Başlıkta yer alan “savunma” ifadesi aslında yaşadığımız çaresizliği oldukça açık bir şekilde ortaya koyuyor. Atatürk cumhuriyetinin AKP tarafından İslami bir cumhuriyete doğru yeniden düzenlendiği günümüz koşullarında laiklik kamusal hayatı belirleyen ve gündelik ilişkilerde sekülerizmi teşvik eden temel ilke olmaktan çıkarak bir hatıraya dönüşmekte. Devletin laik kimliği ve toplumdaki seküler hayat her geçen gün biraz daha aşınıyor. Tabii bu durum pek çok şeyle birlikte sağ hegemonyayı daha da rakipsiz kılmakta. Din, devlet ve aile arasındaki kutsal eklemlenme özgür düşünceye ve eşitliğe alan bırakmayacak bir niteliğe ulaşmış durumda. Kamusal hayat dinin işgali altında. Peki, ne yapacağız? Bu dönüşümü durdurmanın ve kaybettiklerimizi geri almanın bir yolu var mı?
Öncelikle yeni bir aydınlanma ve laiklik kavrayışına ihtiyacımız var. Bugünkü İslami dönüşümü kolaylaştıran devletçi-Kemalist laikliğin ciddi bir öz eleştirisi yapılmalı. Atatürk Cumhuriyeti Türkiye laikliğini devletçi ve Sünni bir formda inşa etti. Devletten bağımsız dini örgütlenmeye izin vermedi. Diyanet İşleri Başkanlığı Osmanlı’nın Şeyhülislamlığı gibi işledi. Sünni İslam’a en fazla kaynağı devlet ayırdı. AKP Kemalist din-devlet özdeşliği anlayışını olduğu gibi devam ettiriyor. Tabii değişen ideolojik doğrultu nedeniyle dün dini kontrol etmek için kurulan Diyanet bugün devletin toplumu yeniden İslamileştirilmesinin bir enstrümanı olarak iş görmekte. Geldiğimiz yer çok açık. AKP Türkiye’sinde laikliği savunmak Diyanet’in devletten ayrılmasını savunmayla eş anlama gelmeli. Devletin dine kaynak aktarıp istihdam sağlayacağı bir kurumu olduğu müddetçe laiklik de mesafe almak mümkün değil.
Devletçi laikliğe karşı sekülerizm tercihi ortaya konulduktan sonra laiklik mücadelesinin başka hak mücadeleleriyle eklemlenmesi meselesi gündeme getirilebilir. Atatürk adı kurumlardan silindiği, eğitim sistemi dinci bir müfredatla dönüştürüldüğü veya din adamlarına nikah yetkisi verildiğinde laiklikle ilgili sesler yükseliyor. Bu sorunlar ve verilen tepkiler şüphesiz ki çok önemli. Ama hayat tarzı tartışmasına özdeş bir içerikte gündem üreten laiklik savunusunun kitleselliğini canlı tutması hiç de kolay değil. Hem kalıcılık hem de sosyolojik derinlik için laiklik mücadelesi emek mücadelesi ve kadın hakları hareketiyle bütünleşmeli. Laikliğin olmadığı bir ülkede kadına erkek karşısında eşit haklara sahip olmasını beklemek söz konusu bile olamaz. Halkının çoğu Müslüman olan bir ülkede laiklik herkes için, ama en çok da kadınlar için güvence. Emekle laiklik arasındaki bağlantı ise daha çok ortak düşmanın niteliğiyle ilgili. Türkiye’de ve pek çok ülkede gerici saldırı kapitalizm-din işbirliğine dayalı bir şekilde sonuç doğuruyor. Dinci yapı kapitalizmin sömürü ve meta ilişkilerine laik alternatifine göre daha fazla izin veren bir toplumsal kerteye karşılık gelmekte. Çünkü istisnaları saklı kalmak kaydıyla din adamları sınıfının büyük bir kısmı emek sömürüsünü kader ve tevekkül kavramlarıyla meşrulaştırıyor. Ulema, patronlara çalışmakta. Bu nedenle laiklik ve emek mücadelelerinin birbirine paralel bir şekilde yürütülmesi önemli. İhtimal ki bir alandaki kazanım diğer alanı rahatlatacak.
Son olarak 15 Temmuz meselesine değinebilir. 15 Temmuz darbe girişimi Türk siyasi hayatına etki eden pek çok yan anlamının yanı sıra laikliğin önemi bakımından oldukça düşündürücü bir olaydır. Çünkü bu girişim bir tarikatın devlet içerisinde örgütlenerek devlet içerisinde kendi devletini yaratması sayesinde söz konusu olmuştur. Günümüz Türkiye’sinde laikliğin belki de en önemli gerekçelerinden biri çarpık devlet-tarikat ilişkisine yönelik bu tür yönelimlerin bastırılmasında söz konusu olur. Laiklik olmazsa dini cemaat ve tarikatlar devleti ele geçirebilir. Böylesi bir durum yurttaşlık ve kamusallığı tümüyle yok eder.
0 comments on “LAİKLİĞİ NASIL SAVUNACAĞIZ?”