Geçen hafta uluslararası alanda etkili bir platform olan, Belçika’da üyesi olduğum Flamanya P.E.N Yazarlar Derneği’nin isteği üzerine ulusal gazetelerde yayımlanacak yazımda Avrupa’ya şöyle anlatmıştım Türkiye’yi:
“Çok uzakta değil, henüz 1980 yılında askeri darbede muhalif olduğu için idamla yargılanmış, hapislerde yatmış bir siyasi tutuklunun sürgünlerde büyümüş kızı olarak bugün ülkemi ve ilerici insanlarını uluslararası alanda temsil etme, dizelerimle dilimizi başka coğrafyalarla buluşturma imkanını bana tanıyan mucizenin adıdır Türkiye. Hüznün, umudun, acının ve neşenin içiçe geçtiği bir eski zaman hikayesinin topraklarının insanlarıyız biz. Hüznün ve sevdanın inceliklendirdiği, sizin için ise “öteki Avrupalılar”ız“*
Bu hafta Avrupa Parlamentosu’nda yapılan oylamayla 477’ye karşı 64 oyla kabul edilen çok sert Türkiye kararını değerlendirip üzerine yazarken ister istemez aklımdan geçen 10 yılı düşündüm.
“Türkiye uzunca bir zamandır karanlık bir tünelin içinden geçiyor. Avrupa’nın 21. yüzyılın başında kısmı bellek kaybına uğraması, Türk demokratlara kör ve sağır kalmasının acı anısı ise herkes için çok taze. Öyle ya “işte özgürlük, demokrasi böyle ölür bir alkış tufanı altında**”.
Bugün artık Avrupa biraz daha net görmeye ve duymaya başlasa da bizler tünelin en karanlık noktasına yakınız. Haksız gözaltılar, gasp edilen haklar, baskı, yıldırma ve adaletsizliğin, zulmün şiddeti hayatları rehin alıyor. Bu göz gözü görmez karanlıkta ise Avrupa’nın kolları tutmuyor, “öteki Avrupalılar”la bir türlü kucaklaşamıyor. İlericiler için heyecan verici bir bütünleşme fikri olan Avrupa projesi, kötü politikalar ve siyasetçileriyle kendi dönüştürücü gücünün celladı oluyor”.
Her ne kadar danışma niteliği taşısa da önemli bir siyasi belge olan Avrupa Parlamentosu kararı Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öneriyor. Genel kurulda son aşamada da önemli eklemeler oldu karara. Biri Incirlik üssü ile ilgili ve diğeri AIHM’e siyasi tutukluluklarla ile ilgili çağrıydı.
Raportör Piri Türkiye’ye her yıl yapılan 700 milyon Euro’ya yakın mali yardımların durdurulması ve sivil topluma yönlendirilmesini savunuyor ancak savunduğu gibi müzakereler askıya alındığında bunun mevcut kurallar içinde uygulanabilirliği de son derece şüpheli çünkü mali yardıma zemin hazırlayan amaç ve araçlar yok edilmiş oluyor.
Oluşum sürecinde bizim de Brüksel’de CHP AB Temsilciliği olarak çok sayıda görüşme ile görüşlerimizi aktardığımız rapordan öne çıkan bazı noktalar şunlar:
-15 Temmuz’dan sonra yüzbinlerce kişinin işten atılması ve tutuklanması. Masumiyet karinesine saygı gösterilmemesi.
-Tutukluların avukatlarla görüşmelerinin engellendiği, AYM’ye ulaşan yüzbinlerce dosyanın olduğu
-OHAL komisyonun kapsamlı ve etkili bir şekilde çalıştırılmadığı
-OHAL’in ilan edilmesiyle birlikte, temel insan hakları, adil yargılama, özgürlüklerin tamamen kısıtlandığı
-Raporda “Seyahat haklarını kısıtlandı, gazeteciler, akademisyenler, öğrenciler,
öğretmenler, askerler, polisler, tutuklandı, yüzlerce okul, hastane, yayınevi, gazete, radyo, televizyon, özel şirket kapatıldı, herhangi bir hukuki gerekçe göstermeden insanların mallarına el konuldu” deniyor.
-CHP Milletvekili Enis Berberoglu ve tutuklu diğer siyasilerin durumu ve AIHM’e çağrı.
-İnsanlık dışı muamele ve işkenceyle mücadele komitesinin Türkiye raporunu ivedilikle yayımlanması çağrısı
-Erdoğan’ın batılı liderlere yönelik “Nazi” benzetmesi sert bir dille eleştirtilmesi
-AB-Türkiye arasında göç, enerji, ekonomi ticaret gibi alanlarda işbirliğine devam edilmeli, gümrük birliği iyileştirilmeli
-Visa serbestisi için kriterlerin yerine getirilmesi gerektiği
-Yolsuzluğun önlemesi için ciddi çalışmalar yapılmalı, üst düzey yolsuzluk davalarına ciddiyetle bakılması
-Terörle mücadele konusunda işbirliği
-Ekonomi ve enerji alanında işbirlikleri ve siyasi diyaloğun devamı
-Dış politikada AB politikalarıyla uyum ve AB-Türkiye ilişkilerini görüşmek üzere AB Konsey’inin Türk hükümetini zirveye davet etmesi önerisi
-Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi
-Mülteci çocukların eğitimi
-Türkiye’nin deprem riski çok yüksek bir hatta bulunduğu için Akkuyu nükleer santrali inşası planlarının durdurması
-Vatansız kişilerin statüsüyle ilgili 1954 BM Sözleşmesi ve vatansızlığın azaltılmasına ilişkin 1961 BM Sözleşmesi’ni ihlal ederek ve çok sayıda pasaportun iptal edilmesinden kaygı duyulduğu.
Şunu öncelikle not etmek gerekir, Avrupa Parlamentosu’nun katılımcı ülkelerle müzakerelerin kesilmesi sürecinde herhangi bir yetkisi bulunmuyor. Bu karar tamamen danışma niteliği taşıyan önemli bir siyasi metin olarak okunmalı.
AB Konseyi’nin yetkisinde olan müzakerelerin kesilmesine ise üye devletler
sıcak bakmıyor. Bunların başında da G. Kıbrıs ve Yunanistan geliyor. Müzakerelerin kesilmesini savunan tek ülke Avusturya ise AB Konseyi’nde yalnız çünkü diğerleri bunun daha da kötü sonuçlar doğuracağı düşünüyor.
Önümüzdeki dönem için görüşler ve adımlar:
Sessiz sedasız kararlaştırılan AB yıllık ilerleme raporlarının 2 yılda bir yayımlaması önemli bir değişim. Buna göre normalde Eylül ya da Ekim’de yayımlanacak ilerleme raporu Nisan 2018’e kayacak. Mülteci krizinin zirve yaptığı günlerde ilerleme raporunun yayımlanmasının nasıl ertelendiğini ve bunun Cumhurbaşkanı Erdoğan’a Kasım 2015’te “seçimler öncesi jest” olarak Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker tarafından sunulduğunu hala yalanlanmamış olan basına sızmış toplantı tutanaklarından hatırlıyoruz.
İlerleme Raporu’nun iki yılda bir yayımlanması da “Juncker Ekibi” olarak anılan Avrupa Komisyonu’nun AB için genişlemeyi tamamen geri plana atan siyaseti ve Avrupa’nın dönüştürücü gücünün zayıflamasının bir sonucu.
Avrupa içinde yükselen popülizm demokrasileri tehdit ederek ana akım siyaseti de
yeniden şekillendiriyor. Atılan her adımda iç siyasi kaygıların izlerini görmek mümkün. Avrupa siyasetinin korkuların mahkumu olmadan yenilikçi ve Avrupa değerlerinin iyi sahiplenicisi, pragmatizme yaslanmayan, iç siyasi kaygılarla dış politika oluşturmaktan imtina eden bir çizgiye dönmesi şart. Avrupa Birliği’nin içeride, katılımcı ülkeler ve bölgede demokrasinin desteklenmesi ile ilgili rolüne daha etkili sahip çıkması gerekiyor. Bu da daha proaktif, yaratıcı ve etkili bir AB demek.
Avrupa Birliği ile üyelik müzakerelerinin itici gücü ise her zaman ilgili ülkenin reform kapasitesi ve ilerleme kararlılığıdır. Bu unsurlar AB’de de üyelik yönünde siyasi irade ile buluştuğu noktada tam üyelik gerçekleşir. Bugün gelinen noktada Türkiye örneğinde bu unsurların karşılıklı olarak ortadan kalktığını, popülist söylemlerin süreci rehin aldığını görüyoruz. Taraflar ortak bir hedef için somut adımlar atmaktan uzaklaşmış durumdalar.
Bu nedenlerle örneğin Türkiye demokratikleşme ile ilgili 23. ve 24. başlığı açmadığı için AB’yi suçluyor ama demokratikleşme için gerekli düzenlemelerin tam tersi
düzenlemeler ve eylemler yapıyor. Raporları çöpe atarak şov yapıyor, iç kamuoyuna yönelik görüşmeyi reddettiği açıklamaları yaptığı siyasilerle bir kaç gün sonra bir araya geliyor. Aynı şekilde AB tarafı da Türkiye’deki anti-demokratik gelişmeleri eleştiriyor ancak ne ilgili başlıkları açıp konuyu gündeme ciddiyetle getiriyor ne de Türkiye’de demokrasiyi, özgürlükleri destekleyici somut adımlar atıyor. Bulabildiği yegâne yaratıcı çözüm müzakereleri askıya alma önerisi olabiliyor.
Bu olgular ışığında Türkiye’nin demokrat ve ilerici kesimlerine önemli bir rol düşüyor. İki tarafın da ‘kaybeden’ olduğu bu denklemi değiştirmek için girişimler gerekli.Ve bu taraflardan biri AB olsa da diğeri otoriterleşmiş siyasi iktidar değil Türk toplumu ve özellikle demokrat kesimlerdir.
Türkiye’de Adalet Yürüyüşü ile güç kazanan demokrasi
mücadelesini uluslararası bir bağlama oturtarak AB üyelik hedefini
gerçekçi bir zeminde aktif olarak savunmak elzem. Tüm sorunlarına rağmen
bugün için AB üyelik süreci hala en iyi demokratikleşme çerçevesi.
İKV’nin son anketlerinden biri Türkiye’de otoriterleşmenin en yükseldiği 2016’da AB üyelik hedefine toplumdaki desteğin ciddi bir sıçrama yaşadığını ve %63 olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki demokratlar bu veriyi iyi değerlendirmeli. Yerel desteği olmadan ne demokrasi mücadelesinin ne de AB hedefinin başarılı olmasına imkan bulunmuyor. Bu destek zemini var ancak daha iyi harekete geçirilmeli.
Türkiye ile Gümrük Birliği’nin güncellemesi antidemokratik gelişmelerin tehdidi
altında. Bundan en çok Avrupa ile yoğun iş yapan Türkiye’deki özel sektör etkileniyor. Önümüzdeki dönemde üzerine daha fazla eğilinecek konu başlıklarından biri bu. AP de burada etkili olacak.
Vize serbestisi için toplumun çeşitli kesimleri hem iktidar üzerinde baskı
kurmalı hem de AB’yi bu yönde harekete zorlamalı. Yurttaşlarımızın hala AB üye ülkelerinin diplomatik temsilciliklerinde uğradığı muamele kabul edilemez. Buna son vermek için gereği siyasi iktidarca yapılmalı. Bu en önemli önceliklerden biridir. Seyahat özgürlüğü kısıtlı bir toplumun özgür düşüncesi de tutsak olur.
Referandum sonucunda Hayır’ın kazandığı ancak sonuçlara şaibe karıştığı uluslararası çevrelerce kabul görüyor. Demokrat kesimler bunu gündemde tutmayı sürdürmeliler.
Tüm otoriterleşme ve çağdaş dünyadan Türkiye’yi koparacak adımların ardında
yolsuzluklar konusu yatıyor. Uluslararası toplumun ve iç kamuoyunun yolsuzlukla mücadele alanından dikkatini ayırmamasına özel önem verilmeli.
Yolsuzlukla mücadele kapsamında AB sürecinde iki müzakere başlığı öne çıkıyor. Biri Kamu İhale Kanunu’nun AB standartlarına güncellemesini içeren Kamu İhaleleri başlığı, diğeri ise Devlet Yardımları Kanunu’nun reformunu içeren Rekabet Politikası başlığı. Siyasi iktidarın gözlerden uzak tutmaya çalıştığı bu iki başlık demokratların daha fazla ilgisini hak ediyor. AB tarafından siyasi engelleme de olmayan bu başlıklar doğrudan yolsuzlukla mücadeleyi, hesap verebilirlik ve saydamlığı içeriyor. Dolayısıyla siyasetin finansmanını da kapsıyor. Bu iki başlık demokratların öncelikli konuları arasında olmalı.
Devam eden bu zorlu süreçte Avrupa Birliği içinde de öteden bu yana Türkiye’yi istemeyen kesimler ile Türkiye’yi Avrupa’nın bir parçası olarak gören, sorunlara çözümü de Avrupalı bir çerçeveye oturtmaya çalışanların bir mücadelesi olduğunu göz ardı etmeden hareket etmek gerekiyor. AB içindeki bu fark, denge ve çatışmaları iyi okumadan sağlıklı bir strateji belirlemek olanaklı değil.
Türkiye’nin geleceği bugün ülkede verilen çetin mücadelenin başarısına ve bu başarıyı ülkenin tekrar batının saygın bir üyesi olmakla taçlanması da bugün demokrat kesimlerin çağdaş dünya ile kurduğu güçlü bağlara bağlı. Bu nedenle içeride mücadele sürerken uluslararası alanda konuların doğru algılanmasına yönelik çalışmalara daha fazla ihtiyaç var. Dünya demokratlardan gelecek mesajlara her zamankinden daha açık. Türkiye’nin batılı köklerini ve bir cumhuriyet ülküsü olan AB hedefini koruyarak çağdaş dünyaya ışık tutmak sorumluluğumuz var.
Bugün maalesef yol arkadaşlarımız ve demokrat yurttaşlarımız zalim bir
düzenin elinde tutsak olmuş durumdalar. Onları er ya da geç bu tutsaklıktan kurtaracağız. Zalimler zulümlerine yaslanmaya devam etsinler, bizim asla kıramayacakları direncimiz var. “2013’teki Gezi eylemleri” de bugün CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 400km’dan uzun “Adalet Yürüyüşü” de bu direnme gücünün sonuçları. Ezilenlerin, ötekileştirilenlerin dayanma gücüne en iyi şahitlerden biri şair Ahmed Arif’in her demokratın dimağına işlemiş olan Anadolu şiiridir:
“..Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip…
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne – üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının…
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile …
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ? »
Brüksel’de gerek edebi çalışmalarımda gerekse AB ve uluslararası çevrelere bu
mücadelenin hikayesini aktarırken ya da Anadolu’nun uzak bir köşesinde öğrencilere Avrupa projesinin köklerinin antik çağda bu topraklarda “Likya Birliği***” ile atıldığını anlatırken de hep ama hep aynı inancı ve umudu demliyorum içimde; karanlığı fikirlerimizin aydınlığıyla boğacağız. Çocuklarımız tekrar neşeyle, huzurla, güvenle bakacaklar geleceğe. “Kırık Ülke“mizi eskisinden de daha iyi onaracağız. Dilerim yalnızca şiirlerimizin şahitliğinden okusun çocuklarımız uğradığımız bu kötülükleri ve ‘göçmeyen gece sızımızı’****.”
Bu mücadelede iyilik galip gelecek. Bir barış projesi olarak kurulan AB’de artık kimsenin “öteki” olmayacağı bir Avrupa’ya armağanımız olacak bu demokrasi destanı. Demokrat insanların sevgiyle yönettiği Türkiye de orada hak ettiği saygın yeri alacak.
BirGün Gazetesi
* Yazıda tırnak işaretiyle belirtilen yerler PEN Yazarlar Derneği için kaleme alınan Avrupa’ya seslenen “Türkiye: Öteki Avrupa ve adalete yürüyen direnişin ağır işçileri” yazısından alınmıştır.
** Starwars’tan bir alıntı.
**** Likya Birliği, MÖ 167 – 67 yılları arasında 23 kent devletinin bir araya gelerek kurduğu, ortak anayasa, ordu ve para birimine sahip AB ve ABD’ye ilham olmuş ilk oluşumdur.
**** Kader Sevinç’in Kırık Ülke şiir kitabından aynı adı taşıyan şiirinden bir dize.
0 comments on “ÖTEKİ AVRUPALILAR: ADALETE YÜRÜYEN DİRENİŞİN AĞIR İŞÇİLERİ”