04-ALTERNATİF MEDYALAR DÜNYADAN

SOSYAL DEMOKRATLARIN SOLA KAYMA KORKUSU

En son 20 Kasım’da İspanya’da iktidarı kaybeden sosyal demokratlar, yıllardır Avrupa’nın hiçbir büyük ülkesinde hükümette değil. Türkiye’de olduğu gibi sosyal demokratlar Avrupa’da da krizde. Yakın geçmişte Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa, İspanya gibi Avrupa’nın hemen bütün büyük ülkelerde iktidara gelebilmeyi başaran sosyal demokratlar, kısa bir sürede bu ülkelerin tümünü kaybetti. Bunun nedeni hakkında verilebilecek kısa cevap şöyle olurdu: Bir yandan iktidardayken uyguladıkları, sağcılardan ayırt edilemeyen neoliberal politikalar diğer yandan ekonomik kriz karşısında herhangi bir politika üretememeleri…

Sağcılarla sosyal demokratların aynı neoliberal politikalar uyguladıklarına dair örneği, Yunanistan ve İtalya’dan verebiliriz. Yunanistan’daki sosyal demokrat George Papandreou ile İtalya’daki neoliberal Silvio Berlusconi’nin aynı politikaları uygulayarak aynı anda ülke ekonomilerini batırmaları karşımızda duruyor. Yine çok ilginçtir ki, hem Yunanistan’da hem de İtalya’da sosyal demokratlar, sermaye piyasaları ve bankalar tarafından gönderilen teknokrat başbakanların yönettiği hükümetleri destekliyor.

Yoksulları daha da yoksullaştıran ekonomik kriz durumunda, klasik sosyal demokrasinin temel dayanakları eşitlik, adalet ve dayanışmaya her geçen günden daha fazla ihtiyaç varken, sosyal demokrasi bu kavramları her zamankinden daha çok unutmuş gibi duruyor. 

KİMİN İÇİN SOSYAL DEMOKRASİ

Sosyal demokrasinin krizine uzun cevaplar ise, bazen Think Tank kuruluşlarının çalışmalarında bazen de parti kongrelerinde aranıyor. En son ‘kongrede arayış’ Almanya’daydı. Sonucunu hemen söylemek gerekirse, Almanya’da milenyumun ilk yıllarından itibaren kısa bir ‘rönesans’ yaşayan ve ardından çöken sosyal demokrasi, şimdi geleceğini ‘yenilikten’ çok sanki geleneksel eski sosyal demokrat politikalara dönüşte görüyor gibi.

Bugüne ve geleceğe dair herhangi bir politika önermeyen Alman sosyal demokratları, son yıllarda attıkları ‘yenilikçi adımları’ terk ederek, şimdilik iyi bildikleri, garanti gördükleri eskiye doğru bir adım geri dönmeyi herkesin yararına görüyor. Dünyanın en eski ve etkili sosyal demokrat partisi, Alman Sosyal Demokrat Parti (SPD), 4- 6 Aralık tarihleri arasındaki üç gün süren Berlin kongresinde, ‘ekonominin ve sosyal demokrasinin krizine çözümü’ tartıştı.

İki yıl sonra, 2013’te genel seçimlerin yapılacağı Almanya’da, sosyal demokratların hâlâ kimi temsil ettiği ve kimin için politika yaptığı netleşmiş değil. Çünkü SPD son 7 yılda 7 genel başkan ve belki bir o kadar da politika değiştirdi. Alman Sosyal Demokratlar, sadece Avrupa’da değil, bütün dünyadaki sosyal demokrat partilerin gözlediği, örnek aldığı bir parti olduğu için de oldukça önemli. Şimdi kongreye yakından bakalım.

‘YENİ ORTA’ YERİNE ‘ORTANIN SOLU’

SPD kongresinde dikkat çeken ilk şey, Genel Başkan Sigmar Gabriel’in partinin neoliberal Gerhard Schröder zamanında, partiyi tanımlamak için kullandığı ‘Yeni Orta’ kavramını terk edip üstüne basa basa ‘Sol Orta/Ortanın Solu’ kavramını kullanmasıydı. Bu söylem sadece bir kavram değişikliğine değil, belli oranda bir politika değişikliğine de işaret ediyordu.

Peki, parti bu kavramı kullanmayla sola mı kayıyordu? Hayır sadece, artık sosyal demokrat parti yönetiminin önemli bir kısmının, Almanya’da neoliberal yapısal değişiklikleri hedefleyen ve sosyal devletin tasfiyesi anlamına gelen, sosyal demokratların iktidardayken planladıkları Agenda 2010 uygulamasını savunmadıkları ortaya çıkıyordu. Bu da az bir şey değil. Çünkü SPD Agenda 2010’un aksine, tekrar eskisi gibi, fazla kazananlardan alınan vergilerin artmasını, bu parayla kamusal çocuk yuvalarının, okulların ve diğer kamu hizmetlerinin finanse edilmesini karara bağlıyordu.

TOPLUM SOLA KAYDI

Parti durup dururken neden sola kayma gereği duydu ve böyle bir karar aldı? Bu sorunun da bir kısa bir uzun yanıtı var. Kısa yanıtı SPD Genel Başkan Yardımcısı Hannelore Kraf veriyor: “Parti sola kaymadı. Aksine toplum değişti ve sola kaydı. Finans piyasaları krizi sürüyor. Ekonomik krizden halk olumsuz etkilendi. Biz sol bir halk partisiyiz.  Öyle de kalacağız. Partinin sola kaydığını söylemek saçma. Sosyal adalete en fazla ihtiyaç duyulan bir dönemde parti, toplumun gerisinde kalmamak için elbette parasız eğitim gibi, caddelerin ve tren yollarının akması gibi sosyal konulara eğilecektir…”

Kraf, her ne kadar partinin kendi isteği ile sola kaymadığını söylese de yine de sosyal demokratların kendilerini halkın taleplerine cevap vermek sorunda hissetmeleri ve bu doğrultuda politika üretmeye başlamaları bile en azından SPD’de neoliberalizm hegemonyasının kırıldığını gösteriyor.

Tabii Kraft’ın bu sözlerinden, ‘sola kayma’yı ‘büyük bir suç’ ya da ‘saçmalık’ gibi algıladığını, çünkü sola kaymış bir partinin asla iktidar yüzü göremeyeceği korkusu taşıdığını düşünmekte fayda var. Bu örnek neoliberalizmin ideolojik hegemonyasının sadece bizde değil, Avrupa’da da ne kadar güçlü olduğunu göstermesi açısından da ilginç.

SPD SAĞA KAYARKEN KALP SOLDA ATAR

Yukarıdaki sorunun uzun yanıtı ise gerçekten biraz uzun hikâyeden oluşuyor. SPD, iki yıl önceki genel seçimlerde yüzde 23 oranında oy alarak tarihinin en kötü seçim sonucunu elde etti. Oysa 1998’de yüzde 40,2 gibi, tarihinin en yüksek oylarından birini almış ve bu tarihten itibaren üç seçimde de bu rakama yaklaşık bir başarı gösterip koalisyonlarla da olsa 11 yıl iktidarda kalmıştı.

Schröder başbakanlığında 1998’de kurulan SPD-Yeşiller koalisyonundan itibaren SPD, neoliberal ekonomi politikaları uygulamaya başladı ve Agenda 2010 ile 2010’a kadar da Almanya’nın neoliberal yapısal dönüşümünü sağlamayı planladı. Schröder’in neoliberal politikalarına ilk tepki, partinin genel başkanı ve hükümetin Maliye Bakanı olan Oskar Lafontaine’den geldi. Parti içinde bir süre neoliberal kanada karşı mücadele eden Lafontaine, Mart 1999’da partiden, milletvekilliğinden ve bakanlıktan istifa etti. (Bilindiği gibi şimdi Sol Parti’de siyaset yapıyor. Sol Parti’nin yüzde 12 oranında oyu bulunuyor.)
Karl Marx’ın temellerini attığı, Wilhelm Liebknecht, August Bebel, Kurt Schumacher ve Willy Brandt’ların genel başkanlık yaptığı SPD, Lafontaine’den sonra tamamen Schröder’in neoliberal ekibinin eline geçti.

Schröder’den sonra SPD genel başkanlığına seçilen isimler de neoliberalliklerinin yanında Schröder’in bizzat yakınları olarak da dikkat çekiyordu. Örneğin Genel Başkan Franz Müntefering, Schröder’in seçim kampanyaları şefi, Frank-Walter Steinmeier ise başbakanken özel kalem müdürüydü.

PRAGMATİK NEDENLERLE SOLDA OLMAK

İki yıldır SPD’nin genel başkanlığını elinde tutan Sigmar Gabriel de Schröder’in prenslerinden biri ve şimdi ‘ortanın solu’ kavramını kullanmasının, uğradığı siyasal değişiklikten ya da Kraft’ın belirttiği ‘toplumun sola kayması’ndan çok pragmatist çıkarlarıyla ilgisi olduğu görülüyor. Gabriel, seçildiğinde SPD’de politika değişikliğinden çok kaçan üyeleri toparlamak, parti yönetiminde şeffaflık sağlamak ve tabanın sesine kulak vermek gibi daha çok parti içi meselelerle ilgileneceğini belirtmişti.

Gabriel şimdi ne istiyor? SPD 2013’teki Almanya genel seçimleri öncesi, başbakan adayını şimdiden belirlemek istiyor ve partide adı geçen her iki aday da neoliberal kanattan. Gabriel, neoliberal iki adaya karşı en azından gelenekselcilerin ve solcuların oyuyla Başbakan adayı olmaya çalışıyor. (Almanya’da parti başkanı ille de başbakan adayı olacak diye bir kural yok. Parti tabanı ve delegeler, kimin başbakan adayı olacağını ayrıca belirliyor.)

Gabriel’in kongredeki ilk başarısı, neoliberal aday adayları Peer Steinbrück ve Frank-Walter Steinmeier’nın adaylığının açıklanmasını engellemesi ve SPD adayının daha sonra açıklanacağını karara bağlatmasıydı. Hem de, “başbakan adayımızı parti belirleyecek, medya değil” diyerek, bir anlamda günlük basına da ayar vererek yaptı bunu. Her iki aday adayı da Avrupa çapında sağcı sosyal demokratlar olarak biliniyor ve radikal sol literatürde Steinbrück’e Bernstein’a nazire olsun diye ‘BernSteinbrück’ bile dendiği oluyor.

ÇIKAR İÇİN YAPILAMAYACAK KADAR SOLCULUK

İlk bakışta Sigmar Gabriel’in kongre konuşması, SPD açısından pragmatist nedenlerle yapılamayacak ya da daha sonra kolay kolay geri alınamayacak kadar solda görülüyor. Örneğin Başbakan Angela Merkel’ı eleştirirken “piyasalara uygun Başbakan” sıfatını kullanan Gabriel, SPD zamanında ‘piyasaların demokrasiye uyacağını’ belirtti.

Bunun ne anlama geldiğini düşünen delegeler, sanki Sol Parti’nin argümanlarıyla konuşan Gabriel’den, SPD zamanında ‘piyasaların egemenliğinden çok parlamentoların egemenliğine geçileceğini’ öğrendi. ‘Demokrasi’, ‘Taban Demokrasisi’ ve ‘Adalet’, SPD içindeki sol kanatın kavramları arasında. SPD, partinin bundan böyle önemli konuları tabana sormayı ve genel üye oylaması yaptırmayı da karara bağladı.  

Gabriel’in en çok alkış aldığı yerler ise, konuşurken “asla” ve “tekrar” sözcüklerini kullandığı yerlerdi ve bunlar, “bir daha asla öyle yapmayacağız” ve “parti tekrar eskisi gibi olacak” şeklindeydi. Yani SPD delegeleri, özeleştiriyi alkışlıyordu ve Gabriel de bunu en az 20 kere yaptı. Bir de, özeleştiri verirken, sürekli Almanya’nın artık daha iyi olduğunu vurguluyordu. Örneğin, “Almanya tekrar adil olmalı” dedi, “SDP tekrar inandırıcı olmalı” dedi. Bütün bunlar, yeni politika geliştirmesinden çok partinin son yıllarda yaptığı yanlışlardan ve Schröder dönemi neoliberalizminden özür dilemeydi.

Schröder zamanının ekonomi politikalarını eleştiren Gabriel, yeniden iktidara gelirlerse, ‘esnek çalışmayı ve taşeronlaşmayı’ engelleyeceklerini vaat etti. Yine SPD iktidarında saatliği 8,5 avrodan daha az parayla işçi çalıştırılamayacağı karara bağlandı. En önemlisi de Schröder dönemiyle ilişkilerini kopartacak şu sözleri etti: “Parti, bir daha asla emeğin değerini sorgulamayacak, sendikalarla arasına mesafeler koymayacak. Bizim Kapitalimiz: Sosyal adalet ve demokrasi…”

ZENGİNLERİ DE MEMNUN ETMEK

Herhalde kriz döneminde bu kadar solculuk yapamayan bir partinin sosyal demokrat olamayacağını iyi bilen Gabriel konuşmasında liberalleri ve ekonomi çevrelerini de memnun edecek sözlerden geri durmadı. Liberalleri öven tavır bazı yorumculara göre, siyasal olarak örgütlü olamayan liberalleri de (neoliberaller değil) partiye çekme isteği olarak bazılarına göre de, pragmatizmin başka bir varyantı olarak değerlendirildi.
Daha da önemlisi, parti sol kanadının emeklilik yaşının 67’den aşağıya çekilmesi, servet vergisi alınması ve gelir vergisinin yükseltilmesi gibi taleplerini engelledi. İktidara gelirlerse Schröder zamanında düşürülen azami gelir vergisini tekrar yüzde 49 oranına çıkarmak kararlaştırıldı.   

Ancak her ne kadar kongre kararlarından parti içindeki bütün kanatlar memnun olsa da, en azından partinin neoliberal-sağ kanat lideri, gelecek seçim için Başbakan adayı gösterilmedi. Eğer neoliberaller daha sonra aday olmayı başarsa bile, delegelerin büyük oranda oyuyla karara bağlanan bu seçim programını topyekûn değiştirmek de çok mümkün görünmüyor. Sonuçta, pragmatist de olsa programatik de olsa Almanya sosyal demokratları konumundan biraz daha sola gelmiş oldu.

Belki de gerçekten, ekonomik kriz sosyal demokratlara kendi krizlerini çözmek için bir nebze de olsa katkıda bulunmuş olabilir.

SOSYAL DEMOKRATLAR KENDİNE GÜVENİNİ YİTİRDİ

Bu yılın nisan ayında sosyal demokrasiyle ilgili araştırmalar yapan ve politikalar üreten Londra merkezli Think-Tank kuruluşu Policy Network, Avrupa ve ABD’de ‘sosyal demokrat seçmenin partisinin politikalarından memnuniyetini’ ölçen bir kamuoyu araştırmasının sonucunu açıkladı. Araştırma sonucunda, seçmenin de sosyal demokrat parti politikalarından rahatsız olduğu ve seçtiği partiye güven duymadığı ortaya çıktı.
ABD, Almanya, İngiltere ve İsveç’te biner kişilik seçmenle yapılan araştırmanın sonucunda ortaya çıkan seçmen rahatsızlığı üç bölümde yoğunlaşıyor:

1. Vergi yükseltme yetmez:
Sosyal demokratların kamu harcamaları ve yatırımları için vergilerin artırılmasını savunmaları ve çok kazanandan çok vergi alınması prensibinden yana olmaları seçmeni pek memnun etmemiş gibi görünüyor. Daha doğrusu seçmen işlerin sadece vergi toplamayla biteceğine inanmıyor. Örneğin Almanya’da genel ortalamada yüzde 48 oranında seçmen, vergi artırmanın ülkenin genel gidişatını düzeltmeye yetmeyeceğine ya da bu zamana kadarki örneklerde de yetmediğinin görüldüğüne inanıyor. Seçmen vergi artırmanın yanında güven aşılayacak başka önlemler de görmek istiyor.

2. Çalışmayla statü yükselmez, maddi durum düzelmez:
Araştırma, seçmenlerin büyük bir kısmının, çalışanların çok çalışmayla veya kurallara uyarak sosyal statülerini ya da ekonomik durumlarını düzeltebileceklerine inanmadığını ortaya koydu. Sosyal demokrat hükümetlerle de sosyal adaletin sağlanamayacağına inanan sosyal demokrat seçmen, sosyo- ekonomik yükselme için büyük oranda torpile ve ilişkilere ihtiyaç duyulduğuna inanıyor ve bunu deneyimleriyle de yaşadığını belirtiyor.
Alman sosyal demokrat seçmenlerin yüzde 67’si diplomanın ve eğitimin torpil olmadan kariyer için yeterli olmadığını düşünürken, İngiltere’deki seçmenlerin yüzde 50’si böyle düşündüğünü söylüyor. İsveçliler ise hâlâ diplomalarına ve devletlerine güveniyor. Sistemlerine güvenmeyenlerin oranı yüzde 23 dolayında.
Sosyal demokratların fırsat eşitliği, adalet ve şeffaflık gibi uygulamalarda güven vermediğini ortaya koyan bu araştırma, onların en önemli meşruiyet kaynağını da etkisiz hale getiriyor.

3. Devlet piyasalar karşısında çaresiz:
Sosyal demokrat seçmenler, piyasaların ve serbest pazarın ülkelerde yol açtığı zararların giderilmesinde devletin bir şey yapamayacağına ya da yapmadığına inanıyor. Seçmen, ülkelerde toplumsal eşitsizliğin önüne devlet yardımıyla geçileceğine de inanmıyor.
Hatta araştırmaya katılanların yarısı Almanya’da serbest piyasanın devleti kontrol altına alacağından devlete telafisi mümkün olmayan zararlar vereceğinden korkuyor. Sosyal devlet sistemine alışmış Almanlar ve İsveçliler, rekabetle kalitenin artacağına inansa da hükümetin piyasayı denetlemesini istiyor.
Seçmenler özellikle sosyal alanda sosyal demokrat hükümetlerin liberallerden daha iyi olmadığına, uygulamada aradaki farkın ortadan kalktığına inanıyor. Seçmenlerin önemli bir kısmı, sosyal demokratlar zamanında emeklilik ve sosyal sigorta gibi hakların korunmayacağına ve buna rağmen gençlik ve çocuk yardımlarının da artmayacağına inanıyor.
Araştırma sosyal demokratlar başta olmak üzere, bütün seçmenlerin sosyal refah devleti kazanımlarının korunmasından yana olduğunu ancak sosyal demokratların da ‘diğerlerinden farkı kalmadığına’ inandıklarını gösteriyor.

Birgün Gazetesi 11 Aralık 2011

0 comments on “SOSYAL DEMOKRATLARIN SOLA KAYMA KORKUSU

Bir Cevap Yazın