Keir Starmer, İngiliz İşçi Partisi liderliğine seçildiğinde hiçbir şey iyiye gitmiyordu. Partisi, Jeremy Corbyn ile girdiği son seçimde modern tarihin en büyük hezimetini yaşamış; on yıllardır İşçi Partisi’ne oy veren endüstri kentlerinden oluşan ‘Kızıl Duvarı’(*) dahi kaybetmişti. Bir kültür savaşı, partiyi doğal tabanından koparmıştı. Öte yandan dünya, yüz yılda bir yaşanacak bir felaketin kıyısında, ayak seslerini dinliyordu. COVID-19 virüsü sebebiyle Starmer de bir salon dolusu insana hitap ederek göreve başlayacağına, evinden video çekmekle yetindi. Hem partisi hem de ülkesi ve dünya için bir felaketler çağını devralıyordu. Nitekim, lider olarak ilk defa seslendiği parti konferansına da bir kamera aracılığıyla katılabildi.
Fakat Starmer liderliğinde parti, yeni bir kimlik yaratmak için önemli adımlar atmaya en başta başlamıştı zaten. Örneğin Corbyn döneminde partiyi kasıp kavuran ve birçoklarının gözünden dramatik bir şekilde düşüren antisemitizm iddialarına cevap vermek amacıyla Starmer, lider seçildiği gün partiden bu süreçte ayrılan ya da siyaset yapmaya çalışan Yahudi toplumuyla buluştu. Konferansta da kendisini tanıtan vekil, ırkçı saldırılardan nasibini almış eski bir milletvekiliydi.
Benzer şekilde Brexit’in yarattığı kültür savaşına karşı da Starmer, sınıf siyasetiyle cevap vermeye ciddi özen gösteriyor. Zira ‘Kızıl Duvar’, 2016’daki referandumda ‘çıkalım’ demiş, 2019 seçimlerinde de “Brexit’i halledelim” sloganıyla seçime giden Muhafazakarlar’a –birçokları hayatlarında ilk defa– oy vermişti. Starmer, her ne kadar ülkenin en Avrupa Birliği taraftarı bölgelerinden birinin milletvekili olsa ve bugüne kadar hep AB’den yana tavır koymuş olsa da hükümete “Hallet, bitsin” şeklinde cevap veriyor. Partisi, Brexit’e karşı tavır –artık– almıyor.
Bu bağlamda Başbakan Boris Johnson, her fırsatta Starmer’ı tekrardan kültür ringine çıkarmaya çalışıyor. Black Lives Matter hareketi sırasında eylemcilerin Churchill heykeline saldırmaya çalışması yahut ülkedeki başka heykellerin yıkılması bunun bir örneği. Johnson, hep Starmer’dan yanıt bekledi ama umduğunu bulamadı. Starmer, vandalizme gerek olmadığını ve siyahların hayatlarının –elbette ki– değerli olduğunu söylemekle yetindi.
Aslında Starmer, Corbyn döneminden kalan imajı temizlemek ve İşçi Partisi’ni yeni bir marka olarak tanımlamaya çalışıyor. Konferans ve Starmer’ın konuşması da bu uğurdaki adımlardan bir diğeri oldu. Zira Starmer, Corbyn gibi ideolojik, radikal bir sol söylem getirmek, üstüne üstlük salgının belirsizliğine rağmen politika anlatmak yerine, daha çok kendi hikayesinden ve değerlerinden bahsetti. İdeolojide sert bir söylem yerine, “Büyümek ve yaşlanmak için en iyi ülke Britanya olsun istiyorum” demekle yetindi.
Ancak Corbyn’le de Johnson’la da arasına kalın çizgiler çizdi; kendi oyun alanını açıkça ortaya koydu. Örneğin Corbyn’in batılı ülkelere ve NATO gibi kurumlara şüpheci bakışını reddettiğini gösterdi. Rusların Londra’da zehirle suikast düzenlediği iddia edilen günlerde ‘kanıtları Rusya’ya gönderelim’ diyen, geçmişinde ayrılıkçı IRA terör örgütüne sempatisi bilinen eski liderin mirasını, özellikle milli güvenlik konusunda reddetti. En önemli gördüğü değerlerden biri olarak ‘güvenliği’ saydı ve ekledi: “Artık güvenilir ve iddialı bir muhalefet partisi olacağız. Milli çıkarlar için de sizin işleriniz için de güvenilir olacağız.” Diğer çarpıcı ayrışma noktası ise, kuşkusuz, Starmer’ın ortaya koyduğu kazanma hırsı. Zira Starmer “Kazanmak için çalışacağız; gölgenin içinden çıkacağız” derken, Corbyn’in en yakınındaki isimlerden biri, eski bir İşçi Partiliyle katıldığı programda “Siz de kazanmayı fazla abartıyorsunuz” demekten çekinmemişti. Partinin konferansına “Yeni liderlik” sloganıyla başlaması ve Starmer’ın önünde bu sözler duran bir kürsüden konuşması, aslında mevzuyu özetliyor.
Liderin Başbakan Johnson ile ayrışma noktaları da aslında Parlamento’daki haftalık karşılaşmalarında da kendini belli ediyor. Starmer, ciddi bir avukat edasıyla (ki kendisi eski başsavcı) Johnson’ın salgınla mücadele için attığı adımları sorguluyor, hatalarını yüzüne vuruyor. Espriden ya da basit bir karizmadan değil, aklıselim ve yetkinliğinden besleniyor. Johnson’ın gayrıciddi tavrı ise özellikle içinde bulunduğumuz günlerde, Starmer’ın güvenilirliği karşısında eziliyor. Zira İşçi Partisi lideri, kendi savcılık yıllarına ve Johnson’ın yazarlık geçmişine dönerek aralarındaki farkı yine vurguladı: “O, muzların şekilleriyle uğraşan köşe yazıları yazarken ben, teröre karşı hukuki mücadele veriyordum.”
Son olarak, konferansın ana hedefi, aslında Kızıl Duvar’da yaşayan ve geleneksel partilerine sırtlarını dönen kitlelerdi. Zira bu insanların önemli bir kısmı sol politikalara ihtiyaç duyuyor ancak muhafazakar değerlerle hayatlarını sürdürüyor. Starmer, ‘aile’nin hayatında ve ulusun yaşamında ne kadar önemli bir rol oynadığını söylerken de ‘milli güvenlik’ meselesine özellikle eğilirken de partinin bu insanların değerleriyle kavga etmeyi bırakacağı mesajını veriyordu. Onlara doğrudan hitap ederek kurduğu cümleler de bunu kanıtlıyor aslında: “Bir daha kimse sizin oylarınızı ya da değerlerinizi garanti zannetmeyecek.”
Bütün bunlara rağmen partinin yeni bir kimlik kazanması, elbette bir konferans ya da konuşmayla elde edilebilecek bir kazanım değil. Zira Starmer da tekrardan güven kazanmanın uzun bir süreç olduğunu ve anlık mucizeler peşinde koşmadıklarını vurguladı. Bir diğer mesele de, tabii ki, partinin bu yeni kimliği hazmedip hazmedemeyeceği meselesi. Yorumcu Stephen Bush’un da New Statesman’da yayımlanan makalesinde söylediği gibi, parti şu anda sadece liderinden ibaretmiş gibi gözüküyor. Çünkü yeni yıldızlar, Starmer hareketinin içinden henüz çıkamadı. Partinin üye tabanı ise Corbyn’in 4 yıllık liderliğinde epeyi değişti; onun temsil ettiği radikal sol ve kentli siyasetten etkilenen gruplar, yığınla partiye katıldı. Dolayısıyla Starmer, kendini sadece ülkeye değil, partisine de kanıtlamak zorunda ve henüz yolun başında.
Ancak Starmer’ın teslim aldığı günkü parti ve liderlikle, bugün, yani sadece 6 ay sonra geldiğimiz yer arasında da epeyi fark olduğunu vurgulamak lazım. Zira parti, 1.5 yıl sonra ilk defa YouGov’un anketinde Muhafazakarlar ile (%40’la) eşitlendi. İşçi Partisi’nin tarihi boyunca gördüğü en az popüler liderlerden Corbyn’in ardından Starmer ise, şu anda, yüzde 4 farkla Johnson’dan daha popüler. IposMori’nin anketine göre de Starmer’ın liderliğini tatmin edici bulanlar yüzde 43’ken, Johnson için bu oran %40. Tatmin olmayanlarda ise Starmer sadece %27; Johnson ise %54.
Muhafazakar Parti ise Starmer’ın liderliğine ve partinin yeni kimliğine henüz tatmin edici bir cevap üretebilmiş değiller. Sadece Starmer’ı “Corbyn’in aynısı” olarak tanımlamaya çalışıyor, yaptıkları dijital kampanyalarda “Bildiğimiz İşçi Partisi” diyorlar. Fakat asıl işleri, ülkeyi yönetmek ve şu anda bu konuda pek başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Brexit’in de salgının da ağırlığı, bir sosyal medya kampanyasını geçiyor. Üstelik diğer tarafta İşçi Partisi, bu kara anlatının aksine, “Yeni bir lider” sloganıyla ilerliyor; Starmer, Johnson’ı terleten bir muhalefet lideri olarak görülüyor. Birçok gazeteci ve yorumcunun “Sonunda İşçi Partisi’nin kazanma potansiyeli gösteren bir lideri oldu” yorumlarına şaşırmamak gerek. Potansiyel, kendini gösteriyor.
(*) Kızıl Duvar, ağırlıklı olarak işçi sınıfının yaşadığı ve tarihi boyunca büyük çoğunlukla İşçi Partisi’ne oy veren bir seçim bölgesi. Brexit’te AB’den çıkmaya ve son seçimlerde ise Boris Johnson’ın Muhafazakarlar’ına oy verdiler.
0 comments on ““Yeni Liderlik” ile Labour, işçi sınıfıyla kavga etmeyen bir kimlik kazanıyor”