz icat ettik. Bu 11 kişi her ay düzenli ve gündemli olarak toplandılar, karar aldılar. Kararlar yönetim kurulu karar defterine geçirildi. Ben de alınan kararların uygulanmasını sağladım. Ancak bizden sonraki yönetim projeyi değiştirdi, arsa temini projesi haline getirdi. Bizim yaptığımız katılım değil katılımın bir aşama ilerisiydi.
Katılımcılıkta istenen görüş almadır
Katılımcılıkta görüş alıyorsun. O görüşü uygularsın uygulamazsın. Buna ilişkin zorunluluk yok. Senden istenen görüş almadır. Bizim yaptığımız ise, birlikte karar alma uygulamasıdır. Katılım değil ortaklaşımdır. Bu da kent hakkı kavramının bir başka yönüdür.
Gezi ile karşılaştırırsak Gezi direnişti, Dikmen projeydi. Biri kent hakkına ilişkin uygulama, diğeri de kent hakkını vermiyorsan alırım anlayışının ortaya konması.
0 comments on “Murat Karayalçın: Sosyal demokrat belediyeciliğin özü, kaliteli kent hizmetinin bir ticari meta olmaktan çıkarılmasıdır”